Güzel Günler Yönetimi ve İzolasyon Deneyimi

                            Ağlasa derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana

                            Âşikâr olurdu gâlib râz-ı pinhânım sana

                                                                                    Avni

İnsanlık tarihi, akıllı bir canlının yalnızken temel ihtiyaçlarını sağlamak için benzerleriyle biraraya gelmesi, daha sonra da birarada yaşaması için kurduğu organizasyonların yarattığı bireysel ve sosyal yıkıcılıkla baş etmeye çalışmasının tarihidir.

Benim insanlık tarihi tanımlamam kabaca böyle…

Daha avcı-toplayıcı iken yerleşik hayata geçtiğinde, üretim ve artık değer başladığında kaçınılmaz biçimde bir güce, bir organizasyona bazı yetkileri devretmek ve o gücün yönetim yetkisine maruz kalmak gerektiğinde işin çatallanacağı belliydi.

Kim topluluk adına yönetsel yetkiyi kullanacaktı? Hangi güçlerle ve hangi bütçeyle bunu yapacaktı? Otorite; bir kişi, bir sınıf, bir zümre, bir grup için ayrılacalıklı mı kullanılacaktı?.. Kim kimi dengeleyelecekti? Kabile, diyelim kas gücü en iyi olanı şef olarak seçti, peki tanrının yardımcısı gibi görünen şaman ya da şifacı ya da otacı doğadan gelen otoritesini nereye koyacaktı. Öyle ya iyileştirme ilahi gücün yansımasıydı. O halde bu uhrevi güç, dünyevi otoriteyi nasıl dengeleyecekti. Hepsini bırakın, iyi iş yapsın diye eline güç ve “meşru şiddet kullanma tekeli” verilen otorite, ki şimdilerde adına devlet diyebiliriz, yetkiyi ve silahı ve parayı sokaktaki insanın aleyhine kullanırsa ya da kişi ve gruplar için keyfi işler yaparsa, taraf tutarsa, adil olmazsa; güven içinde yaşasın diye varlığına razı olan “birey”, gücü eline geçirenlerin baskı aracına dönüşen Leviathan’a, siyasal deve/devlete/krala/ nasıl karşı koyacaktı?

İnsanın egemen güce karşı koyuşu, onu sınırlandırma çabası sosyal mücadeleler tarihi demektir artık. Bu uzun hikayeyi değil, sona erdiğinde artık yeni bir dünyada yaşayacağımız şimdiden anlaşılan koronovirüs salgının, siyasal gücü ele geçirenlerin niyetlerinin nasıl da günü kurtarmak olduğu, nasıl da “güzel günler yönetimi” olduklarını anlatmak isterim.

Zamanlar ve dönemler gösterdi ki evrilen ve  bugünkü modern halini alan devlet de dahil olmak üzere tüm büyük organizasyonlar ağırlıklı olarak güzel ve rahat günler üzre organize olurlar ve buradan hareket ederler. Zor zamanlar akla gelir; gelmez değil ama kerameti kendinden menkul siyasal yöneticiler, adeta bir tarikat şeyhinin müritlerine bakışı gibi, halkın kendisi için yaratılmış yığınsal bir nesne olduğunu düşündükleri için zor zamanları planlamak, dar vakitlerin sıkıntıları için öngörüde bulunarak önlem almak niyetinde olmazlar. Bu hem zihinsel hem parasal masraf demektir. Her dönem var olan alkışçıların, yani halkın beslenen kısmı için zaten bu dert değildir.

Deprem olmaz, salgın hastalık çıkmaz, kış gelmez ,çığ düşmez, yaz gelmez, yangın çıkmaz, yel olmaz, yağmur yağmaz sel basmaz… yani “hiçbir olumsuzluk olmaz” üzre kurulan siyasal yapı ne yazık ki bu felaketler olduğunda da çökmez. Çünkü o kadar inanılmıştır ki yarı tanrısal siyasal yöneticilere, kerim devlete, tanrının yer yüzündeki gölgesi krala, nasıl olsa ne yapar eder çözer diye düşünülür. Mesela bizim geleneğimizde “hele bir dur, bi bakalım”, “o gün gelsin hele” “kervan yolda düzülür, istim arkadan gelir”le başlar “du bakali nolcek” şeklinde toplumun her yanına, fıkralara kadar siner bu “güzel günler yönetimi” anlayışı ve beklenti çıkmazı.

Zor ve netameli günler için inanın çok az öngörü, çok az gayret ve birikim var. Ağırlıklı olarak egemen güçlerin böyle bir derdi gailesi de yok zaten. Sınıfsal yapının yansıması olan devletin ise inanın hiç yok. Toplumda etkili başka bir büyük organiasyon olan din örgütlenmesinin ise bu iş umrunda değildir. İsterse olsun, o güçlü ekonomisine ve askerlerine karşın örneğin koronavirüsüne karşı dua, sabır, tevekkül çağrısının ve cephaneliğinin çaresiz bir çırpınış yaratacağı aşikar. Bu nedenle o televizyonlardan gözyaşları içinde saatlerce kıssa anlatanlar, hocalar, şeyhler, tarikat liderleri, evliyalar ve kendilerinden keramet beklenenler kös kös oturmuş modern tıbbın aşı bulmasını, test yapmasını, kendilerini korumasını, tedavi etmesini bekliyorlar. O başka bu başka diyenleri duyar gibiyim. Demeyin. Dinin bu kadar toplumsallaştırıldığı, şeyhlerin havada uçurulduğu, şimdiden cenntetten ayrıcalıklar verildiği, iktidarların ve toplumun her şeyi dine ve dindarlığa indirgediği ve her sorunun bu yolla çözüleceğinin iyiden iyiye topluma benimsetildiği bir ülkede o başka bu başka demeyin.

Ülkemizde de üstüste gelen felaketler gösterdi ki şu an Türkiye’de devlet, güzel günler devletidir. “Her şey yolunda giderse” üzerine kurgulanmış bir yapı ve maliye var. Gelecek günleri dert eden bir devlet organizasyonunu, bürokrasiyi, siyasetçiyi ara ki bulasın.

Peki yarıkamusal nitelikteki meslek kuruluşları, sivil örgütler, sendikalar… hemen hepsi şu an ki devlet yapılanmasına sinen günübürlikçi tavrın uzantıları, adeta küçük devletçikler durumunda. Onları da ara ki bulasın. Ne plan ne program, ne bütçesinden üyeleri için, toplum için harcamak niyeti. Devlet üzerine atıp tutabilirz. Atıp tutmalıyız da.. Hiçbir siyasal organizasyon eleştiriden ayrık tutulamaz. Peki bu sözde devlet dışı görünümlü örgütlere ne demeli. Ne “sivil”i ortada ne “toplum”u, ne “meslek” ortada ne “kuruluş”u..

Korona günlerinde şunu net bir şekilde bir kez daha anladık.

Gezegenin en güzel ülkelerinden birisi olan bu ülkede, Türkiye’de canını kurtarırsan kendin kurtarıyorsun, derdin varsa kendin derman buluyor, hastaysan kendin sağaltıyorsun.

Devletin ve siyasal iktidarın ve hatta sözde non goverment organizasyonların gelecek günlerin belirsizliği ve güçlükleri üzerine planı, projesi, programı yok. Zor günler için özel bir bütçe ayrımamışlar. Olanı da harcamışlar. İşin garibi bu yeni değil; hep böyledir ve böyle olmuştur. Gelecek günler için toplandığı iddia edilen gelir hiçbir zaman gelecek günler için kullanılmamıştır. Bakın yüce devletimize sadece evde kalmayı önerirken bu dar günler için evde kalana bir katkı yapmamaktadır. Hatta her şeyin uzaktan yapıldığı, insanların eylemleriyle tehlikeli olmaktan çıkıp evlerinde kuzu kuzu oturduğu ve kolay yönetildiği bir düzeni siyasal iktidarlar rüyalarında görse inanmazlardı.

Bunun adı “Güzel Günler Yönetimi”dir. Bu idare şeklinin dar günler üzerine bir kurgusu yoktur. Yöneticiler her şey yolunda giderse lay lay lom, eğlencelidir, iyidir. Zor günler gelince ne önereceğini, ne anlatacağını,  ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini bilmez.

Koronavirüs salgını belki de insanlık tarihinin en büyük krizlerinden biridir. Yeni bir siyasal ve ekonomik düzenin ayak sesleri duyulmaktadır. Her şey yeniden kurulacak; siyasal sistemler, ekonomik düzenler yeniden yapılanacak. Korona salgını; aslında evde zorunlu ikamete mecbur kalan birey için yeni düşünce, yeni ticaret, yeni çalışma, yeni sosyal ilişkiler, yeni ekonomik ilişkiler testi demektir.

Tıpkı bir dünya savaşından çıkmış gibi olacak mavi gezegen. Avrupa’da 1 ve 2. Dünya savaşlarının kazananı da kaybedeni de en sonunda kaybetmiştir. Kazanan ülkelerde de kaybedenlerde de siyasal sistemler alt üst olmuş, geri dönülmez biçimde her şey değişmiştir. Soru burada başlıyor şimdi. Bu işin sonunda ne olacak, ne değişecek, bu zorluk hangi deneyimler yaratacak?

O.Veli kült şiirinde “Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda/dokuna bilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?” diye soruyor ya hani, bakmayın kabarıp gezenlere sesinizi kimse duymaz, duysa da duymazdan gelir. Ağlasanız sesinizi duyacak bir örgütlenme, bir iletişim kanalı, bir mecra kalmadı artık. Büyük egzersizde; komşunuz, arkadaşınız, akrabanız da korkmaktadır!.. Gözyaşlarınıza da sizden başkası dokunamaz, dokunmaya yeltenenler de sosyal medya üzerinden dokunmaya çalışır.

Asıl izolasyon budur işte. Yeni Dünya İzolasyonu.

Hayırlı olsun.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat