Eczacının Sesi E-Gazetesi’nin 27.10.2015 tarihli Türkiye Gazetesi’ nden aktararak verdiği “Işık: İlaçta 4 Milyar Açık Veriyoruz” başlıklı haberde; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın, "İlaç sektörü yüksek teknolojili üretimde bizim dışa en fazla bağımlı olduğumuz(alan) daha doğrusu tükettiğimiz her 100 kutunun 73,5’i yerli üretim ama 4 milyar dolar açık veriyoruz" dediği belirtilmektedir.

Burada dikkat çeken nokta “ilaçta açık vermek” şeklindeki kavramsallaştırmadır.

Sağlık ve sosyal sigorta gibi sosyal politika enstrümanları bir yandan ekonomiyle, kamu finansman dengesiyle, bir yandan sosyal alanla, refahın güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılmasıyla ilgilidir. Ancak gerek sağlık, gerekse sosyal sigorta, son analizde, sosyal politikanın gerçekleştirme araçlarındandır. Bu nedenle sosyal politika uygulamaları değerlendirilirken sadece finansman/ekonomi ağırlıklı bir yaklaşım, hukuksal bir form olarak sosyal hukuk devletiyle çeliştiği gibi, ekonomik bakımdan da sadece bilanço kârına dönük eksik bir yaklaşımı gösterir.

İki taraflı bu etkiyi, “İlaçta açık vermek bir sosyal politika kavramı değildir” önermesi çerçevesinde açmak gerekiyor.

Sağlık ve sosyal sigorta sistemi uzun sosyal mücadeleler sonucunda elde edilen kazanımları içermektedir. Klasik iktisat döneminde, devlet, yasa ve düzen işleviyle sınırlanmış ve ne sosyal alana, ne de ekonomik alana, piyasanın işleyişini bozduğu için müdahalesi hoş görülmemiştir. Sanayi devriminden sonra elde edilen kazanımlar, sağlık sistemi ve sosyal güvencenin kurumsallaşmasına dönük sonuçlar yaratmış ve devlet, sosyal politika uygulamalarının içine çekilmiştir. Özellikle 1929 Dünya krizi ve onun yansıması olan 2. Dünya Savaşı sonrası Keynesyen iktisat uygulamalarıyla birlikte devlet, bir yandan işletmeci olarak mal ve hizmet piyasasına girmiş, diğer yandan da sosyal adalet kavramının gelişmesiyle sosyal politika uygulamalarının asal uygulayıcısı olmuştur. Sosyal refah devleti diye anabileceğimiz bu dönem, 1970’llerin ortalarından itibaren neoliberal saldırıya maruz kalmıştır.

Buradan sosyal sigorta ve sağlık sisteminin örtüştüğü nokta olan kamusal sağlık sigortalarına geçtiğimizde, sağlık sistemi içinde “ilacın devlet tarafından vatandaşlarına sağlanmasını” tipik sosyal refah devleti uygulamalarından birisi olarak görüyoruz. Sağlığın korunması; yüksek maliyeti nedeniyle ve diğer bireyleri, geleceği, verimliliği ve üretimi etkilediği için bir kamu hizmeti olması doğal sonucuna götürür. İlaca, gelir durumuna bakılmaksızın vatandaşlar en zayıf anlarında ihtiyaç duymaktadırlar. Elde edilmesinden, geliştirilmesine, denenmesine ve diğer maliyet unsurlarına kadar tek tek bireylerin temin edebileceği sıradan bir meta değildir. O halde ilacın hastalara temini devletin işin içinde olduğu bir kamu hizmetini gerektirir. Özellikle koruyucu sağlık hizmetleri sözkonusu olduğunda, bu ihtiyaç daha açık bir netlik kazanır.  

Öte yandan sağlığın kamusal niteliği, sadece hasta ya da hasta olma olasılığı olan kişiyle ilgili değildir. Bireyin hastalanması üretimin ve verimliliğin düşmesi demektir. İşe gidememek, işten çıkmak nedeniyle aile gelirinin düşmesi olasılığı aile fertlerini de etkileyecektir. Hastanın geleceğe güvenle bakamaması, psişik dünyasını ve sosyal ilişkilerini de etkileyecektir. Başka bir deyişle sağlığın devletin içinde olduğu güvenli bir ortamda kontrol edilmesi, korunması, sadece hasta/hasta olma olasılığı olan kişiyi değil ailesini, toplumu, çevresini ve üretim ilişkilerini etkileyecek bir dışsallık etkisi yaratmaktadır.

Görülüyor ki sağlık sözkonusu olduğunda sadece finansal/ekonomik bakış açısı yetersiz kalmaktadır. Çünkü sağlık gibi sosyal etkinin derin olduğu alanlarda sadece aldığım bu, sattığım bu, kârım da bu şeklinde klasik bilanço çözümlemesi geçersizdir, eksiktir. Örneğin bu finansmancı bakış açısı, sağlıklı bireyin üretime katkısını ya da sağlıksız bireyin verimliliğe olumsuz etkisini ölçmekte güçlük çekmektedir. Ya da sağlıksız bireyin aile ilişkilerindeki bozulma ve psikolojik etkilerini “kâr hesabına” dahil edemeyecektir.

Bu nedenle “ilaçta açık veriyoruz” şeklindeki tanımlama sosyal refahı yeterince dikkate almayan sadece “finansman/ekonomi” yönlü bir açıklamadır. Zaten açık bir muhasebe/finansman terimidir. Açık demek kâr/zarar demektir. Oysa bir kamu hizmeti için kâr etmek veya zarar etmek hizmetin yürütümü için geçersiz parametrelerdir. Çünkü kamu hizmeti vergilerle finanse edilmektedir. Sadece vergiyi adil ve eşit aldığınızda ikincil bölüşüm ilişkilerindeki dengeyi de kurmuşsunuz demektir. Kaldı ki harcama boşa değil vatandaşlık hukuku çerçevesinde, vatandaşların mutluluğu için yapılmıştır. Elbette etkin ilaç kullanımı, hatalı kullanımın önlenmesi, yolsuzluk, israf, koruyucu sağlık uygulamalarının yaygınlaştırılması, yerli üretimin artırılması, kamu ilaç üretimiyle fiyat artışlarının kontrol edilmesi şeklinde reel uygulamalarla ortaya çıkan “yeterlilik” halinin sağlanması ve korunmasıdır asıl tartışılması gereken.

Ancak bütün bunlara; “ilaçta açık” paradigmasıyla başlanamaz. Başlandığında, sosyal devlet, sosyal politika, dayanışmacı toplum anlayışı rafa kaldırılmış demektir.

 

 

https://twitter.com/_FevziCakmak_

f.cakmak@eczacininsesi.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat