Diyabet alanında Türkiye’nin en etkili on öğretim üyesiyle Paris sokaklarında yürüyerek akşam yemeği yiyeceğimiz yere geldik. Pazara vereceğimiz yeni ürünün tanıtım toplantısı bitmiş, ilaç tıp camiasında ilgiyle karşılanmıştı. Kısa sayılacak pazarlama müdürlüğü görevimdeki ilk önemli toplantım, başarılı geçmişti. Ürünle ilgili doktorlardan gelen olumlu geri bildirimlerin heyecanıyla, pazarlama stratejilerini kafamda oluşturdum.

Oturma düzenini özenle kurguladım. Sağ yanıma Paris merkez ofisteki yöneticim Philip’i, karşısına en sevdiğim öğretim üyesini Rüstem Hoca’yı alarak masanın sahneden en uzak köşesine yerleştik. Yol boyunca, toplantıdan aldığım bilgileri ve doktorlardan gelen yorumları planlarımla uyumlu hale getirmiştim. Philip tüm projelerimi, temel stratejilerimi ve önerilerimi her zamanki dalgacı tavrıyla dinledi.  “Selim, daha önce pazara yeni bir ürün vermediğin belli. Bu şekilde olmaz. İlk fırsatta seni buraya davet edip detaylı anlatırım neler yapacağını. Kapatalım konuyu.” diyerek, soğuyan yemeğini kaldırması için garsona işaret etti. Dayanamayarak “Hep böyle yapıyor. Her şeyi onlar biliyor.” diyerek yüksek sesle serzenişte bulunmuşum. “Rüstem Hoca’m kusura bakmayın, işe dalıp sohbetten uzak kaldık.” diyerek masadaki konuklarla sohbete geri döndüm.

Müzikli ortamları sevmeyen Rüstem Hoca’nın, sıkıntıdan masadaki meslektaşlarına özel iki satırlık şiirler yazarak onları eğlendirdiğini fark ettim. Tam o anda sevgili Hoca’m ufak bir not kağıdına yazdığı şiiri bana uzattı. Masadaki herkes gibi bana yazılan şiiri ben de sesli okudum. İki satırlık şiirlere yaşamlarımızın en renkli yönlerini gizlemişti Rüstem Hoca. Kısa bir süredir birlikte olan insanlar, artık Rüstem Hoca’nın dizelerinde tanış olmuşlardı. Ortam bir anda keyifli bir hale geldi. “Hocam bir şiir de bizim Philip’e yazar mısın?” diyerek espri yaptım.

Uzun yemek masasının köşesi, Rüstem Hocamın çalışma masasına dönüşmüştü. Kenara çekilen yemek servislerinin yerine ufak not kağıtları dolmuştu. Konu Philip’e şiir yazmak olduğundan sanırım, Hoca’m köşesine kapanarak bir süre sessizce çalıştı. Masadaki sohbetin konusunu Philip için İngilizce’ye çevirirken şiir sırasının kendisinde olduğunu söyledim. Kendini beğenmiş bu adama Hoca’m bakalım neler yazacak diye merakla beklemeye başladım.

Hocamın not sayfalarına yazdığı Fransızca iki satırlık şiirini okurken Philip’in yüz ifadesinde garip davranışlar oluştu. “Ben tam olarak anlayamadım şiiri.” dedi. Rüstem Hoca’ma anlamadığını söyleyince, “Anlamaması normal, 14. yüzyılda konuşulan Fransızca’yla yazdım.” dedi. Bir anda keyfim yerine gelerek söylenenleri şöyle tercüme ettim: “Philip anlamaman normalmiş. Çünkü Hoca’m senin şiirini 14.yüzyıl Fransızcası ile yazmış.”

Sevgili Rüstem Hoca’m, Philip ile uzun yıllar sürecek dostluğumun temellerini iki satırlık şiirine sığdırmıştı.

     * Gerçek olaylardan esinlenerek kurgulanmış bir iş yaşamı öyküsüdür.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat