Günümüz insanı çalışma ve dinlenme süreleri ile sosyal hayat arasında bir denge tutturamıyor.

Genelde bunlardan birinden feragat etmek zorundayız.

Bu durumun en belirgin örneği ise Japonya’da...

Japonya’da insanlar çok fazla çalışıp mesaiye kaldıkları ve iş çıkışında da sosyal hayatlarından vazgeçemedikleri için toplum olarak uykusuzluk çekiyorlar. Hem çok çalışıp hem çok eğlenip hem de çok iyi uyumak mümkün değil. Bu uykusuzluk sorunu artık iş hayatlarında ciddi anlamda verimsizliğe yol açtığı için Japon hükümeti işyerlerinde öğle uykusunu teşvik eden düzenlemeler yaptı. Fazla mesaiye kalmayarak uyumaya gidenlere teşvik primi de var. Bizde olsa durum ne olurdu, laf aramızda düşünemiyorum bile.

Elin Caponunun gündeminde bunlar varken Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde ise bizim gündemimizde yeni iskonto oranlarının ne olacağı ile ısı takip cihazı ve tabelalar hakkında ne gibi gelişmeler olacağı var. Hiçbiri hakkında ne olacağına ilişkin (bu saat itibariyle) kesin bir bilgimiz yok.

...

Yeni ıskonto oranları ile ilgili bir gelişme olmayacağı, hatta eczane hizmet bedellerinin bile değişmeyeceği, en azından yetkililerin değişiklik yapmayı düşünmediği sisteme koydukları “15’ine kadar faturaları kesin, yoksa paranızı alamazsınız” mealindeki hafif sert mesajdan anlaşılıyor. Bizim yöneticilerimiz ise bekleyin, acele etmeyin şeklinde mesajlar veriyorlar da ayın 15 ine iki- üç gün kaldı.

Acele mi edelim, rahvan mı bırakalım ikileminden çok, bizim iskonto ve ciro oranlarımızda bir değişiklik, eczane hizmet bedelinde bir artış düşünmeyen ve düşünmediğini açıkça eylem ve söylemleriyle ortaya koyan yetkililerin bu düşünceyi nasıl savundukları benim kafamı çokça meşgul ediyor. 

Enflasyonda düşüş mü oldu desem düşüş yok, giderlerimiz mi azaldı desem azalmadı...

 

Yetkililerin kendi maaşlarında ve ek göstergelerinde artış değil düşüş olsa yine anlayacağım da orada da her sene olduğu gibi bu sene de artış oldu. Yani “Eczacıların iskontoları değişmesin”, “Eczane hizmet bedelinde artış mı? Ne artışı, artış martış olmasın” diyenlerin gelirleri geçen yıla göre arttı ama bizim kazancımızda en azından enflasyon oranında bir iyileştirme yapmayı bile düşünmüyorlar...

Bütün bunlara rağmen acaba aralarında Şuayip adında, ruhunda biri var mı, çıkar mı diye umutla karışık bir merak içindeyim açıkçası.

...

Şuayip meselesi nereden çıktı konusuna gelince; eskiden çokça kullanılan ama artık pek tercih edilmeyen isimlerden birinin konumuzla ne alakası var diye düşünebilirsiniz. Yasemin Yalçın’ın komedi programındaki skeçte yer alan Şuayip tiplemesi değil tabi ki konumuz. Ramazan ayında olmamızdan da anlayacağınız üzere kutsal kitaplarda adı geçen Şuayip Peygamber.

...

Malum; Ramazan ayında idgamlara, ihfalara dikkat ederek tam tecvitli bir şekilde kuran tilaveti yapılır, bu şekilde okuyanlara çok itibar edilir, biz okumasak da büyüklerimiz okur, camilere gidip mukabeleleri takip ederler. Ama çoğunluk 124 bin peygamber gelip geçmiş, bunların 25 ’inin başından geçen olaylar anlatılmış, ama acaba ne yaşamışlar ne anlatılmış diye pek merak etmez.

Kuran’da Şuayip’in, kavmini Allah’tan başka tanrı olmadığına inanmaya ve sadece Allah’a kulluk etmeye, ölçü ve tartıyı doğru yapmaya, insanlar arasında adaleti gözetmeye, haksızlıkta bulunmamaya, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmamaya davet ettiği; uyarıları dikkate almadıkları takdirde Nuh, Hûd, Salih ve Lût peygamberlerin kavimlerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelebileceği konusunda onları uyardığı, özellikle Lût kavminin kendilerine çok uzak olmadığını hatırlattığı haber verilir. Şuayb’in (bizim Türkçeleştirdiğimiz adıyla Şuayip’in) gençliğinde halkına yararlı biri olmak için (şa’bi) çokça dua ettiği bu yüzden de Kuran’da diğer kutsal kitaplardan farklı olarak Şuayb adıyla anıldığı yönünde rivayet de vardır.

Kesin olan bilgiye göre Şuayip Peygamber; diğer peygamberler gibi halkını Allah’ın varlığı ve birliğine davet ederken ölçüde ve tartıda yaptıkları hileyi terk etmelerini sağlamak için çokça uğraşmış, tüm enerjisini bu yönde sarf etmiştir. Medyen halkı alışveriş yaparken kullandıkları ölçüde hile yapıyor ve bundan vazgeçmiyorlardı. Hile de şu; ticaretle uğraşan bu halk bir malı alırken büyük ölçekler kullanıyor ama aynı malı satarken küçük ölçek kullanıyorlardı.

Adaleti kendileri lehine bozuyorlar, başkalarının zararını hiç umursamıyorlardı.

Varlıklarını sürdüremediler.

...

Medyen Halkı’nın başına gelenlerden sonra Şuayb peygamber ve ona inananlar kurtulup Medyen’e yakın yerde, yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir şehir olan Eyke’ye giderek, oradaki insanlara doğru yolu göstermekle görevlendirildiler. Medyen Halkı’nın bütün özelliklerini taşıyan Eyke halkı, parayı tartı ile alır, kenarlarından kırptıktan sonra, tane ile verirlerdi. Alışverişlerinde karşı taraftakine muhakkak zarar verirlerdi. Alırken ucuz ve fazla fazla alırlar, satarken pahalı ve eksik verirlerdi. Onların da sonu Medyen halkından farklı olmadı, varlıklarını sürdüremediler.

...

Kutsal kitaplar ve dinler bu dünyadaki saadet ve mutluluğun adaletli bir şekilde tesis edilmesini öncüller, bu yüzden de daha önceki toplulukların sosyal yaşamda yaptıkları adaletsizliklerin ne kadar kötü olduğunu bize çok net şekilde anlatmak için de başlarına gelen felaketlerden bahsederler. Zira bu dünyada adaleti sağlamayan hiçbir inanç sisteminin öteki dünyaya yönelik bir söylemi olamaz. 

Bizler ise daha öncekilerin yaşadıklarından ya ders alır, yaşantımızı ona göre düzeltmeye çalışır, Şuayip Peygamber gibi halkımıza nasıl faydalı oluruz diye düşünürüz ya da kazancımıza bakar onu nasıl daha da çoğaltırızın hesabını yaparız.

Çoğunlukla daha öncekilerin başına gelen felaketleri sadece onların başına gelen coğrafi ya da bilimsel nedenlerle oluşmuş felaketler olarak yorumlar, son peygamberin bizim peygamberimiz olması ve onun ümmetinin bu tür felaketlere muhatap olmayacağı yönündeki tefsirlere güvenerek de benzeri olayları yaşamayacağımızı düşünürüz.

Oysaki yaşanan azap şeklindeki felaketlerin sadeleştirilmiş sonucuna baktığımızda toplum düzenini bozan, adaleti ortadan kaldıran hiçbir topluluk, topluluk olarak varlığını, yaşamını sürdüremez ve sürdürememiştir.

...

Hayatımızda yer alan her şeyin arasında bir denge kurulması gerekmektedir. Çalışmak güzel bir şeydir. Her toplumda, her inançta çalışmak övülmüş, çok çalışanlar çok övülmüştür ama dinlenmeyle çalışma arasındaki dengeyi bozacak kadar çok çalışmanın faydadan çok zarar sağladığı da Japonya örneğinde olduğu gibi de net bir şekilde görülmüştür.

 

Hâkeza; bizler devletimizin daha ucuza, çok daha ucuza, hatta mümkünse bedavaya ilaç ve eczacılık hizmetini almasını sağlayacak düzenlemeler yapabiliriz.

Bu tür düzenlemelerin sonucunda toplumun nasıl etkileneceğini, bu hizmetin kesintisiz bir şekilde sürdürülüp sürdürülemeyeceğini de net bir şekilde ortaya koymamız, karar mekanizmasında da bu yakıcı gerçeği görecek Şuayip’leri bulmamız gerekmektedir.

Yoksa Medyen halkının da Eyke halkının da hikâyesini hikâye olarak okumaktan öteye geçememiş oluruz.

...

Ümmetinin bilgili insanlarını İsrail oğullarının peygamberlerine benzeten hadise istinaden de gençliğini “Şa’bi” duasıyla geçirerek karar verme makamlarına erişmiş olanlar içinde Şuayip olmuş olanlar illa ki vardır diye düşünüyorum.

...

İnşallah vardır...

 

Ecz.Kadir Sedat Sofugil



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat