Türk Eczacıları Birliği Büyük Kongresi öncesi son bölgelerarası toplantı geçtiğimiz günlerde Ankara’da yapıldı. Gelişmeleri öğrenmek, kongre öncesi son geniş katılımlı toplantıyı izlemek, eczacı odaları ve Türk Eczacıları Birliği’nin görüşlerini dinlemek amacı ile bölgelerarası toplantıya katıldım, iki gün boyunca konuşmacıları, yöneticilerimizi ve toplantıya katılan meslektaşlarımı gözlemlemeye çalıştım.

Öncelikle belirtmek isterim ki pandemi öne sürülerek eczacı milletvekillerinin toplantıya davet edilmemesi, arkasında başka bir neden yoksa mevcut gerekçesi itibariyle mantıkla izah edilebilir bir karar olmamıştır. 13 eczacı milletvekilinin herhangi bir salgın riski oluşturmayacağı aşikardır. Türk Eczacılar Birliği yöneticileri değişen konjonktüre ve kişisel ilişkilerine göre değil örgütsel teamüllere göre hareket etmek durumundadır diye düşünüyorum.

2019 Yılında gerçekleştirilen Türk Eczacıları Birliği Büyük Kongresi’nden önce yapılan son bölgelerarası toplantıdaki izlenimlerimi “Büyük Kongreden Önce Son Dönemeç” başlığı ile paylaşmıştım. Bu kez “Son Dönemeç” başlığının hafif kalacağını düşünerek, izlenimlerime “Türk Eczacıları Birliği Armelit Virajlarında” şeklinde bir başlık atmak istiyorum.

Karadeniz Bölgesi’nde yaşayanlar iyi bilir Armelit Dağını. Armelit Dağı 1978 yılına kadar karadeniz devlet karayolunun sahilinde mecburi güzergâh üzerinde yer almıştır. Doğasının güzelliği kadar tehlikeli ve riskli bir yol olarak bilinir. Trabzon’dan Giresun’a giderken Espiye ilçesinin çıkışından başlayan, Yağlıdere Deresinin yatağından doğru devam eden 22 km uzunluğundaki bu güzergâh, kıvrım kıvrım ve keskin virajlarıyla, yol genişliği tek aracın geçebileceği kadar küçülebilen, 600 metre rakımda zirveye ulaşan bir dağ yoluyla ve çok kıvrımlı dik bir yokuşla Yolağzı bölgesinde tekrar sahil ile buluşur. Yatılı okul yıllarımda Samsun-Trabzon arasındaki bu keskin virajlarda otobüs ve kamyonların tekerleklerinin birçok kez yoldan çıktığını görmüşlüğüm ve bu şekilde birçok kazaya şahit olmuşluğum vardır.

Son bölgelerarası toplantılar daha çok seçim odaklı olduğundan biraz daha fazla önem arz eder ve ilgi görür. Ankara’daki toplantı da bu doğrultuda gerçekleşti. Gördük ki tüm yöneticilerimiz artık seçime kilitlenmiş durumdalar. Bu dönem yapılacak TEB Büyük Kongre’sinin geçmiş kongrelerden çok daha farklı olacağı açıkça görülmektedir. En azından 1995 yılından bu yana bütün kongrelere katılmış, süreçleri iyi bildiği konusunda ısrarlı olan, aday olmuş ve görev almış bir eczacı gözünden öyle görünmektedir. 

Bölgelerarası toplantı konuşmalarını izlediğimde Eczacının Sesi köşemdeki yazılarımın en azından oda başkanları ve delegeleri tarafından okunduğunu fark ettim ve çok mutlu oldum. “Büyük Kongreden Önce Son Dönemeç” başlıklı yazımda o toplantıdaki kürsü konuşmalarına atıfta bulunarak muhalefetin dağınık olduğuna, derli toplu gerçekçi eleştiri ve öneride bulunamadığına, Çolak karşısında alternatif oluşturamadıklarına değinmiş ve  “Sayın Çolak için kadir gecesi doğmuş diyebilirim” ifadesini kullanmıştım. Söz konusu yazımı dikkate almış olacaklar ki bu kez daha derli toplu, hedefe yönelik konuşmalar yapan ve ne istediğini dile getiren bir muhalefet gözlemledim.

Bir başka dikkat çeken gelişme de, muhtemelen zor bir seçim olacağı öngörüsüyle,  Sayın Çolak’ın ilk defa bir kapanış konuşmasında kendini eleştirenlere kürsüden lav silahı ile ateş etmemesi oldu. Kapanış konuşmasına duygu ve gönüllere hitap eden bir üslup hâkimdi. Alışılagelenin aksine herkese tek tek ketum yanıtlar vermedi. Bu anlamda Çolak’ın kapanış konuşması toplantının en dikkate değer bölümlerinden birisi oldu. Keşke, seçim kaybetme endişesi taşımadığı geçmiş kongrelerde de, Çolak’tan bu olumlu ve yapıcı üslubu görebilseydik diye düşünmeden de edemiyor insan.

Bu dönem merkez heyeti çalışmalarını değerlendirirken ve önümüzdeki seçimi irdelerken son seçim atmosferini iyi hatırlamak gerekir diye düşünmekteyim. Bilindiği üzere halen yönetimdeki merkez heyeti, kongre ortamındaki gelişmelerin ve görüşmelerin sonucunda, yönetim anlayışı birbirinden çok farklı iki gurubun bir araya gelmesinden oluşmuştu. Ve yine biliyoruz ki bu iki farklı gurubun yönetim anlayışındaki farklılıklar giderilemedi, ortak yönetim anlayışı oluşturulamadı. Bir başka deyişle,  sadece seçimi kazanma odaklı olarak kurulan bir merkez heyeti, beklendiği gibi sadece seçimi kazandı, gerisi tufan oldu…

Bildiğim kadarı ile seçimlere bu kadar zaman kala başkan adaylarının “ismen” ve “resmen” açıklanması hiç yaşanmamıştı. Şimdiye kadar kimin başkan adayı olacağı hissedilir ve bilinir ama isim telaffuz edilmezdi. Bu dönem ise daha oda seçimleri yapılmadan, oy verecek delegeler belli olmadan seçim kampanyaları başladı. Oysaki beklenen hatta olması gereken, oda seçimlerinin yapılması, oda yönetimleri ve delegelerin belirlenerek önce bölge eczacı odalarının kendi kurullarında değerlendirmeler yaparak “Nasıl Bir Türk Eczacıları Birliği İstiyoruz” anlayışını oluşturulması ve ortak düşünen odaların koordine olarak çeşitli platformlarda harekete geçmesidir. Gerçi son dönemlerde bu platformların son anda aynı Armelit Dağı’nda olduğu gibi keskin virajlarda savrulduğunu görünce, gelinen noktanın normal olduğu kabul edilebilir kanaatindeyim.

Seçim atmosferine girdiğimiz bu günlerde eczacı örgütümüze geniş bir açı ile baktığımızda, yeni dönemde genel merkez yönetimine talip olan dört yapılanmanın öne çıktığı görülmektedir. Üç yapılanmanın başkan adayının belli olması bu seçimi çok ilginç bir hale getirmektedir. Benim açımdansa durumun biraz daha farklı olduğunu ifade etmeliyim. Mevcut üç başkan adayı ile meslek örgütünde aynı dönemlerde beraber çalışmış, ortak liste hazırlamış, rakip olmuş ve her üçü ile uzun yıllara dayanan kişisel dostluk ilişkileri kurmuş biri olarak,  bu seçim sürecinin benim için çok daha ilginç olmaya aday olduğunu söylemeliyim. Bütün bunlara dayanarak ben de kendimce “genel sekreter eskisi” penceremden seçime ilişkin gözlemlerimi eczacı meslektaşlarımla paylaşmak istiyorum.

Uzun yıllardır genel başkanlık yapan Erdoğan Çolak’ın her zaman olduğu gibi bir dönem daha aday olduğu bilinmektedir. Çolak artık TEB Başkanı olarak bilindiğinden detaylı bir bilgilendirmeye gerek yok diye düşünüyorum. Eczacılar birliği tarihinin en uzun süreli başkanlık yapma onurunu uhdesinde bulunduran Çolak’ın en büyük avantajı, tüm yöneticileri ve delegeleri yakından tanıması, çok başarılı insan ilişkileri olması ve özellikle seçim ortamında ibreyi kendi ekibine yönlendirme konusunda üstün bir beceriye sahip olmasıdır. Ancak uzun süreli başkanlık yapmasının doğal olarak bir yıpranma sürecini de beraberinde getirdiğini göz ardı etmemek gerekir. Sağlık alanında dünya ölçeğinde yaşanan değişim ve gelişmelere paralel olarak insanların eczacılığa bakışı, meslektaşlarımızın meslek örgütüne bakışı da değişmiş olmasına karşın birliğimizin 14 yıllık süreçte benzer bir değişimi gösterememiş olması, Çolak’ın en büyük handikaplarından birisi olarak göze çarpıyor. Tüm bu gelişmelerin yanı sıra pandemi sürecinde eczacıların çatı örgütünü yeterince yanında hissedememesi Çolak’ın en büyük dezavantajı olarak değerlendirilmektedir.

Son seçimde Erdoğan Çolak’ın karşısında aday olan Gaziantep Ecz. Odası Başkanı İrfan Demirci de, bir kez daha, birlikte hareket ettiği odaların adayı olarak kamuoyuna açıklandı. Kavgacı olmayan ve polemiklerden uzak duran yapısı ile bilinen Demirci’nin doğru saptamaları ile eczacı tabanında kabul gördüğü bilinen bir gerçektir. Buna karşın Demirci’nin tabandaki bu sempatisi, iki yıldır birlikte yürüdüğü yapıyı genişletememesi ile bir nebze olsun gölgelenmektedir. Başarılı bir başkanlık yapabilmek için geniş tabanlı bir desteğin söz konusu olması gerekir, Demirci’nin son adaylık sürecinden bu yana, arkasındaki oda desteğini ne oranda artırdığı ya da son seçimde karşısında olan odalara ne oranda dokunabildiği bu noktada önem arz etmektedir. Belki sadece delegelerin veya oda yöneticilerinin değil de tüm eczacıların mevcut olduğu bölgesel toplantılarda planlamalar noktasında yapılacak bilgilendirmeler, meslektaşlarımıza dokunabilme ve ulaşabilme açısından faydalı olabilir ve desteğin artmasını sağlayabilir diye düşünüyorum. Sonuçta oda yöneticilerini ve delegelerini seçenlerin de bizler gibi eczacılar olduğunun unutulmaması gerektiği kanaatindeyim.

Halen TEB Genel Sekreterliği görevini yürüten Arman Üney de başkan adaylığını açıklayarak hazırlıklarına başladı. Başarılı oda başkanlığı sonrası uzun yıllar TEB başkanlık divanında yer alan Üney’in, yaptığı görev anlamında tüm eczacı odaları ile en yakın temasta olmasını ne ölçüde avantaja çevireceği büyük bir merak konusu. Üney’in dezavantajı ise uzun yıllardır Çolak ile aynı ekipte çalışması olarak görülmektedir. Üney başarılı olmak istiyor ise seçime kadar olan sürede Çolak ekibinden ayrılık gerekçelerini makul, mantıklı ve inandırıcı bir şekilde delegelere anlatmak durumundadır. En azından meslektaşlarımızın, Çolak ekolünde uzun yıllar yöneticilik yapmış Üney’in seçilirse neyi, ne şekilde farklı yapacağını merak ettiklerini düşünüyorum.

Dördüncü ve en dikkat çeken yapı ise şu ana kadar herhangi bir isme resmen destek vermeyen ve kendi yapısı içinden de bir başkan adayı açıklamayan eczacı odalarının oluşturduğu grup olarak dikkat çekmektedir. Bu grubu oluşturan eczacı odaları, 2015 ve 2017 dönemlerinde Harun Kızılay’ın TEB başkanı olması için çalışma yapmış ve o zamandan bu yana birlikteliklerini belli oranda korumayı başarmışlardır. Ancak Kızılay’ın TİTCK’da görev alması sonrası kamudaki görev hassasiyeti ile TEB seçimlerine müdahil olmama kararı ile bu odalar için farklı bir yol yürüyüşü söz konusu olmuştur. Elbette ki Eylül ayında yapılacak seçimlerde, kamudaki görevi sona eren Kızılay’ın muhtemel eczacı odası delegeliği TEB’de tüm dengeleri değiştirecek bir faktör olarak kabul edilmektedir. Açık konuşmak gerekirse örgüt içinde ciddi bir ağırlığı olan Kızılay’ın bu olası manevrası, TEB seçimi ve başkan adayları üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanmaktadır. Kızılay cephesindeki bu muallak durumun, hem Kızılay’a hem de seçim sürecinde doğru bir merkez heyeti kurma çabasında olabilecek adaylara olumsuz yansıyabileceği endişesini taşımaktayım.

Gelinen noktada bir başka endişem de bu kadar parçalı bir seçim sürecinin ertesinde ortaya çıkması muhtemel tablo ile ilgilidir. Kişisel saiklerle yapılan seçim planlamaları, kalıcı ve kırıcı izler bırakabilir ve bizleri ciddi ayrışma noktalarına götürebilir korkusunu içimde hissediyorum. Umarım seçim öncesi yaşanan bölünmeler seçim sonrasına aksettirilmez ve diğer bazı meslek örgütlerindeki gibi geri dönülemez noktalara taşınmaz.

Eğer pandemi nedeni ile bir erteleme olmaz ise Türk Eczacıları Birliği’ni önümüzdeki iki yıl yönetecek olan kadroların seçimlerinin Kasım 2021’de yapılması gerekmektedir. Her ne kadar yasada seçimlerin kasım ayında yapılması hükmü varsa da bu seçimlerin zaman zaman aralık ayına sarkması söz konusu olmaktadır. Bu duruma kimse itiraz etmediği için yasanın bu hükmü görmezden gelinmektedir. Bilindiği üzere Büyük Kongre’de oy kullanacak üyeler eylül ayında yapılacak olan eczacı odalarının genel kurullarında seçime katılan üyelerin oyları ile belirlenmektedir. Özetle Eylül ayında eczacı odası seçimleri yapılacak ve bu kongrelerde belirlenen büyük kongre delegeleri Kasım ayındaki seçimlerde önümüzdeki iki yıl eczacılar birliği yönetimini oluşturacak, bir başka deyişle eczacılığın geleceğine yön vereceklerdir. Neden bu kadar ayrıntıya girdiğimi de açıklamak gerekir diye düşünüyorum. Özellikle sosyal medyanın yaygınlaşmasından sonra bu mecralarda TEB yönetimini eleştiren meslektaşlarımızın ciddi bir kısmı delege sistemine karşı çıkarak büyük kongrede bütün üyelerin oy kullanması gerektiğini ve oylamanın da internet üzerinden yapılması gerektiğini ifade etmektedirler. Bu düşünce içinde çok ciddi sakıncalar içeriyor olmasının yanında mevcut düzenlemede yasaya aykırıdır. Eczacı Odası ve Merkez Heyeti çalışmalarını beğenmemek, hatalarını söylemek ve gerekli eleştirileri yapmak elbette en doğal hakkımızdır. Ancak sürekli eleştirmek de çözüm değildir. Çözüm aslında çok nettir, birey eczacı; eczacı odasına ve eczacılar birliğine sahip çıkmak durumundadır. Sahip çıkmak, odanın her toplantısına katılmak, sorunları ve olası çözüm önerilerini yazılı ve sözlü olarak dile getirmek ve elbette ki genel kurullarda aday olup doğruları hayata geçirebilmek için sorumluluk almaktır. Odanın eğitimlerine, bilgilendirme toplantılarına, seçimli seçimsiz genel kurullarına katılmadan yapılan eleştirilerin çok da rasyonel olmadığı kanaatindeyim. Hepimizin bildiği bir gerçeği tekrar etmekte yarar görüyorum, eczacı odalarımızı ve birliğimizi bizim gibi eczacılar yönetmektedir. Başarılı olsun veya olmasın, eczacılar tarafından sevilsin ya da sevilmesin bu yöneticilerimiz atama yolu ile gelmemekte, oda ve birlik seçimlerinde eczacılar tarafından seçilmektedir. Ve bu seçimlerde oy vermek veya aday olmak için hiçbir kısıtlama ya da engelleme yoktur hatta seçimlere katılmamanın cezası vardır. Odaya üye olan her eczacı oda kurullarına aday olabilir. Adaylıklar ekip halinde olabileceği gibi bireysel adaylık şeklinde de mümkündür. Katılmak, müdahil olmak, dahil olmak, aday olmak, seçmek, seçilmek ve seçtirmek. Mesleki sorumluluk bunları gerektirir.

Birey olarak, yeni seçilecek merkez heyetinden kuşe kağıda basılı global projeler, cafcaflı söylemler, power pointte aforizmalar, prompter destekli söylemler beklentisinde değilim. Sadece, umudumu yaşatacak ve ayağım taşa takıldığında varlığını hissettirebilecek bir yapı hayalimi diri tutmak istiyorum.

Son olarak bir mini detay ile yazımı sonlandırmak niyetindeyim. TEB hakkında saptamalarda bulunup, adaylar hakkında belki haddimi zorlayan değerlendirmeler yapıp, seçim süreçlerini yorumlayıp kendimle ilgili değerlendirmemi paylaşmasam olmaz diye düşünüyorum. Yıllardır meslek örgütü içinde bulundum, aday oldum, kazandım, kaybettim, seçildim, seçilemedim ama hep çalıştım hep mücadelenin içinde oldum. Ama doğru bildiğim ilkelerimden ne bolaman ne armelit ne de zigana virajlarında savrulmadım. Aktif görevim olmadığı dönemde de meslek ve eczacılık camiası için çaba sarfettim. Amacım eczacılık mesleğine bir nebze olsa da katkıda bulunmak oldu hep, Nemrud’un ateşine su taşıyan karınca misali. Meslek örgütü içinde aktif görev alırken de süreçleri dışarıdan gözlemlerken de iç sesim ne diyorsa dış sesim de hep aynı şeyi söyledi. Hiçbir zaman hesap ve kitap içinde olmadan hep doğru bildiklerimi koşulsuz savunmaya çalıştım. Hamurumuzda ne varsa dilimizde de o vardı. Belki de bu yüzdendir ki dönem dönem rakip olduğum insanlarla hep uzun süreli dostluklar kurabildim. Özeleştiri mekanizmasını mümkün olduğu kadar kendim için işletmeye gayret gösterdim. Elbette benim de her insan gibi sevenim de vardır sevmeyenim de. Ama beni sevmeyenler de çok iyi bilirler ki bu yazıyı kaleme alan kişinin söylemleri değişen konjonktüre ve çıkar ilişkilerine göre şekillenmez. Bu böyle gelmiştir, ömrüm vefa ettikçe de böyle gidecektir…

Sevgi ve saygıyla…

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat