Serbest eczacılık dünyasının belki de son zamanlardaki en takıntılı cümlesi bu olsa gerek…

Devlet denen devden korku ünlemi!..

Suçlamak ve akıl vermek kolaycılığına kaçmadan; bu sık duyulan, bu gergin ve psişik arka planı olan cümleye nereden ve nasıl gelindiğini araştırmak herkesin görevidir.

SGK’ya yazarsam, dilekçe verirsem, itiraz edersem, Sağlık Bakanlığının dediğini yapmazsam, toplantıya gidip tutanağı imzalamazsam… Ya bana takarlarsa…

“Ya bana takarlarsa” düşüncesi zihinde beliriyor ya da dilde somutlanıyorsa, artık herkesi ilgilendiren ciddi bir sorunla karşı karşıyayız demektir.

Bu yargı nereden ve nasıl ortaya çıktı, nasıl kökleşti… Kuşkusuz her düzeyde ve ülkenin her yerinde duyulan bir söz haline gelmesini, sadece eczacının basit bir tereddütü, korkusu ve çekingenliği ile açıklayamayız.

Bu bir yalnızlık hâli korkusudur. Korunaksızlık ve dayanaksızlık korkusudur. Devlet denen leviathan’ın kendisi ve aygıtlarıyla, meşru şiddet tekeliyle, kraldan çok kralcı bürokrasisiyle “halk”ın üzerindeki gölgesinin korkusudur.

En doğrusu galiba, bir hukuk dışı davranış olasılığının korkusudur.

Eczacı, otomatik olarak bu duyguyu içinde hissettiği anda denge bozulmuş demektir.

Bu duygu ve türevlerinin yarattığı karşı davranış eksikliği, aynı zamanda kamu idareleri ve çalışanları ile siyasetçilerin yaptıkları herşeyin doğru olduğu yanılsamasına da yol açar. Ve bir çevrim şeklinde herşey halının altına süpürülerek çözümlenmeye devam edilir. Eleştirilmeyen, söyledikleri şikayet edilmeyen kamu idaresi ve çalışanı da hiçbir baskı hissetmediği için yanlışlar/doğrular üzerine kafa yormadan sadece ve sadece masanın bu tarafında olduğu için, bütün doğruların kendisinden neşet ettiğini sanmaya devam eder.

Gücü elinde tutana karşı korunma, yanlışını söyleme, mücadele etme, mücadele ettikten sonra ayrımcılığa maruz kalmama ancak enstrümanları açık ve net biçimde tanımlanmış, usulleri gelişmiş “hukuk anlayışı, düzeni ve örgütleri” yoluyla olur.

Başka bir deyişle herkesi koşulsuz hukuka uygun davranmaya (tek tek bireylerin bilinci yanında) zorlamak için dengeli bir kamu yönetimi ve yargı organları kadar, örgütlenmiş siyasal kurumlar ve demokratik kitle örgütlerine de ihtiyaç vardır.

Bu haliyle serbest eczacılık bakımından, öncelikle meslek kuruluşlarına, ardından dernek ve sendika gibi mesleki örgütlenmelere çok iş düşmektedir.

Çünkü atomize edilmiş, güçsüzleşmiş meslek mensupları(eczacı) elbetteki bir belirsizlik ortamında “ya bana takarlarsa, itiraz edersem, dava açarsam benimle uğraşırlarsa” gibi kişiselleşmiş kin gütme güdülerinin kurbanı olabilirler. Çok kere bireysel mücadele gücünü harekete geçirenlerin de başarılı olduğu gözükmekle birlikte, aslolan dayanışma içeren tekniklerdir. Buyurgan ve güçlü olan devlete karşı, örgütlenmiş bireyler ancak dengeyi sağlayabilirler.

Somut olarak eczacılar arasında giderek artan ve nerdeyse elini kolunu bağlayan “Ya Bana Takarlarsa” düşüncesi içinse hem idare hem eczacı açısından yapılan tüm işlemlerin yazılı ve her aşaması kayıt altında olan süreçlerle aşılabileceği gerçeği de ihmal edilmemelidir. Eczane sözleşmelerinde her işlemin mutlaka yazıyla yapılabilirliği sağlanmalıdır.

Eczacının özel kasıt altında kalmasını önleyici, kalınca yapacaklarının formüle edildiği, aslında basit ve sıradan tekniklere başvurmaktan çekinmemek gerekir.

Yoksa yaşanmışlıkların, başa gelmişliklerin, deneyimlerin ister istemez eczacıya söylettiği “Ya Bana Takarlarsa “prangasının yeni adayı, daha yukarılarda meslek örgütleri olacaktır.

 

 https://twitter.com/_FevziCakmak_

 f.cakmak@eczacininsesi.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat