Sayın Divan, Merkez Heyeti, Denetleme Kurulu, Yüksek haysiyet Divanının sayın başkan ve üyeleri, sayın Oda Başkan ve Yöneticileri, sayın delegeler, değerli meslektaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler sizleri saygı ile selamlıyorum. Sizlere Artvin Cerattepenin doğası, Gümüşhane pestil-kömesi, Rize anzer balı ve Trabzon’un bordo mavisinden selam getirdim.
Öncelikle yönetim organlarındaki meslektaşlarıma iki yıllık emekleri için teşekkür ediyorum. Gerçi salonda olsalar yüzlerine karşı söylemek isterdim ama yoklar. Ettiğim teşekkür evlerinden, işlerinden, ailelerinden zaman ayırıp burada emek verdikleri içindir. Başarılı olup olmadıklarına karar vermek benim haddim değildir, başarıya karar verici makam salondaki delegelerdir ve onlar da kararını pazar günü seçimde belli edeceklerdir.
Birlikte görev yaptığımız dönemde hiç dava kaybetmeyen ve artık dostum olan hukuk müşavirleri Gökhan Pekcan ve Hüseyin Öğüşlü’ye ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Son teşekkürüm de Türk Eczacıları Birliği çalışanlarına. Birçoğu ile birlikte çalışmaktan keyif aldığım emekçi arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Sözlerime Eczacılar Birliğine ait eczane işletim programı TEBEOS ve ilaç bilgi kaynağı TEBRP ile başlamak istiyorum. Bu iki çalışmaya çok önem ve emek vermiş olmam nedeniyle, süreç hakkında kısa bir bilgilendirme yapmak istiyorum. Piyasadaki eczane işletim programları eczacıların işlerini kolaylaştırmakta ancak bununla beraber eczacılara ciddi ekonomik yükler de getirmekteydi. Yıllık aidatların sürekli yükseltilmesi ve en küçük bir revizyonda astronomik tutarlar istenmesi kabul sınırlarını aşmıştı. O dönemlerde Büyük Kongrede TEB’nin eczane işletim ve ilaç bilgi kaynağı kurması konusunda önerge verdik ve bu önergemiz Büyük Kongrede kabul edildi. Bu çalışmaları yapma kararı alan yönetimde olmanın mutluluğunu hala içimde hissederim. Daha sonra TEB bünyesinde kurulan komisyona başkanlık etme ve ihale komisyonunda bulunma onurunu yaşadım. Programın yazılması ve çalışması aşamalarında görev aldım ve program ilk olarak benim eczaneme kuruldu. Bütün versiyonlar hala benim eczanemde denemeye alınmaktadır. Eczane açısından önerdiğimiz düzenlemelerden yüze yakını program iyileştirilmesinde hayata geçirilmiştir. Bu anılarımı paylaştığım Erzurum Bölgelerarası toplantısından sonra önerilerimi dikkate alıp programa ivme katan merkez heyetine teşekkür ediyorum. Öte yandan TEBEOS u bugünlere taşıyan Emrah Himmet’e ve TEBRP ye hayat veren Caner Eryol’a burada sizlerin huzurunda teşekkür ediyorum. Ve sizlerden TEBRP ve TEBEOS a sahip çıkmanızı yaygınlaştırılmasına yardımcı olmanızı diliyorum.
Açıkçası bu uygulamaların daha da zenginleştirilmesi noktasında bazı önerilerim de var. Eczanelerde reçete karşılarken yaşanan sorunların en aza indirilmesi ve kesinti yaşanmaması için yapılan çalışmalar var. Örneğin eczacı odalarını gezip bilgi paylaşımında bulunan “sut rehberi” ekibi var. Bir de “rapor kontrol” programı var. Bu iki çalışma eczacılara ciddi kolaylıklar sağlamaktadır. Bildiğim kadarı ile her iki ekip de bu çalışmalarını ticari beklenti olmadan yapmaktadırlar. Yeni seçilecek merkez heyetine bu iki ekiple görüşüp gerekli sosyal ve ekonomik desteği sağlayıp bu çalışmaların TEBEOS ve TEBRP ye entegre edilmesi konusunda çalışma yapmasını öneriyorum. Bu konuda önümüzde olumlu bir örnek de var. Ben Ankara’ya gelene kadar RX Mediapharma dan bilgim yoktu. Öğrendim, inceledik ve iki yıllık telif haklarını ödeyerek tüm eczanelere iki kez yolladık. Ve bugün eczanede bu tür bilgi kaynakları vazgeçilmez başvuru alanları olmuş durumdadır. Bu tür bir çalışmadan bahsediyorum.
Bir önerim daha var, “genel sağlık sigortasına geçiyoruz, aile hekimliğinde olduğu gibi bizce aile hekimliği de olmalıdır. Bu sistem içinde eczacılar, o aile başına -baksa da bakmasa da- bir ücret alacak, eczacıların da bu anlamda sorumlu olduğu sistemdeki reçetelerden hekimler bir mesleki hak alınması hükümete önerilmelidir.” Ama bu öneriyi ilk defa yapmıyorum. Aralık 2005’teki 35. Büyük Kongre konuşmamdan aynen okudum. Bir daha önereyim, tutanaklara geçsin belki dikkate alınır diye düşünüyorum.
Büyük Kongre denilince aklımıza doğal olarak seçim ve yeni yönetimler gelir. Seçim denilince hiç aklımdan çıkmayan bir anımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Tarih Kasım 1998. İzmir’de Üçüncü Başkanlar Danışma Kurulu İkinci Bölgelerarası Toplantısı yapılıyor. Ben de bir dönem yönetim kurulu üyeliği yaptıktan sonra genel sekreter olmuşum odada. Elbette ki hayalimde çok çalışıp oda başkanı olmak var. İzmir toplantısında oda başkanları kürsüye çıkıp eleştirilerini sıraladı ve dönemin başkanı Mehmet Domaç kapanış konuşması için kürsüye geldi. Domaç eleştirileri cevaplarken dönemin mersin oda başkanı Tuğrul Tol’a cevaben “ben Silifke’de oturup Mersin’deki eczacı odasını yönetmiyorum” dedi. Bir an başımdan aşağı kaynar su döküldü. Çünkü beni eczanem de Trabzon’a kırk kilometre uzakta bir ilçede. İlçede çalışıp oda başkanı olunmuyor demek ki diye düşündüm. Başkan olsan bile her fırsatta yüzünüze vuruluyor diye üzüldüm. Her seçim ortamında o anlar gözümde canlanır…
Gelelim Büyük Kongremize, bu kongremizin ilklere sahne olması beklenmektedir.
Erdoğan Çolak başkanlık süresini daha da uzatabilecek mi, görevdeyken aday olmayan ilk başkan mı olacak ya da görevdeyken seçimi kaybeden ilk başkan mı olacak? İrfan Demirci bir ilki başarabilecek mi? Üst üste iki seçimde başkan adayı olup da ikinci seçimi kazanıp başkan olabilecek mi? Arman Üney bir ilki başarabilecek mi? Genel Sekreterlik yaparken birlikte çalıştığı başkana karşı aday olup kazanabilecek mi yoksa o da daha önce başkanlığa aday olan genel sekreterler gibi en yakın çalışma arkadaşı ile liste mi delecek. Hatırlayacaksınız ben Çağatay Çakar ile listeyi delmiştim, aynı şekilde Harun Kızılay da Kerem Zabun ile listeyi delmişti.
Bu çok parçalı seçim gündemi içerisinde, beraber çalışabilme, yönetimsel uyum, birliğin kurumsal yapısını önceleme gibi kritik noktaları vurgulamak amacıyla, Çağatay Çakar ile beraber listeyi deldiğimiz dönemi daha doğrusu azınlık olarak merkez heyetinde görev yapma sürecimizi biraz anlatmak istiyorum. İki yıllık dönem içinde 2-3 karara ilkesel karşı çıkışlarımız olduğu için muhalefet şerhi koymuştuk. Bunlardan bir tanesi SGK sözleşmesindeki kademeli iskonto yaklaşımı idi. Biz “bugün eczacıyı sınıflandıran, kategorize eden bir anlamda kamplaştıran anlayışa biz merkez heyeti olarak imza atarsak devamı çok kötü olur” demiştik muhalefet şerhimizde. Bu ayrımcılığın daha sonra ilaç fiyat kararnamesi ile devam eden kademeli karlılık gibi süreçler ile bizleri ne hale getirdiği ortadadır. Bu gibi temel konularda ilkesel karşı duruşlarımız vardı. Öte yandan biz asla normal işleyişi tıkamadık. Görev istedik, görev aldık, çalıştık, emek verdik. Bu çalışmalarımız yönetim içinde iki olan sayımızı bir sonraki seçimde beş kişiye taşıdı. İkinci dönem de beş kişi aynı anlayışla çalıştık. Hatta birkaç defa Erdoğan Çolak’ın “biz 6-5 döneminde daha verimli çalışıyorduk” dediği de rivayet olunur. Biz azınlıkta olduğumuz iki dönemde de yönetimi tıkamadık, çalışmalara engel olmadık. Uzlaşmadan yana taraf olduk. Uzlaşma imkânımız kalmadığında da bu yapıyı zedelemektense ayrılmayı tercih ettik.
Değerli meslektaşlarım, eğer bir şeyleri hayata geçirmek istiyorsanız yönetim olmak zorundasınız. Yönetimde olmak için de seçimi kazanmalısınız. Seçim kazanmak için de sayısal çoğunluğu elde etmek adına sizden farklı görüşte olanlar ile ortak paydalarda buluşmak durumunda kalabilirsiniz. Özetle seçimi kazanmak adına ittifaklar, birleşmeler elbette doğaldır. Gerçi Sayın Çolak’ın olduğu bir ortamda benim seçim kazanma taktiği vermem biraz abesle iştigal ama devam edeyim. Ancak sadece seçim almak odaklı ittifakların başarılı olamadığı da bir başka gerçektir. Bazen iktidar olursunuz ama muktedir olamazsınız. Son seçimimizde gerçekleştirilen seçim ittifakının beklenen kaynaşmayı sağlayamadığı acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Merkez heyeti seçiminde gerçekleşen sinerjinin, pratikte beklenen verimli çalışma ortamını sağlayamadığı aşikardır.
Oysa ki ne de ümit verici bir başlangıç olmuştu. Dolmabahçe Sarayında Sayın Cumhurbaşkanı ile yapılan görüşme neticesinde başlayan çalışmalar. Umut saçan fotoğraf kareleri, içi dolu dosyalar, Sayın Cumhurbaşkanımızın eczacı kurmaylarının bizi umutlandıran söylemleri… Ben dahil bütün eczacılarda bir umut ışığı filizlenmişti, acaba mı diye. O dönem bu dönem mi diye. İçimdeki o şüpheci kuruntu ile çok mücadele ettim, ama ne yazık ki şüpheci kuruntum haklı çıktı.
Bugünün gündemimizdeki en önemli sorunlardan biri de yardımcı eczacılık konusudur. Yardımcı eczacılık ve ikinci eczacılık sorununun acilen çözülmesi gerekiyor. Biraz hafızamızı tazeleyelim. Yasa çıktığı zaman hepimiz çok mutluyduk. Yasanın çıkmasından sonra ilk geniş katılımlı toplantı Antalya Bölgelerarası toplantıydı. Toplantıda alkışlarla karşılandı emeği geçen siyasiler. Bir tek ama bir tek kişi karşı çıkmamıştı. Gel gör ki uygulamada karşılaşılan aksaklıklar konunun bugün yeniden değerlendirmesi gereksinimini doğurmaktadır. Yeniden değerlendirmeden kastım yasanın ruhuna dokunmadan uygulamadaki aksaklıkları düzenlemek elbette. Bizim sorunumuz aslında bugün çıkmadı ortaya. Konu ile ilgili yönetmelik taslağı ve mevzuat ısrarla saklandı bizlerden. Toplantılarda “bilmemiz gereken” bölümlerden sunumlar yapıldı hep… Hani utanmasam adına bilgi saklama hastalığı diyeceğim bu yaklaşım, bugünlere gelmemizin en büyük nedenidir. Zonguldak Bölgelerarası toplantının en önemli gündem maddesi oldu yönetmelik taslağı. Israrla bizlere verilmedi. Kürsüde sorduk, isterseniz tekrar anlatalım dediler. Bize verilen yanıtı kelimesi kelimesine okuyorum, “Arkadaşlar, defalarca söyledim, gizli, saklı hiçbir şeyimiz olmaz, her şeyimiz çok açık, çok net. İstiyorsanız 2 saat, 3 saat, 5 saat, 10 saat, Harun baştan sona tek tek, nokta nokta, virgül virgül anlatsın, hiçbir mahsuru yok. Ama bu metni biz alalım, bu metnin üzerinden bir tartışma ortamı yapalım diyorsanız, buna yokuz. Yani bizim bilgi istememiz “tartışma ortamı yapmak “diye tanımlandı.
Şimdi madalyonun öbür yüzünü çevirelim. Merkez heyetine ağzımıza geleni söylüyoruz. Yönetimde olanlar eleştiriyi kabul etmeliler o da kabul. Peki hiç kendimize dönüp bakmayacak mıyız? Eczacı Odalarımız nerede bu süreçte. Kısıtlama öncelikli yasayı önce alkışlayıp, uygulamadaki aksaklıkları görünce yasa değişsin diyenlere ne demeliyiz. Çözüm öneren yok. Pandemi sürecinde TEB i eleştirip sadece eczaneleri ilaçlatmak ve nöbetçi eczaneleri ziyaret etmek dışında bir şey yapmayanların hiç mi suçu yok? Her zaman hareketlenmeyi yukarıdan beklememek gerekiyor. Geçmişe bakıldığında birçok eylemliliğin odalar tarafından ateşlendiği hatırlanacaktır. Bir örnekle tekrar hafızalarınızı canlandırmak istiyorum. Şanlıurfa Bölgelerarası toplantısı öncesi eczacılık mesleği her zamanki sorun sarmalı ile uğraşıyordu. Tüm konuşmacılar artık yeter diyordu ve bir eylem yapılması konusunda hemfikirdiler. O dönem de başkan olan sayın Çolak o süreci geçen kongre konuşmasında şöyle anlattı, “21 Aralık mitingine Urfa’da bölgelerarası toplantının yapıldığında kürsüden itiraz ettim önce, bu mitingi yapamayız” diye. Sonra bütün konuşmacılar itiraz edince olgunlaşmış dedik, yeniden karar aldık.” Bence yanlış hatırladı sayın başkan. Kapanış konuşmasında merkez heyeti üyelerine sorma gereği bile duymadan eylem yok dedi ve toplantıyı kapattı. İşte o zaman merkez heyetinin azınlık kanadı olan bizler toplantı kapanışı ile gala gecesi arasında ciddi çaba göstererek olağanüstü merkez heyeti toplantısı yaptırarak eylem yapılması konusunda tüm gücümüzü kullandık. Zamanın saymanı Özgür Özel ve diğer sağduyulu merkez heyeti üyelerinin de katkı vermesi ile miting kararı alındı ve kapanış konuşmasında eylem yok diyen birlik başkanı gala gecesinde miting müjdesini verdi. Demek ki mücadele edince oluyormuş.
Yönetimler kişilere endeksli olmasın, bilgi ve belgeleri paylaşmak kişisel tercihlere kalmasın, kurumsallaşma yerleşsin diye, biz görevde iken 2003 TSE-ISO 9001 belgesi aldık bu Birliğe. TEB Türkiye de bu belgeyi alan ilk meslek örgütü idi. Amacımız TEB in kurumsal yapısını belgelemekti. Bu belgeyi almaktaki amacımız bir sistem oluşturmaktı. Şöyle özetleyebilirim, rutin yürüyecek evrak ve standart işlemler profesyonel çalışanlar tarafından halledilecek, yöneticiler evrak ve kırtasiyeye boğulmayacaktı. TEB yönetimlerini gerçek görevleri olan seçenekler arasında karar vermeye döneceklerdi. TEB deki işleyiş kişilerin inisiyatifine bırakılmayacaktı. Sizse tam tersini yaptınız, TEB işleyişini kurumsallıktan uzaklaştırdınız. Kişilere odaklı yönetim anlayışını egemen kıldınız. TEB iştiraklerini, yani ticari işletmelerini basiretli bir tüccar gibi yönetemediniz. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Türk Eczacıları Birliğinin kurumsal hafızasını da yok etmeye çalıştınız. Bazı çalışmalar beğenilmeyebilir, eleştirilebilir, farklı düşünülebilir ama TEB in kurumsal hafızasına müdahale asla kabul edilemez.
TEB her açıdan güçlü olmalıdır. Odaları ve üyesini arkasına alarak sanayicilerle, dağıtım tekelleri ile ve kamu otoritesi ile verdiği mücadelede çok güçlü bir orduyu temsil etmelidir. TEB ekonomik olarak da çok güçlü olmalıdır. Üyesini arkasında hisseden ekonomik olarak güçlü bir meslek örgütü hepimizin hayalidir. Ancak bu ekonomik güç beklentisi TEB i meslek örgütü olmaktan uzaklaştırıp ticarethane haline de getirilmemelidir. Siz TEB i büyütmeye çalışırken eczacıyı çok ihmal ettiniz.
Eczacı kendini artık her konuda yalnız ve sahipsiz hissetmektedir. Bunu sizlere ömrünün 25 yılını kesintisiz olarak bu örgüte adamış bir arkadaşınız olarak değil çoluk çocuğunun nafakasını eczanesinden kazanmaya çalışan bir meslektaşınız olarak söylüyorum. Ben keyfi kesintiler yapan SGK karşısında yalnızım. Tanesini 4,75 Tl ye aldığım maskeyi 5 Tl ye sattığım için beni denetleme değil hırpalamaya gelen maliye karşısında da yalnızdım. Pandemi geldi alınabilecek önlemler ve coronovirüs konusunda da yalnızdım. Cami avlusuna bırakılmış kedi gibi. İşte bu cami avlusuna bırakılan kedi gibi olan eczacılar yalnızlıklar bir araya gelince, hayatın gerçekleri ile karşılaşınca yırtıcı bir pantere dönüşüyor. Ve pençelerini de ilk olarak meslek örgütüne yöneltiyor.
Bir büyük kongre konuşmamda ifade ettiğim görüşlerimi bir kez daha sizlerle paylaşmak istiyorum. “Dün yönetim makamında biz vardık bugün siz varsınız, yarın belki tekrar siz yönetim olacaksınız, belki yeniden biz yönetime geleceğiz. Belki de tamamen bir başka ekip gelecek yönetime. Vazgeçilmez olan kişiler değildir, mukaddes ve vazgeçilmez olan yalnız ve yalnız TEB in kurumsal kimliğidir.”
Sizlere Simon Peres’in 2000 yılında, milenyum açılışı için Davos’ta yaptığı konuşmadan bir alıntı yapmak istiyorum:
"Dünya tarihi hatalarla dolu. Tarih kitapları, okullardaki tarih dersleri eğer işe yarasaydı, aynı hatalar tekrar edilmezdi. Geçmişten ders alınsaydı, 20. yüzyıl bu denli kanlı olur muydu? Bugüne kadar geçmişten ders alındığı görülmemiştir. Tarihi öğrenerek yanlışları düzeltemediğimize göre neden geçmişi hatırlayalım ki? Sezar'ın savaşlarda kaç kişiyi öldürdüğünü bilmemizin ne önemi var?” demiş Simon Peres.
Ben diyorum ki; anılarımızdan kurtulalım. Geçmişe bakmayı, geçmişi sorgulamayı bırakalım. Geleceğe bakalım. Çocuklarımıza geçmişi hatırlamayı değil, hayal kurmayı öğretelim". Bizler hayal etme yeteneğine sahibiz, Bizler birlikte bir düş kurma ve o düşü gerçekleştirme yeteneğine sahibiz. Bizler birbirimizin düşmanı değiliz, peki kim bize düşman?
Sermaye bize düşman; çıkar peşinde, rant peşinde koşanlar bize düşman. Bizler eczacıyız. Bizler birbirimizin dostuyuz.
Bakın, Tabiata dost olmazsak iklim bozulur, Coğrafyaya dost olmazsak canlı türleri yok olur. İnsana dost olmazsak medeniyeti, Kitaplara dost olmazsak bilgiyi, laboratuvarlara dost olmazsak bilimi, Kadın-erkek dost olmazsak aşkı, sevgiyi kaybederiz. Bizim kaybetmek değil, kazanmaya ihtiyacımız var. Maçta kazanmaya değil, Seçimde kazanmaya değil, Dostlukta, dayanışmada kazanmaya ihtiyacımız var.
Ezcümle, derim ki; Geçmişi bırakalım, bugün yeni şeyler söyleyelim cancağzım. Ama yeni dediğimizin de insanlar olduğunu, anlayışlar olduğunu, gençler olduğunu, eskide kalması gerekenin de kavga, dedikodu, karalama olduğunu unutmayalım. Güçlü olmak için Birlik, Birlik olmak için de bugün ve her gün güçlü olmak zorundayız, unutmayalım.
Dursun Temel'e Sormuş,
-Uşağum Oruçlu Oruçlu Kaç Hamsi Yiyepilursun?
Temel
-100 Tane Demiş
Dursun
-Hadi Oradan Yesen Yesen 1 Tane Yersin Geriye Kalan 99 Hamsiyi Oruçsuz Yersin. Bu Espri Temel'in Çok Hoşuna Gitmiş. Yolda Cemal'i Görmüş ve Hemen Sormuş
-Uşağum Oruçlu Oruçlu Kaç Hamsi Yiyepilursun?
Cemal
- 50 Demiş
-Ha Uşağum 100 Deseydun Sana Müthiş Bir Espiri Yapacaktum Demiş.
Söyleyecek çok şey var, bağlamı oluşabilse… Ama buradaki topluluk, esas tartışmanın etrafından dolanıyor.
Toplum eczacısının, kamu eczacısının, akademisyen eczacının, yardımcı, ikinci eczacının sorunu çok büyük ve gittikçe büyüyor. Biz ise burada sadece o yönetici mi olsun, bu yönetici mi olsun diye tartışıyoruz…
Aynı Temelin dediği gibi, konu eczacı olsaydı, ben de çok şey anlatacaktım.
Bu mesleği, bu meslek örgütünü ve sizleri çok seviyorum.
Saygılar sunuyorum.