İlkokuldan liseye kadar hiçbir resmi müsabakaya katılmadan çeşitli yaş ve eğitim seviyesinden çok sayıda kişiyle amatörce oynadığım satranç oyunu sayesinde atılan bir adımın, yapılan bir hamlenin birkaç adım sonrasını düşünmek vazgeçemediğim bir alışkanlık haline geldi. Zira satranç, yaptığınız hamlelerin sorumluluğunu alma ve kurallar çerçevesinde hareket etme disiplinini kazandıran bir oyundur

          Tavla ve damanın coğrafyamızın gerçeği olduğunu fark etmem bu yüzden geç oldu. Yemenin zorunlu olarak dayatıldığı dama tahtasını ters çevirdiğinizde, tutulmadan atılmayan, dolayısıyla da “Zar tutuyorsun” suçlamasına karşınızdaki kişinin “Tutulmadan atılmaz ki” klişe cevabına muhatap olduğunuz tavlada da kurallar vardır ama tavlada kaybetmenizi şansa, damada ise taş yemekten hamle yapmaya fırsat bulamadığınıza bağlar, kendinizi savunabilirsiniz.

        Bugüne kadar oynadığım hiçbir satranç müsabakasında, daha oyunun başında müsabakanın kaderini etkileyecek bariz bir hata yaptıktan sonra hatayı yapan tarafın daha 15-20 hamle var deyip oyunu sonuna kadar devam ettirdiğini görmediğim gibi izlediğim hiçbir müsabakada da aynı şekilde hata yapan birinin -ister amatör olsun ister profesyonel- oyunu devam ettirdiğine şahit olmadım.

        Yazılı olmayan genel kurala göre, oyunun kaderini etkileyecek yanlış hamleden en fazla birkaç hamle sonrasında karşınızdaki rakibinizin elini sıkar, tebrik eder ya yeniden oynar ya da masadan kalkarsınız.

        Bu öngörüdür, zira yaptığınız bu ölümcül hata sonraki hamlelerinizle düzelecek bir şey değildir. 

        Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz, sonrakileri de yanlış iliklersiniz. Gerçi satranç oynamayı bilmeye gerek yok, bunu gömlek giyebilecek zekâ kapasitesine sahip olan herkes bilir.

        Özellikle 90’lı yıllardan itibaren yazılı ve görsel medyanın da desteği ile gerek yazarçizer takımında gerekse dünyadaki aydın tayfasında damacı ve tavlacıların sayısı ciddi manada arttı. Doğada hiçbir şey başka bir şeyin yerine o yeri boşaltmadan geçemediği için satranççı olanlar “Felaket tellalı” ya da “Komplo teorisyeni” olarak tu kaka yapılarak “Düşeş attım ama hepyek geldi, ben ne yapayım?” diyenlere yer açılmış oldu.

        Son dönemde bir yazdığı bir yazdığını tutmayan yazarçizer takımına, bir dediği bir dediğini tutmayan tırnak içindeki aydınlara mahkûm olmanın ızdırabını yaşamamızın ana sebebi bu olsa gerek diye düşünüyorum.

        En yakıcı gündemin bile toplumsal hafızadaki ömrünün 25 günü geçmediğinin farkında olmanın dayanılmaz rahatlığı içinde gün geçtikçe daha fazla ses çıkarıyorlar, ama o kadar;

        Yaşanan gerçek değişmiyor.

        ...

        Bütün bu uzuuun girizgâhı niye yazdım?

        Çünkü ilaç ve eczacılık hizmeti yaşamsal bir krize doğru koşar adım gidiyor ve bu gidişin mutlaka durdurulması lazım.

        İlaç fiyatları hala 2005’teki fiyatların altında, ilaç fiyatlarını belirlemekte kullanılan Avro kuru hala 2.69 lira ve eczanelerin giderleri enflasyona bağlı olarak hızla artarken, eczanelerin gelir gider dengesi gelir aleyhine hızla bozuluyor.

        Hesap çok basit; ocak ayında en az gideri olan küçük bir eczanenin kirası, personel maaşı, SSK primi, Bağ-Kuru, stopajı, elektriği, suyu vb. aylık sabit giderleri toplamı minimum on bin liraydı, aralık ayı olmadan en az onbeş bin lira olacak.

        Yine basit bir hesapla on bin lira gideri karşılamak için yapılan elli bin liralık ciro, aralık ayındaki onbeşbin liralık gideri karşılamayacak, en az yetmiş beş bin liraya çıkması lazım.

        Güncel Avro kuru 2.69 lira olarak güncelliğini(!) koruyacağı, ilaç fiyatları mevcut yasal düzenlemeye göre artmayacağı, hatta referans fiyat düşüşlerine bağlı olarak düşeceği için yüzde ellilik ciro artışı “Amerikan Düşesi” gelse bile imkânsız!

        “Maddi gücü yetersiz olanlar batar, kalanlarla devam ederiz” mantığıyla hareket edilirse, devam edilecek eczane bulmakta güçlük çekileceği gibi hep korktuğumuz, korkutulduğumuz zincir eczaneler de pat diye açılıp SGK’ ya, Suriyeli sığınmacılara bu şartlarda ilaç vermez. Veremez!

        Şöyle izah edeyim; çok kısa bir sürede özellikle büyük şehirlerde gündüzleri şimdi gece nöbetlerinde olduğu kadar eczanenin açık olduğunu hayal edin.

        24 saat açık olsalar bile ilaç ve eczacılık hizmeti veremezler, çok açık ve net!

        ...

        İlaç ve eczacılık hizmetinin kesintisiz ve aksaksız devam etmesi için sektöre “Can Suyu” verilmesi lazım. 

        Hepiniz bilirsiniz; bir yerdeki akarsu üzerine yapılan baraj inşaatı tamamlanınca su tutma işlemine başlanır ki baraj faaliyete geçebilsin. Ancak bu su tutma işlemi yapılırken söz konusu akarsuya bir miktar su verilmeye devam edilir. Akarsuyun büyüklüğüne ve yatağına göre bu su miktarı belli bir oranın altında olmaz. Zira herkes bilir ki, bu can suyu gereğinden az olursa o akarsu yatağında hayat son bulur; büyük balık, küçük balık, kurbağa falan kalmaz.

        Yani ben AVM eczanesiyim, ben ASM eczanesiyim, ben mahalle eczanesiyim, benim aylık giderim on bin lira değil, dokuz bin dokuz yüz lira, ben kiracı değilim ki gibi lakırdılar kimseyi kurtarmaz.

         Eczanelerin yaşayacağı açmaz sonucu dağıtım kuruluşları da küçülmeye gider, birçok çalışanını işten çıkarır, başarabilirlerse ihracatçı dağıtım kuruluşuna evrilir, ilaç firmaları da aynı şekilde ihracatçı ilaç firması haline gelirler, yabancılar dükkânı kapatır, başka ülkelerde hayatlarını bir şekilde devam ettirirler.

        “Kral çıplak biliyoruz Sayın Sofugil, peşrevi kısa kes! Kralı nasıl giydireceğiz sen onu söyle!” derseniz yapılacak şey basit.

        Normal süreci beklemeye gerek yok, ilaç fiyatlandırılmasıyla ilgili mevzuata göre komisyon dilediği zaman ilaç fiyatlarında artış ya da azaltma yapma yetkisine sahip.

        Öncelikle referans fiyata bağlı olarak fiyat düşüşünü durdurur, güncel Avro kurunu 2019 yılını beklemeden daha da güncel hale getirir, kamunun ilaç giderini ciddi oranda arttırmadan iyileştirme yapmak için eczanelere kutu başına minimum bir lira meslek hakkı verilir.

        Kutu başı bir liralık meslek hakkının kamuya maliyeti ilaç harcamasının yüzde onunu aşmaz, yıllık iki milyar lira civarı olur, ama eczanelere ekstra on milyarlık ciro yapmış etkisi sağlar, yıllık ciro yirmi milyardan otuz milyara çıkmış gibi olur, can suyu olur, dağıtım kuruluşlarının servis araçlarının tekeri de, ilaç firmalarındaki şef koltukları da dönmeye devam eder.

        Yedi yüz altmış iki milyarlık gider bütçesi olan ülkenin on milyar yerine iki milyar liralık kaynak bulması hiç de zor olmasa gerek.

        ...

         Son benzin zamları hakkında ne düşünüyorsunuz sorusuna “Zamlar beni etkilemiyor, ben her seferinde elli liralık benzin alıyorum!” diyen Temel gibi, “Biz bu şekilde her sene on liralık ilaç almaya devam ederiz, kur bizi etkilemez!” demeye devam edileceğini artık sanmıyorum.

        ...

        1984 Fiyat kararnamesi 20 yıl idare etti, 2004 kararnamesinin 15 yıl idare etmeyeceği ortada; 2019’a kadar zorla devam ettirmeye çalışmanın, daha 15-20 hamle yapabilirim demenin bir anlamı yok. Sonuç belli.

        2004’ün koşullarından çok farklı bir konumdayız artık, dünü yaşıyormuş gibi davranamayız.

        Yeni şartlar, değişen koşullar, mevcut düzenlemenin değişmesini şart koşuyor.

        Mevlana’nın dediği gibi; dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni bir şeyler söylemek lazım...

         

Ecz. Kadir Sedat Sofugil

basareczanesi@gmail.com

s.sofugil@eczacininsesi.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat