Ecz.Neşe Köysüren

Cumhuriyetin İlanından Günümüze Müzik - 1  (1923-1960)

Son dönemde rap müziğin önlenemez yükselişine tanıklık ediyoruz.  Rap değişik yaştan, kültürden  farklı insanları bir araya getirebilen bir müzik türü oldu. Artık özellikle gençler tüm dünyada ve ülkemizde yaşanan kaoslar, gerilimler sonrasında duygularını, isyanlarını, kavgalarını dile getirme aracı olarak rap müziğe sarılmış durumlar.  Müzik trendleri zaten her zaman yaşanılan dönemin toplumsal ve siyasi gündeminden birebir etkilenmiş ve ona göre şekillenmiştir.

Türkiye müzik tarihi de Cumhuriyet tarihi ile paralel bir seyir göstermiştir. Cumhuriyetin ilanından günümüze bu paralelliğe bakmaya çalışacağımız yazıların ilkinde 1923-1960 yılları arasında gezineceğiz.

Kurtuluş Savaşının sonlanması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla pek çok alanda devrimler ve yenilikler de arka arkaya gelmeye başlamıştı. Ülkede yaşanan olaylar ve değişimler müzik üzerinde de kendisini gösteriyordu.  Cumhuriyetin ilk yıllarında müzikte batılılaşma bir devlet politikası olarak kabul edildi. Bu dönemde Türk Beşleri adı verilen 5 önemli bestecimizi Atatürk, eğitimleri için yurt dışına göndermişti.

1924 yılında  İstanbul’da faaliyetini sürdüren saray orkestrası ise,  yeni başkent  Ankara’ya taşındı ve Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti  (Cumhurbaşkanlığı Müzik Topluluğu) adını aldı. İlerleyen yıllarda adı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olacaktı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında özellikle arka arkaya yapılan reformları ve yenilikleri duyurmak için müzik ve marşlar çok kullanıldı. Dönemin en önemli devrimlerinden birisi 1928 yılında yapılan Harf Devrimi idi.  Arap harfleri ile Türkçe’yi okuyup yazmanın zorluğu nedeniyle Latin harfleri ile Türk alfabesi oluşturulmuş ve hızlı bir okuma yazma kampanyası başlamıştı. Halkın harfleri müzikle daha kolay öğrenebilecekleri düşüncesiyle ve Atatürk’ün isteğiyle İstiklal Marşının da bestecisi olan Osman Üngör ‘Harfler’ isimli marşı yazmıştı.

https://www.youtube.com/watch?v=8G7KBLEMTWU

(Harfler Marşı)

Ülkeye yatırımı teşvik eden ‘Ziraat Marşı’, ‘Sanayii Marşı’, Karadeniz’de çay ekilmeye başlanınca çay içmeyi teşvik eden ‘Şirindir Rize Çayı’ türküsü yazdırılmıştı. Şarkılar günümüzün sosyal medyası gibi halka birçok şeyin anlatılabildiği bir alandı.

‘Bir eğlenti edelim / İçelim Rize çayı / Rize bağlıklarında / Pembe güller açayi…” 

Musiki inkılâbının yayılmasına ilişkin en önemli girişimlerden biri de radyo yayınlarına başlanılması oldu. İlk radyo yayını 6 Mayıs 1927’de İstanbul’da başladı.

1930 yılında musikiye gönül vermiş, yurt içinde ve dışında eğitimler almış olan genç bestekar Münir Nurettin Selçuk Türk müziği tarihinde ilk kez solist olarak konser verdi ve böylece müzik tarihimize tek başına konser verme geleneğini getirdi.

 

Yine 1930 yılında Türkiye güzellik kraliçesi olan Mübeccel Namık Hanım, Paris'te dereceye girememişti. Ama bir sonraki yıl gerçekleştirilen plak kaydında sunulan eser, Türkiye'nin ilk pop müziği kaydı olarak kabul edilir. 45'lik plağın adı:  "Türkiye Güzeli Mübeccel'im Ben"  

1932 yılında radyolardan iki yıl süre ile Türk musikisi icrası yasaklandı.  Ziya Gökalp’in öne sürdüğü “Milli Musiki” yaratma konusundaki düşüncelerinden yola çıkarak yapılan bu tarz yaklaşımlar halka birden çok sert geldi. Bunun sonucu halk radyo frekansını Kahire ve Tahran radyolarına çevirdi. Arap müziği dinliyor ve sinemalardaki Mısır filmlerine akın ediyordu. Buradaki popüler müzik her geçen gün toplum içinde kabul gördü. Böylece 1950’li yıllardan sonra hızla yükselecek olan Arabesk Müziğin temelleri atılmıştı.

1934 yılında ilk Türk operası kabul edilen “Özsoy” Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelendi ve ülkemizi ziyaret eden İran Şahının onuruna sahnelendi.

https://www.youtube.com/watch?v=EtugVaXnF2s

(Ahmet Adnan Saygun – Özsoy Operası)

Bu arada İstanbul’da çeşitli mekanlarda tiyatroyla müziği birleştiren, eğlenceli, muzip bir müzik türü olan kanto ortaya çıkmış ve yaygınlaşmıştı. Batılılaşma yolunda atılan adımlardan biri olarak görülse de bazı kesimlerce hafif bulunuyordu.

https://www.youtube.com/watch?v=TVXTLE79hWQ

 (Mahmure Handan Hanım – Karşıyakalı)

‘Hem cakalısın / Biraz da fiyakalı / Ne yaman şeysin / Ne yaman şeysin Karşıyakalı’

1938 yılında Türkiye’nin Atasını ebediyete uğurlamasından sonra ülkenin ikinci Cumhurbaşkanlığı’na İsmet İnönü seçildi, Milli Şef dönemi başladı. Ve hemen akabinde genç cumhuriyet yeni bir savaşla daha karşı karşıya kaldı. Müdahil olunmamaya çalışılsa da İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) yılları tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de ekonomik, kültürel ve ticari olarak sarstı. Modernleşme çabalarını olumsuz olarak etkilese de müzik çalışmalarına devam edildi. Milli Şef döneminde müzikte hümanist kültür anlayışı benimsendi, müzik politikası uluslararası çoksesliliğe kaydı.

Yine bu dönemde modernleşme unsurlarından biri olan halkevleri pek çok şehirde açıldı.  1939-1945 yılları arasında derleme gezileri yapılarak Anadolu’da bulunan halk türkülerinin, menkıbelerin tanınmasını ve literatüre kazandırılmasını sağlandı.

1940’lara gelindiğinde kantonun yanı sıra o dönem batıdan gelen bir diğer müzik türü, romantik aşk şarkılarıyla tango oldu. Tango o dönemde yine muhafazakar kesim tarafından çok eleştirilmiş ve kelime olarak ‘rahat kız’ anlamında kullanılmaya başlanmıştı. İlk tango bestecilerimizden Necdet Koyutürk çok bilinen tangosu Papatya'yı 1943 senesinde bestelemiştir.  Bu şarkının kayıtları hem Türkiye'de, hem de İngiltere'de yayınlanmış yurt dışında basılan ilk Türkçe beste olarak tarihe geçmiştir.

https://www.youtube.com/watch?v=TEe_HA0I7CU 

(Şecaattin Tanyerli · Necdet Koyutürk / Papatya)

Papatya gibisin beyaz ve ince / Eziliyor ruhum seni görünce / İsmin dudaklarımı yakıyor neden /Nedir bu çektiğim senin elinden

 

Dönemin en ünlü tango sanatçısı Celal İnce idi.

https://www.youtube.com/watch?v=VDhOGOrUZ3w

(Celal İnce – Sana Nerden Gönül Verdim)

1940 lı yıllarda çeşitli dillerde dans ve caz müziği  yapan Batı Müziği Orkestraları kurulmuştu. Bu orkestralar sayesinde Caz müziği de ülkemize girmiş ve o dönemlerde oldukça etkili olmuştu.

1946’da radyoda, halk müziği korolarının yer almasına önem verilmiş, “ulusal duygu birliğini yaratmak” amacıyla Ankara Radyosu’nda Muzaffer Sarısözen şefliğinde Yurttan Sesler Korosu kurulmuştu. Uzun yıllar hayatımızda kalacak koroyu televizyonun başlamasıyla TRT yayınlarında da sık sık izleyecektik. Saz heyeti önde, kadın erkek aynı tip kıyafeti giymiş koristler arkada ülkenin her köşesinden halk müziğini bu koro ile dinledik.

https://www.youtube.com/watch?v=Rb9R1WqyLWo

(Yurttan Sesler Korosu)

1950 yılında yapılan ilk çok partili seçimler müzik üzerinde de etkili oldu. Bu seçimleri kazanan Adnan Menderes ve Adalet Partisinin iktidara gelmeleriyle Amerika ile ilişkiler çok güçlendi. Batılılaşma ekseni Avrupa’dan Amerika’ya kaydı. Türkiye Nato’ya kabul edildi. Amerikan kaynaklı Marshall yardımlarına hak kazandı. Amerikan yaşam tarzının etkisi arttı, sinemalarda Hollywood filmleri ağırlık kazandı. İstanbul ve Ankara radyolarının gücü arttırılarak başka kentlerde de yayına geçildi.  O dönemin starlarından Celal İnce bu güçlenen ilişkileri anlatabilmek için Dostluk Şarkısı’nı çıkarmıştı.

Amerika, Amerika, Türkler dünya durdukça,

Beraberdir seninle, Hürriyet savaşında.

Bu bir dostluk şarkısıdır, Kardeşliğin yankısıdır,

Mahalle bakkalından süpermarkete geçiş bu yıllarda başladı. 1957’de Türkiye’nin ilk süpermarketi GİMA açıldı. Seyyar kamyonlarla satış yapan Migros ilk sabit mağazasını Aralık 1957’de Beyoğlu’nda açtı.

Bu sırada 1950’lerin ortasında müzik dünyasını etkisi altına alan Rock’n Roll fırtınası ülkemize de gelmişti. İlk rock’n Roll orkestrası Deniz Harp Okulu Öğrencileri tarafından kuruldu. Bu orkestranın kurucularından Erkut Taçkın, Türk Rock şarkıcılarının babası kabul edilir. Hatta ilk Türk Elvis'i bile denebilir. Deniz Harp Okulu orkestrası ile başlayan bu akıma kapılan gençler birbiri ardına müzik sahnesine çıkmaya başladı. Erkin Koray, Barış Manço, Cem Karaca’da bu dönemde müziğe başlayan gençlerdendir.

1951 tarihinde Türkiye uzun yıllar ülkenin en önemli sanatçılarından biri olacak Zeki Müren’le tanıştı. Yaygınlaşmaya başlayan radyoda 1 Ocak günü yaptığı bir programla üne kavuşan Zeki Müren  ileride ülkenin ‘Sanat Güneşi’ ünvanını alacaktı. Arka arkaya konserler, plaklar, radyo programları geldi.  İlk sahne konserini 26 Mayıs 1955 tarihinde verdi. Genellikle kendi dizayn ettiği sahne kıyafetlerini giyiyordu. Saz heyetine tek tip kıyafet giydirmek ve T podyum kullanmak gibi çeşitli yenilikler getirdi. 1955'te "Manolyam" adlı şarkısıyla Türkiye'de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü'nü  kazandı.

https://www.youtube.com/watch?v=-FtnCHuIFZ4

 (Zeki Müren – Manolyam)

‘Nazlı çiçeğimsin sen /Sevdana dayanamam /Koklamaya kıyamam benim güzel Manolya'm’

1950’lerde dünya gençliğini etkileyen Elvis, Beatles gibi starlar ve onların yaptıkları müzik, Türk gençliğini de etkilemişti. Bu yıllarda yabancı dilde şarkı söylemek çok yaygındı. Hatta kendi yorumunu katmadan şarkıyı asıl söyleyen gibi söylemek makbuldu.  Fakat az sayıda da olsa Celal İnce, Erol Büyükburç, Zeki Müren gibi sanatçıların şarkıları Türkçe uyarlama çalışmaları başlamıştı.

https://www.youtube.com/watch?v=dUDeZIU6uG8

Ayten Alpman - Passion Flower

1950’ler Menderes’li, Bayar’lı, Migros’lu, Gima’lı, gecekondulu, çikolatalı, gazinolu yıllardı; çok partili demokrasiye geçişle askeri darbe arasına sıkışmış bir zaman dilimi.

Radyo sayesinde müziğin, sanatın, kültürün hızla yayıldığı; bir yanda türküler, klasik Türk müziği, diğer yanda tango – rock’n rollun kapıştığı yıllardı. Bir özgürlük furyasının yanı sıra 1960’ların darbelerle , idamlarla ve acılarla geldiğini bilmeden adım adım ilerliyordu.

Ecz. Neşe Köysüren

kutlunese@hotmail.com

Bu yazıda müzik yazarı ve araştırmacısı Murat Meriç’in podcast ve yazılarından faydalanılmıştır.

http://adudspace.adu.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11607/3196/1/10146431.pdf



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat