Meşhur fıkradır; bir Yeniçeri Ağası mahallesindeki hahamı bir gün yolda giderken çevirip dövmeye başlamış. Haham şaşkın bir vaziyette neden vurduğunu sorunca bizimki “Siz İsa peygamberi öldürmüşsünüz” diyince de haham “Ama o olay iki bin sen önceydi” demiş ama bizimki hiç istifini bozmadan vurmaya devam ederken “Olsun, ben yeni öğrendim” demiş ya; işte o hesap birçok düzenleme yayınlanıyor, yanlışlarını, tehlikelerini yazıyoruz, söylüyoruz, kimse umursamıyor. Sonra o düzenlemeler hayata geçip, birçok yerden “Yandım Allah!” diye sesler gelince anlıyorum ki bizim fıkra gerçek olmuş.

...

Bildiğiniz üzere tabela ve ısı - nem cihazı zorunluluğu yine, yeniden ertelendi. En başından beri bu düzenlemelerin kaldırılması yönünde ısrarla savunduğumuz çizgiye ertelemeyi savunarak gelmeyenler şimdi iptali için uğraşıyor ama artık sadece erteleniyor. Dolayısıyla da taşınan, yer değiştiren, yeni açanlar bu düzenlemeye muhatap oluyor. Ama görülüyor ki eczanenin iç mekânının sıcaklığını alarmları öttürmeden, gece uykudan uyanmadan, komşulardan şikâyet almadan 24 saat boyunca stabil tutmanın imkân ve ihtimali yok!

Pekiii, 24 saat boyunca eczane içindeki sıcaklığı sabit tutmanın gerekliliği yönünde bilimsel bir tespit var mı?

Yok!..

...

Belki ben cahilimdir, bilim ve teknoloji konusunda gelişmişlik düzeyi bizden tartışmasız ileride olan Alamanya’da eczacılık yapan sınıf arkadaşıma geçen gün yine sordum; “Senin Alaman eczacı eczaneye klima aldı mı?” diye.

Yok, almamış pinti herif...

Sıcaklayınca ön kapıyı ve arka camı açıp, Anadolu usulü cereyan yaptırarak serinliyorlarmış hala...

Ama biz enerji fazlamızı toprağa vermemek için(!) 24 saat kesintisiz serinletiyoruz eczanelerimizi...

... 

Bir diğer sıcak konu; ÜTS denilen uygulama için kimse ne altyapısını tam olarak hazırladı, ne tam olarak karekodlar basıldı, ne bunu doğrudan sisteme aktaracak yazılımsal bir altyapı var ama olsun, biz şimdiden hem de neredeyse herkesten önce bu uygulamanın gönüllü denekleri olmaya zorlanıyoruz gibi gözüküyor.

 

İTS kayıtlarının tutmaması gibi hala Medula ile ilgili olarak birçok sorun yaşadığımızı göz önünde bulundurarak bu uygulamanın sağlıklı bir şekilde çalışması sağlanana kadar eczanelerin mal alım, satım bildirimlerinden muaf tutulması, ecza depolarından yapılan eczaneye satış bildirimlerinin yeterli kabul edilmesi gerekmekte.

 

Sistem hele firma ve depo aşamasında bir sağlıklı çalışsın, görelim. Ondan sonra sistem üzerinden kendi kendine bildirim yapar hale gelince ÜTS ’ye geçeriz.

Yoksa yaşanacak kaos hepimizi çalışamaz ve hizmet veremez noktaya getirecek.

Demedi demeyin...

...

Aranızda “Hiç mi iyi şeyler olmuyor?” diye soranlar olabilir.

Olmaz mı?

Yeni sözleşmelerdeki her sayfaya ölenin arkasından cenaze evinde ıskat-devir koyarken söylenen sözlere benzeyen “okudum, kabul ettim ama Allah beni bildiği gibi yapsın ki okuduğumu anladıysam” şeklindeki yazılı beyanı yazma zorunluluğunun ortadan kaldırılması çok hoş bir gelişme.

 

Gerçi o ifadenin yazılması kurumun kendini hukuki açıdan korumak amacını taşısa da laf aramızda hukuken hiçbir hükmü yok!

Tüketici Kanununda 12 punto zorunluluğu, Türk Ticaret Kanunu’nda sözleşmenin zahmetsizce okunabilecek bir tarzda basılmış olması şartlarının hiçbirini yerine getirmeyen sözleşmenin “Olsun; okudum anladım yazıp imzaladınız ya, o yeterli” denilmesi de bir anlam ifade etmez. Zira Borçlar Kanunu’na göre bir sözleşme, ekonomik açıdan güçlü olan tarafın hazırladığı ve güçsüz tarafa empoze ettiği ve genel işlem şartları emredici hukuk kurallarına aykırı olduğu takdirde geçerli değildir.

Yani yazıp imzalamak aslında eskiden de çok şey ifade etmiyordu, şimdi de...

Biz az yazdığımız için mutlu olduk ta, birçok olumsuz madde hâlâ orada duruyor…

Sevinsek mi üzülsek mi diye düşünüyorsanız Moşe İle Salamon’un fıkrasını anlatayım, siz karar verin:

Moşe ile Salamon o sene hâki renkte kumaşın moda olacağını düşünerek bütün paralarını hâki renkli kumaşa yatırmışlar, piyasada ne var ne yoksa toplamışlar. Ama işler umdukları gibi gitmemiş.

Atölyede kara kara düşünüp otururken bir albay gelmiş. "Siz de hâki renkte kumaş var mı?" diye sormuş.

Bizimkiler kulaklarına inanamamışlar.

Sevinçle hemen "Evet albayım var, gösterelim" demişler. Albay, dikkatle kumaşları incelemiş ve "Çok beğendim" demiş. "Bu sene askerlere 100.000, subaylara 10.000 adet elbise yaptıracağız. Ancak tabii ki benim tek başıma beğenmem yetmez. Generalimin de oluru lazım. Bana bir parça numune verin. Yarın öğlen 12’ye kadar telgraf çekersem iptal ederim. Eğer telgraf gelmezse kumaşları kesip imalata başlayabilirsiniz" demiş. 

O gece uyuyamamışlar. Ertesi gün saat 11 olmuş, 11.30 olmuş atölyenin önüne sandalyeleri atıp dört gözle postacıyı beklemişler.

Tabi ki gelmesin diye dua ederek...

Saat tam 12’ye 5 kala postacı sokağın köşesinden gözükmüş...

Bize gelmiyordur diye ümitlenmişler ama postacı gelip telgrafı Salamon’a vermiş…

Moşe sandalyeye çökmüş, Salamon ise elleri titreyerek telgrafı açıp okumuş ve sevinçle bağırmış:

“Müjde Moşe Müjde, baban ölmüş!”

...

Ecz.Kadir Sedat SOFUGİL

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat