Dr. Ecz. Dyt. Neda TANER

ENFLAMATUVAR BAĞIRSAK HASTALIĞI: Antibiyotikler İşin Neresinde?

Enflamatuvar bağırsak hastalığı (EBH) prevalansı 1995 ile 2016 arasında iki katına çıktığını görüyoruz ve antibiyotiklere maruziyet bunun sorumlusu olabilir.

EBH dünya çapında yaklaşık 7 milyon kişiyi etkiliyor ve sayı her geçen gün artıyor. 2022'de Danimarka'da yapılan bir çalışma EBH prevalansının 1995 ile 2016 arasında iki katına çıktığını buldu. En önemli artış, ülseratif kolit olan 40 yaş ve üstü yetişkinlerde görüldü. Çevresel faktörlerin, ülseratif kolit de dahil olmak üzere EBH'nin artan prevalansında rol oynadığından şüphelenilmekte.

Antibiyotik maruziyeti çocuklarda EBH gelişimi ile ilişkilendirilmiştir, ancak antibiyotik kullanımının yetişkinlerde artan EBH riski ile ilişkili olup olmadığı açık değildir. Bu yılın başlarında yayınlanan bir çalışmada, 1 Ocak 2000 ile 31 Aralık 2018 arasında daha önce EBH öyküsü olmayan, 10 yaş ve üstü, çalışma süresince en az bir kür antibiyotik tedavisi almış altı milyondan fazla birey belirledi. Antibiyotik sınıfları, geniş spektrumlu ve dar spektrumlu penisilin, nitrofurantoin, sülfonamidler, tetrasiklinler ve makrolidleri içermeydi. Metronidazol ve florokinolonlar gibi nitroimidazoller, gastrointestinal enfeksiyonların tedavisinde yaygın kullanımları nedeniyle çalışmaya dahil edildi.

Araştırmacılar, antibiyotik maruziyetinin tüm yaş gruplarında EBH riskini artırdığını, ancak en büyük artışın 40 yaş ve üstü yetişkinlerde görüldüğünü buldu. EBH riski, birbirini takip eden her antibiyotik kürüyle arttı ve en yüksek risk, beş veya daha fazla antibiyotik kürü alan kişilerde gözlendi. EBH gelişimi için en yüksek risk, antibiyotik kullanımından bir ila iki yıl sonra görüldü. Risk bundan sonraki her yılda azaldı.

Nitrofurantoin, artan EBH gelişme riski ile ilişkili olmayan tek antibiyotikti. En güçlü ilişkiye sahip sınıflar, tipik olarak gastrointestinal enfeksiyonları tedavi etmek için kullanılan, nitroimidazolleri ve florokinolonları sınıflarıydı.

Antibiyotik maruziyeti ile EBH gelişimi arasındaki ilişki, bir halk sağlığı önlemi olarak antibiyotik yönetiminin önemini vurguluyor ve gastrointestinal mikrobiyomun, özellikle yaşlı yetişkinler arasında EBH gelişiminde önemli bir faktör olduğunu kanıtlıyor.

MENOPOZ: Tedaviye Karar Verirken Glokom’u Düşünmek

Son zamanlarda yapılan bir çalışma, menopoz ile artan glokom riski arasında bir bağlantı olduğunu ve östrojen bazlı tedavinin olası bir çözüm olduğunu gösterdi. Glokom riskinin yaşla birlikte arttığı büyük ölçüde kabul görüyor, ancak yeni bir çalışma menopozun da rol oynayabileceğini gösteriyor.

Glokom, dünya çapında tedavi edilemez körlüğün önde gelen nedenidir. Cinsiyet, geçmişte yapılan araştırmalarda glokom ile güçlü bir şekilde bağlantılı bulunamamıştı ancak glokoma sahip kişilerin %59'u kadındı.

Yayınlanan yeni bir çalışma, menopoz tarafından tetiklenen değişen östrojen düzeylerinin kadınlarda glokom ve diğer görme değişiklikleri riskini artırabileceğini öne sürüyor. Menopozla birlikte gelen östrojen gibi seks hormonlarındaki azalma, vücuttaki her sistemde bir dizi biyolojik değişiklik meydana getiriyor.

Araştırmacılar, tek başına menopozun glokom gelişimi için bir risk olarak görülüp görülemeyeceğini belirlemek için, menopoz başladıktan sonra ve cerrahi veya erken menopoza giren kadınlarda kemik kırılması ve kardiyovasküler hastalık risklerindeki eğilimleri karşılaştırdı. Raporda atıfta bulunulan birkaç çalışma, bilateral ooferektomi yoluyla erken veya cerrahi menopoza giren kadınların, doğal olarak veya ortalama yaş aralıklarında menopoz yaşayanlara kıyasla glokom gelişme riskinin arttığını buldu.

Gözlerdeki artan basınç, glokom ile ilişkili spesifik bir özelliktir, ancak makale bunun aynı zamanda değişen östrojen seviyelerine bağlı bir semptom olduğunu öne sürüyor. Araştırmacılar, bir çalışmada menopoz sonrası kadınların, aynı yaştaki menopoz öncesi kadınlara göre 1,5 ila 3,5 mmHg arasında daha yüksek göz içi basıncına sahip olduğunu belirtiyorlar. Ek olarak, östrojen içeren hormon replasman tedavileri alan menopoz sonrası kadınlar, göz içi basınçlarında 0,5 ila 3 mmHg düşüş gösteriyorlar.

Rapora göre östrojen, östrojen sinyali ve bu sistemlerde menopozun getirdiği değişikliklerin vücuttaki çeşitli dokular üzerinde geniş kapsamlı etkileri olduğu biliniyor, ancak bu yeni analiz menopozun göz üzerindeki etkisine ışık tutuyor. Rapor, östrojen değişiklikleri ile artan göz içi basıncı arasındaki güçlü bağlantının, menopozun glokom gelişiminde bir risk faktörü olabileceği teorisini sağlamlaştırdığı sonucuna varıyor. Menopozu artan göz basıncı ve muhtemelen glokom ile ilişkilendirmek, özellikle menopoz sonrası kadınlarda glokomu değerlendirirken klinik karar vermeyi etkileyebilir.

Çalışmaya göre östrojenin glokom gelişimindeki rolünü kabul etmenin tedavi için de etkileri olabilir. Östrojen bazlı tedaviler menopoz sonrası kadınlarda glokom tedavisinde umut vaat ederse, östrojen reseptörünü hedefleyen tedavilerin optik nöropati gibi diğer göz rahatsızlıklarına karşı nöroprotektif faydalar sağlama potansiyeline sahip olabileceği öne sürülüyor.

KANSER: B17 Vitamini Efsanesi

Son zamanlarda kanser hastalığının aslında vitamin eksikliğinden kaynaklanan bir durum olduğuna dair görüşler popüler olmaya ve vitamin takviyeleri ile kanser tedavisinin mümkün olduğuna dair halk arasında görüşlerin yayılmaya başladığını görüyoruz. Söz konusu vitaminlerden biri de B17 vitamini.

B17 vitamini ayrıca laetril, amigdalin veya bilimsel adı D-mandelonitril-b-D-glucosido-6-b-D-glucoside olarak da bilinir. Laetril, amigdalinin doğal maddesinin kısmen insan yapımı (sentetik) bir şeklidir. Amigdalin, çiğ fındık, acı badem, kayısı ve kiraz çekirdeklerinde bulunan bir maddedir.

Siyanür, kanser hücrelerini öldürdüğü düşünülen bir zehir türüdür. Laetril, 1800'lerden beri kanser önleyici bir madde olarak kullanılmaktadır.  Tek başına veya bir programın parçası olarak kullanılır. Bu tedavi programı belirli bir diyetin, yüksek doz vitamin takviyelerinin ve pankreas enzimlerinin uygulanmasını içerebilir.

Laetril vücut tarafından işlendiğinde siyanüre dönüşür. Laetrili oral olarak almak, enjeksiyon olarak kullanmaktan daha fazla yan etkiye sahiptir. Bunun nedeni, sindirim sistemimizin laetrili parçalaması ve siyanürü serbest bırakmasıdır. Siyanür bir tür zehirdir. Yani laetrilin yan etkileri siyanür ile aynıdır. Karaciğer problemleri olan hastalarda laetrile daha ciddi hasarlara neden olabilir.

Bu yan etkiler şunları içerir:

•          ateş

•          baş ağrısı

•          baş dönmesi

•          karaciğer hasarı

•          göz kapaklarında sarkma

•          vücut dokularına oksijen eksikliği

•          kan basıncında düşüş

•          sinir hasarı, denge kaybına ve yürüme güçlüğü

•          kafa karışıklığı, koma ve sonunda ölüm

Laetril'i tablet olarak kullanan bir kişinin amigdalin içeren diğer yiyeceklerden kaçınması gerekmektedir, aşağıda bu besinlerin başlıcaları listelenmiştir;

•          çiğ badem

•          havuç

•          kereviz

•          kayısı

•          şeftali

•          fasulye filizi

•          fasulye –ve diğer bakliyatlar

•          fındık

•          keten tohumu

•          yüksek dozda C vitamini

Laetrilin kanseri tedavi edebileceğini söylemek için yeterli güvenilir bilimsel sonuçlar elde edilememiştir. Laetrili tanıtan web sitelerinin veya dergilerin çoğu, iddialarını desteklenmeyen görüşlere ve anekdot niteliğindeki kanıtlara dayandırır. Laetrilin kanser veya başka herhangi bir hastalık için etkili bir tedavi olduğuna dair herhangi bir bilimsel kanıt yoktur.

2015 yılında sistematik bir inceleme yayınlanmış ve laetrilin iddia edilen faydalarının kontrollü klinik araştırmalarla desteklenmediği ortaya koyulmuştur. Aksine oral kullanımın ardından siyanür zehirlenmesiyle ilişkili ciddi yan etki artışı vaka raporları mevcuttur.

 

Dr. Ecz. Dyt. Neda Taner

neda.taner@gmail.com

Kaynaklar

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat