Farkında mısınız?

İnsan ne yazmak, ne konuşmak, ne okumak istiyor…

Soma’da bir facia yaşandı.

Yaşanan travmatik olay, sadece maliyetlerin düşürülmesine odaklanmış ve insanı bir kömür parçasından farklı görmeyen ekonomik ve sosyal politikaların doğal sonucudur. Maliyetlerin düşürülmesi, başka bir deyişle kâr hırsı yeni değil, ancak bu kadar kurumsallaşması ve çalışanları nerdeyse paçavra gibi savurması, yok etmesi, ezmesi her zaman bu denli yoğun olmuyor.

Neoliberal politikalar, küreselleşme denilen yutturmacanın ekonomi-politik boyutunu gayet güzel halletti… En büyük hedefi olan ulus devletleri; toplumsal planda mikro milliyetçilik ve mikro dincilik politikaları ile bireysel planda atomizasyonu sağlayarak ve dayanışma bağlarını azaltarak korunaksız ve örgütsüz tek tek bireyler halinde çözmüş, ekonomik olarak da minimal devlet sayıklamaları içinde özelleştirme, yerelleştirme, sendikasızlaştırma, iş güvencesizleştirme, taşeronlaştırma politikaları ile ezip geçmiştir. Böylece devletin yükü hafifliyor görüntüsü altında sermayenin yükü azalmış, kârlar artmış, maliyetler düşmüştür.

Propaganda çok büyüktür: piyasa herşeydir; herşeyi düzenlemekte mahirdir, dokunulmazdır ve tapılmalıdır. İşleyişi, yani sermaye hareketlerini, özellikle ulusötesi sermayenin dinamizmini bozan herşey kötüdür. Yok edilmelidir. Kâr en yüce değerdir ve bunu sağlayacak her yol mübahtır. İnsan, yatacak yeri ve ölmeyecek kadar yiyeceği olan mekanik bir yaratıktır. Köledir yani. İşe gider eve döner, evden çıkar işe gider… hepsi bu. Politik psikolojinin uyutma yöntemlerini ise söylemeye lüzum yok.

Soma’daki facianın unutturulması için çok çalışıldığını görebiliyor musunuz?

Büyük depremi unutmadık mı? Hangi yılda olduğunu sorsanız kaç kişi bilebilir? Kuralsız ve çılgın yapılaşma devam etmiyor mu? Yapı denetimi işi belediyelerden alınarak özelleştirildi ve yapı denetimi şirketleri kuruldu. Nerdeyse her müteahhidin bir de yapı denetimi şirketi oldu. Kendini denetlemenin ne demek olduğunu anlayın artık. Belediyelerin denetimi tartışmalıyken, yapı denetimi şirketleriyle başka bir kapı açıldı.

Bilmem hatırlar mısınız Soma felaketinden tam tamına 3 yıl önce, 2011 yılında bir mayıs günü Batman’da Devlet Hastanesi’nde çalışanlarla yemek yedikten sonra Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a görme engelli geçici işçi Nurullah Mehmetoğlu, "Biz burada asgari ücretle çalışıyoruz. Koşullarının iyileştirilmesini istiyoruz. Müteahhit şirketlerin elinden ne zaman kurtulacağız?" diye sormuş, bu sözlere sinirlenen Bakan, "Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz, daha ne yapalım? Müteahhit şirketlerin yanında çalışmaya devam edeceksin" diye çıkışmıştı.

Sağlık hizmeti özelleştirildi, çalışma biçimleri kuralsızlaştırıldı, zihinsel propaganda ile kamunun elinde olanlar gittiği gibi, özel sağlık kuruluşlarının her zaman iyi olduğu sanısı yaygınlaştırıldı. Genel Sağlık Sigortası uygulaması herkesi kapsama alma görüntüsü altında bir özelleştirme yöntemi olarak seçildi. Bu sistem, sadece parasal tedbirler içerir, sağlık hizmetini maliyetlerin nasıl düşürüleceği çerçevesinde değerlendirir ve ölçer, koruyucu hekimlik uygulamaları ile hiçbir bağı yoktur, sağlık kuruluşları, örneğin eczaneler bu sistemde tamamen ekonomik figürlerdir. İnsan sağlığı ile ilişkileri akla gelmez. Burada insan yoktur.

Sağlıkta Dönüşüm Programı bir özelleştirme yöntemidir; kömür madeni Soma işçilerini birdenbire öldürürken bu politika yavaş yavaş öldürüyor.

Peki, Edirne’de kanser hastası üniversite öğrencisi Dilek Özçelik’i hatırlıyor musunuz?

Sonradan yolsuzluk iddialarıyla istifa eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, kanser tedavisi gören ve ilaçlarının temini için yardım isteyen üniversite öğrencisi genç kızın cebine para koyup, ilaçları kendisinin almasını istedi ve 'düşürme' diye uyardı. Dilek, Selimiye Camii’nde namaz kılıp çıkan Bakan Bayraktar’a giderek, "İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda Ben dilenci değilim, tedavim için yardım istedim" dedi ve cebine konulan parayı Bayraktar’ın eline tutuşturdu. Sonra da duvara özdeyiş diye asılacak lafı etti: “Elinizi cüzdanınızdan çekip, biraz da vicdanınıza koyun

Türkiye’de ilaçların bulunamamasının nedeni, yine “maliyet düşürme” yöntemidir. İlacı sıradan bir meta olarak gören düşüncenin yansımasıdır: Pahalıysa ilaca ne gerek var canım!

Sonra ilaç yeraltına iner, normal yolla ulaşamayan hasta ve yakını karaborsacının eline düşer, hatta ilacın plasebo kabilinden sahtesi yapılır. İlaç sanayicisi yetersiz etken madde imasında bulunur.

Soma’da yürek yaralayan facia, son olacak mı dersiniz?

Asla son bulmaz… Çünkü bu ülkede insan yaşamaz dostlar!... Yerine göre kömür çıkaran bir makinedir, yerine göre inşaat vincidir, bazen lütufta bulunularak iş verilen görme engelli bir robot, yürüyen bir banttır bazen, insan sayıldığı nadir zamanlarda ise dilenen bir yaratık, iki polisin bir müşavir için penaltı noktasına koyduğu bir futbol topudur.

Soma maden faciası, bir anlayışın ve düzenin sonucudur… Sadece madencilikte değil her alanda çöken bir devletin somut ve simgesel göstergesidir.

Bu kaza için sadece teknik açıklamalar getirmek çok büyük saflıktır.

Evet, teknik sorunlar çoktur.

Önceden İş Kanunu’nda olan iş sağlığı ve güvenliği düzenlemeleri, 6331 sayılı yasa ile ayrı bir kanunda düzenlenmiştir. Yasa teferruata boğulmuş, işin merkezi kaydırılmış, parasal ceza uygulamalarıyla iş sağlığı ve güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır. Önceden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı teknik iş müfettişlerince yapılan denetimler, büyük ölçüde belli kurslardan geçen mühendis ve sağlık çalışanlarınca yapılmaya başlanmış ya da “Ortak Sağlık Güvenlik Birimlerine(OSGB)” bırakılmıştır.

Yaklaşık iki yıl önce yasa çıktıktan sonra, eskiden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kurslarından geçerek verilen üç kategorideki iş güvenliği sertifikalarını dağıtan kurslar pıtrak gibi çoğalmış, üniversiteler bile buradan para kazanmaya başlamıştır. Bırakın iş güvenliği uzmanını, ortalık iş güvenliği kurslarından geçilmez olmuştur. İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin olmadığı ama ibadullah kursların ve uzmanların olduğu bir ülke düşünün, Türkiye’ye hoş geldiniz...

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu sosyal politika alanında bir özelleştirme örneğidir. İş güvenliği ve iş sağlığı denetimini özelleştirmektedir. Denetim ya da takibi yapan iş güvenliği uzmanının ücreti ya da denetim bedeli, denetimini yaptığı işyerinin sahibi tarafından ödenmektedir.

Öte yandan, en çok iş kazasının olduğu işyerleri, örneğin yeraltı ve maden, inşaat, elektrikle çalışma yapılan işyerlerini odağa alıp buralarda tedbirleri artırmak ve mesai harcamak yerine, iş sağlığı ve güvenliği işlemlerini dağıtıp, örneğin eczane ya da bir işçi çalıştıran, basit ofis hizmetlerini yapan işyerlerini çok önemliymiş gibi adeta bir rant alanına dönüştürmüştür.

Ancak bu teknik eksikliklerin tamamı giderilse bile işkazalarının azaltılması mümkün değildir.

Çünkü bu kazalar, bir ekonomik programın ve tercihin doğal sonuçlarıdır. Bu programın ve tercihin ana merkezini özelleştirmeler ve taşeron(alt işveren) usulü çalışma yöntemi belirlemektedir. Sermayenin bu kadar güçlü, emek örgütlenmesinin o denli zayıf olması sonucu, "alt işverenlik" olarak adlandırılan taşeronluk uygulamasıyla, son on senede 350-400 bin olan taşeron işçi sayısı bugün kamu ve özel sektör toplamı olarak 2,5 milyona ulaşmıştır. Bunun 1 milyon civarı belediyeler de dâhil kamuda çalışmaktadır.

Acı çok büyüktür…

Ve kurumsallaşmış unutturulma ve yok sayma mekanizmaları karşısındadır.

Bu eğilime karşı kömür karasıyla yazıp çizelim: Soma’yı unutmayacağız, unutturmayacağız.

 

 

f.cakmak@eczacininsesi.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat