“Ya bundan sonra?” yaşadığımız zamanların en önemli sorusu oldu.

Ekonomik, sosyal, siyasal her kriz sonrası sorulur bu soru: Bundan sonra dayanışmacı-eşitlikçi bir düzen mi bizi bekliyor, yoksa daha totaliter, baskıcı bir dünya mı?

Ünlü tarihçi Y. Noah Harari, Financial Times’ta yazdığı ve çevirisi internette bulunabilecek yazısında “Koronavirüs sonrası dünyaya totaliter gözetleme rejimleri mi, yoksa küresel dayanışma mı hâkim olacak?” sorusunu yazık ki boşuna soruyor.

Bunun cevabını; hepimiz sadece ülkemiz değil, dünyanın her yerinde gördüklerimizle, öyle derine filan gitmeden verebiliriz.

Hepimiz biliyoruz ki artık “virüs bahane” noktasına yavaş yavaş, ısıtıla ısıtıla geliyoruz.

Devletler ya da egemen güçler daha önce kişisel hayat, antidemokratiklik, yasallık gibi gerekçelerle yapamadıkları her şeyi “pandemi torbasına” doldurarak yavaş yavaş yapacaklardır.

Düşünün en itirazcınız bile “iyi ama virüs…” denildiği zaman bütün kişisel mahremiyetini bir yana bırakabilir ve arama, tarama, izleme, dinleme gibi daha önce yanından geçmediği konulara rıza gösterebilir. Salgın, totaliter yapılara altın tepsi içinde meşruiyet zemini sunuyor. Bir torba bu, her şeyi bağlayıp bu torbaya atabilirsiniz. Salgın sonrası sadece iletişim biçimi, insan ilişkileri değişmeyecek hukuk anlayışı/algılayışı değişecek. Giderek devletlerin daha gözetlemeci, üstelik “gerekçeli ve hukuki altyapı kazanmış” yapısıyla karşılaşacağız.

Nitekim Harari yukarıda andığım yazıda değil ama sonradan BBC’ye verdiği röportajda dünyada devletlerin istihbarat teşliatlarının virüs bahanesiyle önemli dinleme, izleme, takip yetkileri kazanmaya başladıklarından söz etmektedir.

 

Şöyle bir düşünün…

Virüsle birlikte dur denince duruyoruz, yürü denince yürüyoruz.(En azından hukuku toplumsal yaşam için en gerekli şey sayanlar böyle)

Peki kimse bu karar nasıl alındı, dayanağı neydi, niye yasaklama var, niye ve neye göre serbest bırakma var, örneğin maske niye yasaklanıyor, neye göre sonra tekrar serbest bırakılıyor ya da satılır mı, serbest meslek mensupları mı dağıtır şeklinde yükses sesle sorabildi mi?. Cılız itirazlarımız “ortada can kaygısı var”, “hayat memat meselesi”, “sağlık işin içinde” şeklindeki pek çoğu yüksek perdeden edilmiş lafların arasında kaynadı gitti.

Coronavirüs dalgası da bütün korkutuculuğuna karşın geçecek. Sel gidecek ama bırakacağı kumun rengi, boyutu, içeriği ne olacak?

Geride nasıl bir dünya kalacağı sorusu baltanın taşa değdiği yer olacaktır.

Meşhur İspanyol gribinin 1918-1920 arasında 20-50 milyon kişinin ölümüne sebep olduğu söylenir. Alt sınır yani 20 milyon kişinin ölmesi bile hemen öncesindeki dünyanın gördüğü ilk küresel savaşta ölenlerden çoktur. Üstelik dünya nüfusunun üçte birini de hasta etmiştir. En az savaş kadar etkilemiştir dünyayı.

Yine savaş kadar etkili bir dönemden geçiyoruz.

Ondan daha yavaş etkisini gösteren, ancak sonuçları savaş kadar derinlere inen. Belki de bu savaşta apokaliptik izlere rastlayacağız daha sonra… Tıpkı Trump’ın, sonradan kendi başını derde sokacak şekilde yaşlıların ölmesine adeta göz yumması gibi. Ya da hızlı ölümler sonucu yaşlı Avrupa nüfusunun azalmasıyla sağlık ve sosyal güvenlik giderlerinin azalması gibi. Neoliberal dünya sinemasından, ölen ölür kalan sağlar bizimdir sosyal darwinist fragmanı izledik diyeceğiz.

Devletler, toplumlar ve bireyler için yeni bir hukuksal/sosyal düzenin ayak sesleri duyuluyor. Başa dönüp soruyu yeniden soralım: “Hayatın ve halkın manipüle edildiği” daha totaliter bir düzen mi yoksa daha dayanışmacı bir düzen mi bizi bekliyor?

Big Brother’lar, distopyalar, düşünce polisleri ve benzerleri arasından Orwell’e saygıyla.

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat