UZUN YAŞAMAK İSTEYENLER, ELDEN ELE Bİ ZAHMET!

 

          Uzun zamandır mesleki sorunları ironik bir üslupla yazdığım için tam da diğer konuları biraz boş verdiğimi, aynı konularla sınırlı kaldığımı düşünmeye başlamıştım ki alternatif tedaviler konusu birdenbire klavyeme takılıverdi.

          Her ne kadar okurlarımdan olumsuz bir tepki gelmiyor, “yeni yazını ne zaman okuyacağız?” gibi sorular geliyor olsa da yazılı ve görsel medyanın yanı sıra sosyal medyada inanılmaz miktarda yer alan alternatif tedavi yöntemlerinin hepsinin pabucunu dama atacak, kimsenin bilmediği, kullanan kişiyi en az yüze yardıracak ab-ı hayat diye adlandırılan bir formülü fırsat bu fırsat paylaşayım dedim.

            Bu formül sayesinde şeker, kalp, tansiyon hastaları artık her gün bir sürü ilacı kullanmak zorunda kalmayacak, verem olanın ciğerleri bir günde temizlenecek, sedefi olanın derisinde hiçbir iz kalmayacak, doktorlar işsiz kalıp pazarda limon satacak, eczacılar eczaneleri kapatıp çöpten kağıt toplayacak!

          Öylesine mucize bir formül!

          Bildiğiniz gibi değil yani...

          Şaka yaptığımı falan sanıyorsunuz değil mi?

          Kağıt kalemi hazır edin o zaman, formülü veriyorum;

          Öncelikle nisan ayında yağan ve saçaktı, çatıydı hiçbir yere değmemiş yağmurun suyunu yağmur yağarken gümüş bir kasede toplayacaksınız. Sonra bu biriken suyu renkli bir şişeye koyup ışık görmeyen bir yerde saklayacaksınız.

          Bu detaylar önemli, gümüş kase ve renkli şişeyi iyice not ettiniz değil mi?

          O halde formülü vermeye devam ediyorum:

          Renkli şişede sakladığınız su bir kenarda dursun. Genişçe bir sahana çok az zeytinyağı ardından da tereyağı koyup küp küp doğradığınız soğanları bir küp şeker ekleyerek hafifçe kavuruyorsunuz. Sonra ilave ettiğiniz yeşil biberi hafifçe öldürdükten sonra kabuğu soyulmuş, doğranmış domatesi ekliyorsunuz. En az kişi sayısı kadar yumurta kırıp beyaz peynir ve karabiber ilavesi sonrası ateşten indiriyorsunuz. Afiyet olsun.

          ...

          “Eee,bu soğanlı menemen tarifi, nerede o mucize formül?” derseniz, formülün en önemli kısmı olan soğan var bu tarifte. Sakladığımız yağmur suyunu nasıl kullanacağınız da yazının sonunda. Merak etmeyin, hepsini açıklayacağım.

          “Beni o kadar bekletme; ocakta yemeğim, Medulada reçetem var” diyorsanız yazı bir nefeste okunacak bir yazı, formülü satır aralarında, yazının içinde değişik bir akrostişle bulacaksınız. Merak etmeyin. Söz!

          ...

          Şimdiii, önce soğanlı menemen tarifini neden verdiğime gelelim. Her şeyin başı sağlık. Ağzınızın tadı varsa ve sağlığınız yerindeyse dünyanın en mutlu ve zengin kişisi sizsiniz. Hepiniz hayatınızın bir döneminde Meryem Uzerli’nin kocasının “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” sözünü duymuşsunuzdur.

          (Tarihi televizyondan izleyip öğrenen bir toplum olduğumuz için bu meşhur söz daha iyi hatırlansın diye Meryem Uzerli’nin kocası şeklinde yazdım. “Halit Ergenç Bergüzar’ın kocası bi kere cahil herif!” diye e-mail göndermeyin.)

          Kanuni’nin o sözü neden söylediğini biliyor musunuz?

          Çok fazla protein tüketen kişilerde görüldüğü için çok fazla et yiyen kralların ve bizim padişahlarımızın yakalandığı bir hastalık olan “gut” hastasıydı koca cihan padişahı. Gut hastalığı; etin yani proteinin vücutta parçalanması sonucu oluşan ürik asidin vücuttan atılamayıp eklemlerde, özellikle el ve ayak parmaklarındaki eklemlerde birikmesi sonucu ortaya çıkan çok ağrılı ve ızdıraplı bir hastalıktır. İşte Kanuni bu hastalıktan muzdarip bir halde Süleymaniye Cami inşaatını incelemek için tebdil-i kıyafet giderken yol kenarında hamalların büyük bir iştahla soğanı yumruklarıyla kırıp, tuza banarak ekmekle yediklerini görür ve gıpta ile onlara bakarken bu beyti söyler. (Soğan önemli demiştim!)

          Sadece Kanuni mi bu hastalıktan muzdarip padişahımız?

          Hayır!

          Padişahların birçoğu; Fatih Sultan Mehmet de gut hastası, Osman Gazi de, IV. Murad da, Avcı Mustafa da...

          Peki bu hastalıktan kurtulmak için o dönemin hekimbaşıları, şifacıları hiçbir ilaç kullanmıyorlar mıydı?

          Kullanmaz olurlar mı? Kullanıyorlardı.

          Bilimsel adı “Colchicum autumnale” olan “Güz Çiğdemi”nin çiçeklerini kullanıyorlardı. Ama bu çiçekler yüksek miktarda “Kolşisin” içerdiği için çok zehirliydi ve o dönemde tedavi edici doz ayarlanamadığı için öldürücü oluyordu. Fatih Sultan Mehmet’in Memlüklüler üzerine sefere giderken Gebze’de Hünkar Çayırı’nda hekimbaşının verdiği ilaçla zehirlenerek öldürüldüğü yazılıdır tarih kitaplarında.

          Oysa gerçek, gerçekten öyle mi?

          Bizdeki bilim adamlarının multidisipliner çalışma alışkanlıklarının olmamasının doğal sonucu olarak hiçbir tarihçi eczacılarla işbirliği yapmadığından, hekimbaşının padişahı öldürmek için değil de hastalığını iyileştirmek isterken ilacın dozunu ayarlayamadığı için bilmeden ve istemeden zehirlemiş olma ihtimalini bilmez ve yazmaz.

          ...

          Bilmek çok önemlidir.

          İlacın hangi bitkide olduğunu bilmek yetmez, hangi kısmının ne kadarının yararlı ne kadarının zararlı olduğunu da bilmek gerekir.

          Zira; Bilimsel adı ‘Colchicum autumnale’ olan “Güz Çiğdemi”nden elde edilen Kolşisin eski çağlardan beri bilinen şifalı bir maddedir. Adı üç bin yıl önceki eski Mısır yazıtlarında geçer. Bizans’ın ünlü hekimi Trallesli Alexander kitabında kolşisinin gut hastalığına iyi geldiğini yazar.

          Ama bu maddenin ne kadarının hastalığa iyi geldiği yazmaz!

          ...

          Kolşisin içeren bu çiçekler o kadar zehirlidirler ki, eski çağlarda askerler düşmanlarını alt etmek için oklarının ucuna normalde yiyenleri bile öldüren bu bitkilerin usaresini sürerlermiş.

          Bir yandan ilaç, diğer yandan öldürücü silah...

          ...

          Pekiii eczacılar ne yapmış?

          Bilimsel araştırmalar sonucu 20. Yüzyılın başında yarım miligramlık tedavi edici dozdaki tabletini üretmişler...

          Gram değil, miligramın yarısı...

          ...

          Bu sadece basit bir örnek. Söğüt ağacı kabuğundan tutun da atropine kadar buna benzer hikayesi olan yüzlerce, binlerce bitki ve bu bitkiden elde edilip kullanılan ilaç var.

          ...

          Yaşadığımız coğrafyada insanların sağlık üzerinden sömürülmeleri geleneksel bir hal aldığı için; 36 padişahtan sadece 4 tanesinin 70 yaşın üstünü gördüğünü, ortalama yaşlarının 51 olduğunu söylemeksizin, “Padişahların Formülü”, “Mucize Bitki” vb. adlarla her derde deva, adeta ölümsüzlük iksiri gibi lanse edilen bitkisel karışımlar, takviye edici gıdalar üretilip piyasaya sürülmekte ve aslında ilaç olan , günlük kullanım dozunun ayarlanması gereken bu ürünlerle insanları sömürme geleneği ölümcül bir şekilde devam ettirilmektedir.

          Hele hele sosyal medyada “Letal doz” ne diye sorsan “Netflix’teki çok süper bir dizi” diyecek kadar bu konulara hakim(!) olarak Lokman Hekimlik yapan ne mimarlar, ne mühendisler, ne terziler, ne kuaförler ve ev hanımları var kiii, ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim!!!

          ...

          Gerçi onlara hiçbir söylenmiyor, söylemeye kalkanın ne ilaç tüccarlığı kalıyor ne paragözlüğü...

          Biz sağlık profesyoneliyiz, adı üstünde profesyonel; yani mesleği gereği yaptığı işten para kazanan, hayatını devam ettiren kişi. Bunda ayıp ya da günah olan bir şey yok ki.

          Oysa, yalan yanlış bilgilerle güya dua kazanmak için ek iş olarak doktorculuk ya da eczanecilik yaparak insanlara ölüm satanların yaptığı hem ayıp hem günah, hem de suç!

          ...

          Son yıllarda sözüm ona “Mucize” formüllerle hepatotoksisite yani kimyasal madde kaynaklı karaciğer hasarı vakalarında müthiş bir artış yaşanıyor ve maalesef birçoğu ölümle sonuçlanıyor.

          Bu formül sayesinde şeker, kalp, tansiyon hastaları artık her gün bir sürü ilacı kullanmak zorunda kalmayacak, verem olanın ciğerleri bir günde temizlenecek, sedefi olanın derisinde hiçbir iz kalmayacak, bu verdiğim tarif, önerdiğim ürün tamamen zararsızdır, herkes kullanabilir vb. şeyleri diyenler -büyük harflerle yazıyorum- SAHTEKARDIR VE ÖLÜM SİMSARIDIR! İNANMAYIN, ALDANMAYIN VE BU YÜZDEN DE ÖLMEYİN!

          Onlar; kızsalar da bağırsalar da, çağırsalar da sizi uyardık, uyarıyoruz ve uyarmaya devam edeceğiz.

          İlaç formunda olan ürünler gıda değil ilaçtır ve Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsatlandırılmalıdır!

          Bitkiseldir, zararsızdır, herkes kullanabilir, faydası var zararı yok şeklinde tanıtımlara ve söylemlere aldanmayın!

          “İlaçlar kimyasal madde, seni zehirliyor, bırak ilaç kullanmayı!” diyerek kronik hastalıklarda kullandığınız ilaçları bıraktırmaya çalışan mucize tedavicilere aldanmayın!

          ...

          Etken madde ne, tedavi dozu ne, ilaç ve zehir nedir bilmeyenlerin Osmanlı zamanında sağladıkları yaşam süresi ortalama 51 yıl…

          Bilimsel eczacılık sayesinde bugün ülkemizde ortalama ömür 75 yıl.

          ...

          Geçmişte tedavi dozunun ne olduğu bilinse belki Fatih 49 yaşında ölmeyecekti, belki tarih daha farklı akacaktı.

          ...

          Bilimsel ve tarihsel gerçekler ortada;  

          Eczacınızı dinlerseniz, torununuzu görme şansınız yüksek.        

          Yok, beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar diyorsanız o renkli şişedeki suyu yanınıza alabilirsiniz.

          Tercih sizin...

 

    

          Ecz. Kadir Sedat Sofugil                 

         basareczanesi@gmail.com

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat