Bu adam hepten kafayı mı yedi diye düşünüyor olabilirsiniz.

Mesleki bir yazıda uçağın ne alakası var şimdi?!

Öyle değil mi?

Değil!

Size uçak kaç parçadan oluşur, isimleri nelerdir diye sorsam ilk önce aklınıza kanatları gelir, sonra motoru ya da pervanesi, kuyruğu derken kısaca en fazla dört ya da beş parçasını sayabilirsiniz.

Oysa Bir Boeing modeli uçak irili ufaklı 6 milyon parçadan oluşur. En ufak cıvatasına kadar her parçası gereklidir ve evde tamir etmeye çalışırken radyonun ya da bilgisayarın içinden parça arttırabilirsiniz ama bir Boeing’i evde tamir eder gibi içinden parça arttırarak tamir edemezsiniz, ettiremezsiniz.

Ekonomi sınıfı koltuğa oturup içine kurulduğunuz, “bussines”takiler acaba bu uçuşta portakallı ördek mi yiyecek ne yiyecek diye düşünürken ve “Bu kaptan da amma uyuşuk çıktı, hala aprondan ayrılmadı” diye içinizden saydırırken o basitçe dört beş parçasını gördüğünüz uçak kalkıştan önce yüzlerce kontrolden geçer.

Öyle Şahan Gökbakar’ın filmindeki gibi kaportaya vurup “Devam et kaptan” diye bağırmaz teknik ekip. En ufak bir somun gevşekliği tespit etseler başparmaklarını aşağı çevirip uçuşu iptal ederler. O basit olarak gördüğünüz, algıladığınız, filmlerden aşina olduğunuz başparmak işareti uçuştan önceki binlerce kontrolü çöpe atar. Yok eder.

Çünkü uluslararası havacılık kuralları çok serttir ve hepsi kanla yazılmıştır. Yani daha önceki kazalardan facialardan ders alınarak oluşturulmuştur. “Yahu çok yorgunuz, bu sefer de buna bakamayalım”, ya da “Kısa keselim de Aydın havası olsun” demez teknik ekip. Atlayacakları en ufak bir kontrolün en az yüzlerce cana mal olacağını bilir, bilincindedir.

Peki ya ilaçla ilgili olan mevzuat ve kurallar?

“Primum non nocere” demiş Hipokrat amcam binlerce sen önce. Yani ilk önce hastaya zarar verme diyerek ilk kuralı koymuş. Daha sonra da tarihi süreç içinde mucizevi ilaç olarak görülen birçok maddenin daha sonra insanlar üzerinde yaptığı tahribat hele hele Thalidomid faciası sonrası tüm dünyada ilaçla ilgili katı ve sert kurallar uygulanmaya başlamıştır. Çünkü hepsi uçuş kuralları gibi kanla, canla yazılmıştır.

İlaç üretiminde günümüzde tüm Dünyanın kabul ettiği GMP kuralları iyi ilaç üretiminin temel ilkelerini oluşturur. İlaç üretiminin anayasası gibidir. Bu kurallara uygun olarak ilaç firmaları ilaç üretir. Ancak ilaç üreticilerinin bu kurallara uyduğunu deklare etmesi yetmez, ülkelerinde bağlı oldukları sağlık otoritesi gelir onları denetler. Eğer başka ülke için üretim yapıyorlarsa o başka ülkenin sağlık otoritesi atlayıp uçağa gelir bir hafta, onbeş gün, ne kadar sürerse sürsün gelip üretimle ilgili her detayı denetler. Bu da yetmez, ilaç üretildikten sonra o ülkeye girer, o ülkenin sağlık otoritesi gelen ilaçlar içinden numuneler alır, onları laboratuvarda inceler, onay verirse ancak o zaman bu ilaçlar hastalara verilmek üzere ülke içindeki ilaç dağıtım ağına katılır.

Üçüncü dünya ülkelerini bilemem ama gelişmiş ülkelerin hepsinde ve bizde yani Türkiye’de sistem böyle işler. Bizim Sağlık Bakanlığı laboratuvarlarımız bu konuda çok yetkindir ve orada çalışan meslektaşlarımız kılı kırk yararak bu işleri gerçekleştirir.

Yani hiçbir ilaç öyle Kurtlar Vadisindeki Memati gibi kapıya omuz vurup içeri dalarcasına ülkemiz içine girmez.

Çünkü bizdeki mevzuat GMP kurallarıyla sınırlı değildir. Bizim mesleki büyüklerimiz ki, ben onları hazırladıkları mevzuatlar nedeniyle hiçbiriyle sıhri ya da hısmi akrabalığım olmasa da belki de herkesten çok, hatta akrabalarından çok rahmet, minnet ve şükranla anarım. Minnetle ve şükranla anarım yazdım ama bir daha yazayım ki duyduğum minnet ve şükranı net bir şekilde ortaya koyayım. Ruhları şâd, makamları âli olsun.

İşte bu büyüklerimiz taaa 1928 yılında yani bundan yaklaşık yüzyıl önce bugünlerde de insan sağlığını koruyacak içerikte ülkemizde ilaç ve eczacılıkla ilgili en temel kanun olan 1262 sayılı kanunu çıkartmışlar.

1262 sayılı kanun ilaç imalatı ve ithalatıyla ilgili olarak neyi emrediyor derseniz ister ülkemizde üretilmiş olsun ister ülke dışında üretilmiş olsun Sağlık Bakanlığı bu ilaçlardan numune alıp kontrol eder diyor. Yani “Şu gelişmiş ülkeler bizden daha teknolojik ülke, biz bakamayız, kontrol edemeyiz, aman efendim ne haddimize” demiyor, 1928 yılı koşullarında da olsa “Ben bu ilacın içinde ne var analiz ederim arkadaş, sen öyle her ürettiğin hapı içinde valla billa kötü bir şey yok diyerek benim insanıma yutturamazsın!” diyor.

Bir de yine minnet ve şükranla andığım meslek büyüklerimin hazırladığı 6643 sayılı kanunumuz var ki 4. maddesini çok severim. Orda da eczacılara ilaçla ilgili her konuda yapılacak düzenlemede hem halkın hem devletin hem de kendi meslektaşlarının menfaatini eşit şekilde gözetme görevi verilmiştir. Dikkatinizi çekerim, bu görevi eczacılara veriyor, çünkü ilacın uzmanı eczacılardır neyin nasıl zarar vereceğini en iyi onlar bilir diyor. Devletin kendi menfaati yüksek olursa halk ve eczacılar zarar görür, eczacıların menfaati yüksek olursa devlet ve halk zarar görür, bu yüzden de üç kesimin de zarar görmeyeceği, korunup kollanacağı düzenlemeleri eczacılara bırakın, bu işi onlar en iyi bilir diyor.

Şimdiye kadar bu kural işlemiş de ne yararı olmuş derseniz, basit bir örnek vereyim;

Kan pıhtılaşması ve kan ürünü ilaçlarının mor ve turuncu renkli reçetelere yazılarak kullanılmasını öneren, bunları sıralı dağıtıma sokulmasını sağlayan eczacılardır. Bu sayede hem devletin menfaati korunmuş hem de hemofilik hasta sayısının yapay bir şekilde artışı önlenmiş, hem de bu reçetelerin eczaneler arasındaki dağılımı adilane bir şekle sokulmuştur. Başka hiçbir meslekte buna benzer bir düzenleme bulamazsınız.

Peki bu uzuuun girizgahı niye yaptım?

Şimdi, şu an Mecliste 1262 sayılı kanunumuzda değişiklik yapılması için bir teklif görüşülüyor. Bu değişikliğe göre özetle ilaç ruhsatlandırılmasında ya da ülkemize ilaç ithal edilmesinde Sağlık Bakanlığı’nın söz konusu ilaçlardan numune alıp incelemesi şartı kaldırılmak isteniyor. Her kanunun yazılması için hukuk tekniği yüzünden bir gerekçesi olması lazım ki bunun da gerekçesi ilaçların piyasaya sunulmasında yaşanan gecikmelerin önlenmesi olarak gösterilmiş.

Ülkemizde ilaç ruhsatlandırma ve piyasaya sürülme süreci gerçekten çok uzun bu sürenin uzun olduğuna hiçbir itirazım yok.

İtirazım şuna;

Piyasaya ilaç sunulmasındaki birçok gereksiz bürokratik aşama dururken neden ilaçlardan numune alınıp kontrol edilmesi aşamasına takıldınız? Bula bula bu parçayı mı arttırdınız?

Laboratuvar sayısı yetersizse arttırabilirsiniz, personel eksikse alabilirsiniz, dosyalardaki birçok gereksiz kırtasiye aşamasını ortadan kaldırabilirsiniz. Neden bu yolu tercih etmiyorsunuz?

Ülkeler arasında bizim duygusal bakışımdaki gibi kalıcı dostluk ya da düşmanlık ilişkisi olmadığını sadece çıkar ilişkisi olduğunu, çıkarlarına ters düşen ülkeye ve ülke halkına her türlü eylemi yapabileceklerini herkes bilir.

Uluslararası İlişkiler mezunu olmaya da gerek yok, Bakkal Şekip abiye şöyle bir soru sordum dün; Diyelim ki dedim, bizi çok seven bir ülkeyi kızdırdık, onlar da bizim ülkemizin numune almadığı, kontrol etmediği bir ilacı bize yollayacaklar. Sence ne yaparlar dedim?

Verdiği cevabı yazamıyorum, siz tamamlarsınız…

Ecz. Kadir Sedat SOFUGİL

basareczanesi@gmail.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat