Doç. Dr. Hilal Bardakcı

Bu yazı dizisini yazmaya Temmuz ayında karar vermiş ve yazmaya başlamıştım ancak o gün yazmaya başladığım yazıyı bugüne kadar fırsat bulup bir türlü tamamlayamamıştım. İlk yazdığım yazının başlığı ve içeriği "Gelecek gençlerde!" idi. Fikrim hala değişmedi. Geleceğin hala gençlerde olduğunu düşünüyorum, çünkü bizden önceki nesiller ve bizler eczacılık eğitimi ile ilgili sorunlara yeterli çözüm bulamadığımız gibi sorunların giderek artmasına da sessiz kaldık. Umarım yeni nesil eczacılar bizlerin hatalarını ve eksiklerini tamamlayarak mesleğimizi hak ettiği konuma getirirler.

Her ne kadar eczacılık mesleğinin akademi tarafında yer alsam da özellikle serbest eczacıların ve kamu eczacılarının yaşadıkları sorunlara sıklıkla şahit oluyorum. Hatta bu sorunlar yüzünden eczacılar 16 yıl aradan sonra ilk kez eylem yapma kararı aldılar. Fakat bir akademisyen gözü ile baktığımda bugün eczacılık mesleğinin en büyük probleminin eczacılık fakültelerindeki eğitimin niteliği ve niceliğindeki ciddi düşüş olduğunu ve bu durumunda ileride mesleğimizi derinden etkileyecek daha büyük sorunlara yol açacağını söylemeden geçemeyeceğim! Özellikle eczacı akademisyenlerin bir noktada çeşitli sebeplerle akademisyenliği bırakmak zorunda kalmaları ile meslektaşlarımızı artık eczacıların yetiştirmeyecek olmaları ciddi bilimsel ve etik problemler ile karşı karşıya kalacağımızın habercisi.

Ülkemizde eczacılık eğitiminin ve Eczacılık Fakültelerinin mevcut durumları hakkındaki sorunları diğer meslektaşlarım Eczacının Sesi platformunda defalarca dile getirdi. Prof. Dr. Ekrem Sezik ve Prof. Dr. Tayfun Uzbay Hocalarım eczacılık eğitimindeki eksiklikleri dile getirirken, meslektaşım Ecz. Erdal Kart "Memleketimden Eczacılık Fakültesi Manzaraları" isimli yazısında ülkemizdeki eczacılık fakültelerinin içler acısı hallerini ortaya koydu. Yazısında ülkemizin 52 eczacılık fakültesi ile dünyada 3. sırada yer aldığını, 57 eczacılık fakültesinin sadece 29unun dekanın eczacılık lisans çıkışlı, geri kalan 28 fakültenin dekanlarının tıp, kimya ve biyoloji alanlarında lisans eğitimi aldığını belirtti. Bu yazının üzerine Eczacılık Fakültelerinde kaç profesör, kaç doçent, kaç yardımcı doçent, kaç araştırma görevlisi olduğu ve hatta bu öğretim üyelerinin hangi Anabilim Dallarında görev yaptığını araştırmak için "Yükseköğretim Bilgi Yönetim Sistemi" sayfasını inceledim. Farmakognozi Anabilim Dalına baktığımızda ülkemizde bugün toplam 54 profesör, 20 doçent, 55 yardımcı doçent, 3 öğretim görevlisi (hala bu kadronun eczacılık fakülteleri için neden gerekli olduğunu da anlayabilmiş değilim bu arada) ve 57 araştırma görevlisi, Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalına baktığımızda 51 profesör, 24 doçent, 57 yardımcı doçent, 5 öğretim görevlisi ve 88 araştırma görevlisi, Eczacılık İşletmeciliği Anabilim Dalına baktığımızda ise 3 profesör, 1 doçent, 9 yardımcı doçent, 2 öğretim görevlisi ve 4 araştırma görevlisi olduğunu gördüm. Bu sayılar her ne kadar çok gibi görünse de bu listedeki hocaların pek çoğu emeklilik yaşını geçmiş, bazıları emeklilik yaşında, bazıları dışarıdan yarı zamanlı öğretim üyeliği yapıyor, bazıları ise sadece üniversitelerin kadrolarında görünüyor hiç üniversiteye uğramıyor, bazıları ise kadrolarda görünüp ilaç endüstrisine danışmanlık ya da eczane eczacılığı yapıyorlar, ya da birden fazla üniversitenin kadrosunda aynı anda yer alıyorlar. Totale baktığımızda 52 eczacılık fakültesinin bulunduğu bir ülkedeki doktoralı eczacı akademisyen sayısının neredeyse toplam fakülte sayısından düşük olduğunu görüyoruz.

Hepimizin bildiği gibi eczacılık eğitimi multidisipliner bir eğitimdir, yani pek çok temel bilim ile eczacılık meslek bilimleri derslerinin karmasıdır. Temel Eczacılık Bilimleri bizlerin eğitiminin en önemli parçası, olmazsa olmazıdır. Bu derslerin öğrencilere aktarılmasında eczacı öğretim üyelerinden ziyade bu derslerin lisans bölümlerinden mezun olmuş ve bu alanlarda doktora yapmış öğretim üyelerinin yer alması elbette daha verimli olmaktadır. Fakat söz konusu Eczacılık Meslek Bilimleri dersleri, fakülte yönetimi, eğitim ile ilgili kurul ve komisyonlar olduğunda, sorumlu kişilerin "eczacılılık" mesleğine mensup kişilerin olması gerektiğini düşünmekteyim. Bir eczacı olarak söyleyeceklerimin "meslek şövenizmi" olarak algılanmasını istemem ancak bir eczacılık fakültesi öğrencisinin fakülteden ve gelecekten beklentilerini, kariyer planlamasını, fakültenin işleyişini, stajların uygulanmasını, laboratuvar gereksinimlerini, fakülte müfredatını en iyi bir eczacı öğretim üyesi anlayabilir. Bir eczacılık öğrencisinin eğitim deneyimini en iyi bir eczacı anlar. Siz hiç Tıp Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi-Kimya, Fizik ya da Biyoloji bölümlerinde eczacı dekan ya da dekan yardımcısı gördünüz mü? Ya da bu fakültelerin eğitim komisyonlarında eczacıların yetkili olduklarını, yani farklı fakültelerin eğitim programlarını bir eczacının planladığını gördünüz mü? Ben görmedim. Bırakın eczacıların başka fakültelerin yönetimlerinde yer almalarını, açıkçası birkaç nadir örnek dışında eczacıların bu fakültelerde ders verdiğini de görmedim. Hani bizler eczacı olarak kimya, biyoloji, farmakoloji, kozmetoloji, farmakognozi alanlarda söz sahibi kişilerdik, hani bu dersleri en detaylı bizler işliyorduk. O zaman neden bu dersleri diğer fakültelerde bu alanlarda doktora yapmış eczacılar olarak bizler vermiyoruz. Fakat nedense söz konusu Eczacılık Fakülteleri olduğunda eczacılar dışında herkesin söz hakkı olabiliyor. Eczacıların yetkili olmadığı ya da sayıca eksik olduğu fakültelerde maalesef ki fakülte müfredatının, laboratuvarlarının, yönetmeliklerinin hazırlanmasında, yani eğitim-öğretimde ciddi sorunlar çıkabiliyor. Bunun sebebi kesinlikle eczacı olmayan öğretim üyelerinin işlerinde yetersiz ya da başarısız olması değildir. Bilakis eczacılık fakültelerinde eczacı akademisyenlerden çok daha fazla bilimsel çalışma üreten, fakülte düzenine hakim olabilmek için gece gündüz demeden özveri ile çalışan birbirinden değerli pek çok akademisyenimiz mevcut. Ancak şahsi görüşüm herkes iyi bildiği hatta sadece bildiği işi yaparsa ortada bir sorun kalmayacaktır. Ben nasıl ki bir eczacı olarak tıp fakültesi, mühendislik fakültesi, biyoloji bölümü, fizik bölümü, kimya bölümü, hemşirelik ya da beslenme ve diyetetik bölümünün mesleki gereksinimlerini ve öğrencilerin beklentilerini bilmediğim için yönetemezsem, bu bölümlerin geleceği için karar alınırken nasıl ki faydalı olamazsam, hatta eksik kaldığım pek çok nokta olacaksa, Eczacılık Fakülteleri için de durum aynı değil mi?

Katıldığım bazı toplantılarında ve konferanslarda şu konuşmalara pek çok kez şahit oldum ve karşı çıktım (eczacılık fakültesi öğrencileri ve eğitimi için);

–bu çocuklar zaten eczane açmayacaklar mı? –bu kadar derse ne gerek var? –bu konuyu bu kadar detaylı anlatmaya ne gerek var? –bu konuyu atlayalım zaten eczane açacaklar ne gerek var? –laboratuvarda bunu öğrenmeseler ne olacak? –bu cihazı kullanmayı da bilmesinler? –eczanede ilaç mı üretecekler ki? –nasılsa raftan ilacı alıp vermeyecekler mi? –şuna ne gerek var? –buna ne gerek var?..... Ve tahmin edin bu konuşmaları yapanlar kimlerdi? En azından benim karşılaştıklarım eczacı değildi. Umuyorum ki meslektaşlarımdan bu şekilde düşünen yoktur! Maalesef bir eczacı da eczacılık fakültesinden farklı bir fakültenin yönetiminde yer aldığında bazı noktalarda ne gerek var şeklinde yorum yapabilir, bu durum ise gayet anlaşılabilir.

Eczacılık Fakültesi sayıları ile yukarıda yazdığım Eczacılık Meslek Bilimleri Anabilim Dallarına bağlı öğretim üyeleri sayıları kıyaslandığında gerçekten eczacılık fakültelerinde ciddi öğretim üyesi açığı olduğunu görüyoruz. İşte bu açığı fakülteler "eczacı" olmayan öğretim üyeleri ile kapatmaya çalışıyorlar. Ecz. Erdal Kart’ın yazısında belirttiği üzere pek çok fakülteden "eczacıların akademik camiadaki sayısının düşük olması sebebi ile farklı bölümlerden akademisyen alınmasının zaruri olduğu" cevabı gelmektedir. Elbette bu cevabın gerçeklik payı çok büyük, ancak benim açımdan eczacı akademisyenlerin sayısının azlığına ilave olarak eczacı akademisyenlerle çalışmanın nispeten daha az tercih edilmesi ve eczacı akademisyenlerin karşılaştıkları haksızlıklarda o ortamda bulunmak istememeleri de diğer sebepleri. Çünkü eczacılar şayet akademisyen olmayı tercih ediyorsa bunun sadece iki sebebi vardır; ilki kaliteli bilimsel çalışmalara imza atmak, ikincisi ise eczacılık öğrencilerine yol göstermek. Hiçbir eczacı ekonomik kazancını düşünerek akademisyen olmayı tercih etmez. Ve eczacı akademisyenler bahsettiğim bu iki koşul sağlanmadığında ise bulundukları kurumlardan ayrılıp diledikleri yerde çalışma hakkına sahiptir. Periferdeki üniversitelerde belki durum bahsedildiği gibi olabilir, yeterli eczacı öğretim üyesi bulunamayabilir ancak merkezi konumlardaki fakültelerde böyle bir sorun olmamasına rağmen eczacı öğretim üyesi eksikliği yaygın olarak gözlenmektedir. Yani pek çok eczacılık meslek bilimi dersi de eczacı olmayan öğretim üyeleri tarafından verilmektedir. Meslektaşımın yaptığı araştırmada dekanı eczacı olan üniversitelerde eczacı öğretim üyesi sayısının fazlalığına dikkat çekmiştir ancak bu konuda ben kendisinden biraz farklı düşünmekteyim. Her ne kadar dekanı eczacı olsa da yönetimde, komisyonlarda, kurullarda eczacılara yer verilmeyen ya da çok az yer verilen eczacılık fakülteleri de maalesef ki fazlasıyla mevcut. Bunun nedenini çok düşünmeme rağmen henüz anlayamadım. Ancak eczacı öğretim üyelerinin özellikle eğitim-öğretimde eksiklik olmaması konusunda ısrarcı olmaları, laboratuvar imkânlarının bir eczacının yetişmesi için eksiksiz olmasını talep etmeleri, araştırma için olanak talep etmeleri belki yöneticiler tarafından istenen bir özellik değildir. Anlam veremediğim bir konu olduğu için maalesef bu konuda yeterince yorum yapamıyorum.

Kısaca güncel duruma değindikten sonra bu yazı dizisinin ilk kısmında size yakın bir eczacı arkadaşımın hikayesini anlatacağım;

Arkadaşım, ailesindeki 3. nesil eczacı; annesinin büyük dayısı, annesi ve kendisi eczacı. Annesinin büyük dayısı global bir ilaç firmasında üst düzey yönetici, annesi ise serbest eczacı. Ailede eczacı çok olduğu için, dört sene eczacılık eğitiminden sonra memleketine dönüp eczanesini açmak üzere üniversiteye başlamış. İlk senelerde eczane açmayı düşünen arkadaşım daha sonraki senelerde meslek bilimleri derslerinin sayısının artması ile fikrini değiştirmeye başlamış. Derslerde ve laboratuvarlarda ilaç etken madde üretiminin, formülasyon geliştirmenin, etken madde ve formülasyon analizlerini gerçekleştirmenin, doğal kaynaklardan ilaç elde etmenin tüm detaylarının öğretilmesi ve bir öğrenci olarak ona ilaç üretiminin tüm basamaklarında aktif rol almasının sağlanması ve son sınıfta aldığı mezuniyet projesini yaparken tek başına bir analiz gerçekleştirmiş olmasının verdiği haz ile kafasında her şey netleşmiş. Kesinlikle bilim insanı olmalı, laboratuvarda çalışmalı, yeni ilaç molekülleri keşfetmeli ve bilgisini yeni nesillere aktarmalıymış. Kendisi bu kararı almasında ona daima yol gösteren hocalarının payı olduğunu söylüyor. Bu kararını takiben araştırma görevlisi olarak görev yapmaya başlıyor. Yüksek lisans ve doktora eğitimi esnasında pek çok hocasının ve iş arkadaşının akademisyenliği bırakıp ilaç endüstrisine ve serbest eczanelere yöneldiğini görmesine rağmen onların bu kararını hiç sorgulamıyor. Fakat zaman içinde ilaç endüstrisinde çalışan arkadaşları ile aralarındaki maaş farkının neredeyse beş kat olduğunu, akademisyen olarak mesai kavramı diye bir şey olmadığını, 7/24 çalışmak zorunda olduğunu fark ediyor. Doktorasından sonra çalıştığı kurumda ise bambaşka zorluklarla karşılaşıyor. Fakültede söz sahibi olan kişilerin eczacı olmamaları, nasılsa eczacı olduğu için uzmanı olmadığı başka dersleri vermesi talep ediliyor, kendi bölümünün eczacılıkta uygulanmasının çok fazla olmadığını, hatta dersinin saatinin azaltılarak, laboratuvarın kaldırılmasının düşünüldüğünü öğreniyor ve arkadaşım akademiye olan inancını kaybederek istifa edip eczane açma kararı alıyor. Kişiler ve kurumları zor durumda bırakmamak adına daha fazla detay vermek istemiyorum fakat burada anlattığım kısmı arkadaşımın yaşadıklarının çok küçük bir kısmı, yani buzdağının sadece görünen kısmı.

Akademisyenliği bırakan arkadaşım kendine eczane yeri buluyor, hatta eczane kartvizitlerini bile bastırıyor ki tam o sırada yeni kurulacak bir eczacılık fakültesinin kuruluşunda görev alması teklif ediliyor. Akademisyenliği çok sevdiği için eczane fikrini hiç düşünmeden rafa kaldırıp oldukça zor bir iş olan fakülte kurulumunda görev almaya karar veriyor. Arkadaşım akademide yaşadığı tüm haksızlıkları göz önünde bulundurup ilaç endüstrisinde çalışmayı ya da eczane açmayı tercih edebilecekken daha zor bir iş olan fakülte kurulumunda görev almayı tercih ediyor. Eminim diğer seçeneklerde hem ekonomik olarak o zamanki durumundan çok daha tatminkar olurdu, hem de kendine, ailesine ve hobilerine ayıracağı zamanı daha fazla olurdu. Fakat tüm bunları göz ardı ederek, kariyerinde ciddi bir gecikmeye sebep olacağını bile bile sıfırdan bir fakültenin kurulmasında görev almayı tercih ediyor. Ve işini de dört dörtlük yaparak muhteşem bir fakülte kurulmasına katkı sağlıyor. Kendisinin hikayesine bir sonraki yazımda devam edeceğim. Ama ufak bir spoiler vereyim; arkadaşım yaşadıklarına çok direnmesin rağmen maalesef ki pes etti ve hiç istememesine rağmen akademisyenliği bırakıp eczanesini açmak zorunda kaldı.

Kendi açımdan konuşacak olursam akademisyen olmaktan bir gün bile pişman olmadım. Akademinin tüm zorluklarını bilerek bu yolu tercih ettim. Zaman zaman çeşitli sebeplerle umutsuzluğa düştüğüm günlerde bile laboratuvarda çalışmak ve öğrencilerimle bir araya gelmek zihnimdeki tüm olumsuz düşüncelerin yok olmasını sağladı. Ben eczacılık mesleğinin geleceğine umutsuzlukla bakanlardan değilim. Yazımın başında da belirttiğim gibi yeni nesil eczacılar bizlerden daha aktif olarak mesleğimizi daha yukarıya taşıyacaklar. Ders verdiğim tüm öğrencilerimin gözlerinde hep umut görüyorum. Hepsi sadece eczacılık değil sağlık sektörünün her alanında birbirinden başarılı olabilecek kapasitede gençler. Fakat eğitimleri süresince desteklenmeye ve akıllarındaki soruların cevaplanmasına ihtiyaçları var.

Peki eczacı bir akademisyen olarak eczacılık fakültesi öğrencilerinden akademisyenliği düşünenler için önerilerim ve uyarılarım neler;

  • Eğer akademisyen olacaksanız 7/24 çalışmayı göze almalısınız, çünkü bilim her geçen gün ilerliyor, öncelikle öğrencilerinize olan sorumluluğunuz sebebi ile güncel gelişmeleri takip edip notlarınızı sürekli olarak yenilemelisiniz.
  • Her ne kadar bilimsel yayın sayınız sizin o konuda ne kadar bilgili olduğunuzun bir göstergesi olmasa da akademik olarak yükselmek için dersleriniz dışında bilimsel araştırmalarınıza da zaman ayırmalısınız. Çünkü dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde kimin ne kadar çok bilgi sahibi olduğundan ziyade unvanının ne olduğu önemli.
  • Zaman zaman ümitsizliğe düştüğünüzde, deney sonuçlarınız istediğiniz gibi çıkmadığında negatif verilerinde değerli olduğunu fark etmelisiniz. Bizlerin akademide var olma amacı hayali bir duvarın örülmesine destek olmak. Hepimiz çalışmalarımızla bu duvar için birer tuğla koyuyoruz, duvar yavaş yavaş yükseliyor ve bilimin bu şekilde ilerlemesine destek oluyoruz. Ben tek başıma neden bir ilaç keşfedemedim diye umutsuzluğa düşmek oldukça anlamsız.
  • Bir diğer önemli nokta eğitim-öğretim ve araştırmalar sırasında akademideki ast-üst ilişkisini göz ardı etmemek. Hocalarınızın ve çalışma arkadaşlarınızın akademik önerilerine karşı daima ilgi ile yaklaşmalı ve onların görüşlerine saygı göstermelisiniz. Bu dengeyi kurmak pozitif bir iş ortamı için her şeyden daha önemli.
  • Aynı şekilde öğrencilerinize de daima sevgi ve saygı ile yaklaşmalı, onların sorularına yanıt bulmak için devamlı çalışmak zorundasınız. Akademisyen olarak ilk görevimiz öğrencilerin mesleki eğitimlerine katkı sağlamak. Öğrencilerinize karşı sorumluluğunuz ders saatiniz ile sınırlı değil, ihtiyaç duyduklarında öğrencilerinizin yanında olmak zorundasınız.
  • Ekonomik olarak kendinizi eczacılığın farklı alanlarında çalışan meslektaşlarınız ile karşılaştırmamalısınız. Çünkü akademisyenlik idealist bir yaşam biçimi ve akademide sizi tatmin edecek şey maddiyattan ziyade yaptığınız bilimsel çalışmalar.

Tüm bunlarla anlatmak istediğim üniversiteler, fakülteler ve öğretim üyeleri öğrencilere yol gösterdiklerinde, liderlik ettiklerinde ve özellikle ileri teknoloji ile donatılmış laboratuvarlar sağladıklarında öğrencilerin neler başaracağını görecektir. Fakat genel olarak baktığımızda bu imkanların bir elin parmağını geçmeyecek kadar sayılı kurumda verildiğini görüyoruz. Dolayısı ile hiç laboratuvar görmemiş, bilimsel araştırmalarda yer almamış, bir buluşa imza atmamış gençlerin akademi alanında yürümek istememeleri gayet anlaşılabilir. Bir diğer değişle nasılsa eczane açacak, raftan ilaç alıp müşteriye verecek bakış açısıyla yetiştirilen gençlerin akademisyen olmayı istememeleri gayet anlaşılabilir. Bu da akademideki sürekli azalan eczacı sayısının hali hazırdaki akademisyen eczacı azlığı ile doğru orantılı olduğunu gösteriyor. Bu noktada belki iğneyi başkasına çuvaldızı biz akademisyenlere batırmalıyız. Her ne kadar haklı sebeplerimiz olmasına rağmen bir noktada pes ederek ilaç endüstrisine ya da serbest eczanelere yönelerek fakültelerimizi eczacısız bırakıyoruz. Buna bağlı olarak eczacı akademisyen sayısı düşük olan fakültelerde de yüksek lisans ve doktora programları olmadığı için zaten akademisyen yetişmiyor, yetişemiyor.

Yani neden eczacı akademisyen yok sorusu ile birlikte neden eczacılar akademisyen olmaya teşvik edilmiyor ya da işini çok severek yapan pek çok akademisyen neden istifa ederek ilaç endüstrisinde çalışmaya ya da eczane açmaya sürükleniyorlar sorularını da sormalıyız.!!

Doç. Dr. Hilal Bardakcı

Farmakognozi Anabilim Dalı

hilalbardakci@hotmail.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat