SUNUŞ

Cehalet Bilimi’ ni, Küresel Zeka’ yı, sağlık şarlatanlarını, bilimi, eğitimi, eczacılığı, günceli, geleceği…

Her şeyi konuştuk.

Prof. Dr. Tayfun Uzbay, bir bilim insanı, bir eczacı, “bizden” biri yani…

Nöropsikofarmakoloji uzmanı.

Şu anda Üsküdar Üniversitesi- Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı- Nöropsikofarmakoloji Uygulama Ve Araştırma Merkezi Müdürü.

Bu söyleşiyi ne zamandır tasarlıyorduk…

27 Ocak 2020- Pazartesi günü bizim ofiste oturduk...

Tayfun Hoca, Ertan (Çiftçi), Özlem (Demir) ve ben.

Ses kayıt cihazını açtık ve başladık sormaya, sohbet etmeye…

Röportajdan çok dost söyleşisi oldu doğrusu.

Gazeteci diliyle söylediği her cümle bir “manşetti”.

Hoca “sağlık şarlatanlarına” karşı fena öfkeliydi, doluydu.

Biz sorduk, o durmadan, yorulmadan anlattı.

Anlaşılan, son zamanlarda konuk olarak sıklıkla katıldığı TV programları hızını hiç kesmemişti…

Keseceğe de benzemiyordu.

Söyleşimizin odak noktası son kitabı “Cehalet Bilimi/ Küresel Zeka Algınızı Nasıl Yönetiyor” du.

Elbette yayın için bir özet yapmak zorunda kaldım ama pek de kıyamadım.

Olabildiğince geniş bir özet oldu bu.

Her sözü kıymetliydi çünkü.

Tayfun Hoca’ nın özgeçmişini söyleşinin altında bulacaksınız.

Bir de söyleşiyi okumadan önce, şu linkteki ilgili yazımı okursanız sevinirim:

(http://www.eczacininsesi.com/index.php?yon=gundem&id=747)

Bilim insanımız Sayın Prof. Dr. Tayfun Uzbay’ a bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim.

Ecz. Hakan Gençosmanoğlu

Prof. Dr. Tayfun Uzbay- Söyleşi

1. Bölüm

Cehalet Bilimi Nedir?

Cehalet Bilimi, cehaletin akademisyen diliyle yayılmasıdır. Biliyorsunuz gerçek ötesi diye bir kavram var: Post- Truth. Yalanın ve dezenformasyonun legalleşmiş biçimi, bu yaklaşımda her şey mübahtır.

Siyasette böyleydi ama maalesef sağlık alanına ve bilimsel alanın da içine girdi. Bazı akademisyenler popüler olma uğruna ya bilerek ya da bilmeyerek çok hatalı bilgiler veriyorlar. Doçentlik sınavında o bilgiyi verse asla doçent olamazlar. Kasım Hoca’ yı (Prof.Dr. Kasım Cemal Güven) hatırlayın… On sorudan sekizini yap bazen yine çakardın. “-Ağırlıklı soruyu yapmadın” derdi. Profesör olmuşlar ama yanlış sağlık bilgilerini halkla paylaşıyorlar. Sağlık alanında çok tehlikeli bu. Görüyorsunuz, aşı reddi bile konuşuluyor. Abuk sabuk bilgiler ortalıkta dolaşıyor. Zaten halkımızın ilaç okur- yazarlığı çok düşük. Aşılar, ilaç, sağlık konusunda yalan yanlış bilgiler veriliyor. Bu başka bir şeye benzemez. Toplum sağlığı açısından ciddi sıkıntılar doğar.

Yanlış Bilgi Verenler İçin, Yasalarımızda Bir Karşılık Yok Mu?

Harika bir soru bu! Bugüne kadar çok sayıda röportaj verdim. Kimse bana bu soruyu sormadı. Evet, bizde maalesef yasal boşluk var. Meydanı boş buluyorlar. Mesela, ABD veya İngiltere’ de, bir batı ülkesinde yalan yanlış bilgilerle insanların sağlığını tehlikeye atmak suç, cezası var. Bu akademisyenlerin bazıları, “-Benim kişisel fikrim, ben ezber bozuyorum” diyebiliyor. Elbette bir akademisyen yeni bir bulguyu, yeni bir bilgiyi paylaşır. Ama bunun yeri akademik ortamlardır, kongrelerdir. Orada tartışırsınız. Sunarsın, tartışılır. Kabul edilir, edilmez. Biz halkın karşısına çıktığımızda kesin kanıtlanmış bilgilerle, bulgularla çıkmalıyız.

Bu İnsanların Bu Denli İlgi Görmesini Neye Bağlıyorsunuz?

Yaşar Kemal demiş ki, “-Yalan teşkilat kurmuş, doğru yalnızdır”. Bu da o hesap. Yalanın, dezenformasyonun, komplo teorilerinin yayılma hızı gerçekten çok daha fazla. Bu iki şeye bağlı biri merak diğeri endişe. Bakın şimdi bugünlerde ne var? Koronavirüs. İgili haberleri herkes tıklıyordur. Çünkü insanlar endişeli, merak ediyorlar. Bir bilinmezlik var. Bu insanları çekiyor.

“İnsanlara Duymak İstediklerini Söylüyorlar”

Cehalet Bilimcileri, insanlara duymak istediklerini söylüyorlar. İnsanlar duymak istediklerini dinlerler ve inanırlar. Bunun da aslında insan beyninde nörobiyolojik bir açıklaması var. Beynimiz derinlerde bir limbik sistemden oluşuyor. Bu bölgede duygu ve dürtülerimiz var. Haz merkezimiz var. Biz her duygumuzu her dürtümüzü davranışa çevirmiyoruz. Bunu aklımızın süzgecinden geçiriyoruz.

Cehalet bilimcilerin söyledikleri duygulara hitap ediyor. Mesela, kalp profesörü olduğunu söyleyen bir hanımefendi, “-Tuz tansiyonu yükseltmez tam aksine düşürür, tuz yiyin” diyor.

Şimdi düşünün, ben tansiyon hastasıyım. Arka planda diyabet riski de var. İki, üç ilaç kullanıyorum. Bu ilaçların haliyle yan etkileri de var. Halk bunu bilmiyor. İlaçları aldım mucize olacak, bana bir şey olmayacak, sanıyor. Akılcı ilaç kullanımı dediğimiz şey şu; hekim doğru tanıyı koyacak, yarar zarar oranına bakacak. Hastanın kullanmasıyla yararlılık daha ağırlıkta ise hasta ilaçlarını kullanacak. Çok defa ilaçların yan etkilerine katlanıyoruz. Süre içinde tolerans da gelişiyor zaten. Siz hastaya tansiyon, lipid ilaçları palavra, bunları kullanmanıza gerek yok, ekmek yemeyin yeter, gibi basit cümlelerle hitap ettiğiniz zaman bu insanların işine geliyor. Hasta hem ilaçtan kurtuluyor, hem tansiyondan kurtuluyor, kısıtlandığı şeylerden tadını özlediği şeylere kavuşmuş oluyor. Kitabımda bunun çok net örnekleri var. Baktığınızda bu büyük bir suç. Karşılığı da yok.

Bu İnsanlar Neden Dezenformasyon Yapıyorlar?

Canan Hoca’ (Prof. Dr. Canan Karatay) nın 1 milyon 800 bin takipçisi var. Bir yazar, köşe yazısında şöyle diyor: “-Canan Hoca ile sokağa çıktığımızda bir Tarkan etkisi yaratıyor”. Tarkan Türkiye’ nin en popüler starlarından biri. Biz buna mikro şöhret diyoruz. Mikro şöhret hak edilmemiş şöhret demek. Ama insanlar böyle davranıyor. Medya Canan Hanım’ ın söylemlerini çok kullanıyor.

“Bilim İnsanı Gerçeği Arar”

Bilim insanı ile gazeteci arasında ortak bir payda var. Bilim insanı gerçek bilgiyi arar, gazeteci de gerçek haberi vermesi lazım. Her ikisini de etik zemin birleştirir. Gazeteci etik çalışırsa gerçek bilgiyi verir. Maalesef ne kadarı gerçek bakalım? Bunu kendileri de söylüyorlar. Medyanın güvenilirliği ne? Doğru olmayan haberler ne kadar? Aklı başında, eğitim almış, görmüş geçirmiş hiç kimsenin günümüz medyasına güvendiğini düşünmüyorum. Yapılan araştırmalarla ortada zaten.

Açıkçası ben medyada okuduğum, duyduğum hiçbir şeye inanamaz duruma geldim. Bu hocalar şöhret olmak istiyorlar. Şöhret bağımlılık yapar. Şöhret insanları mutlu eder. Şöhretli insanlardan söz edilmezse yoksunluğa girerler.

Olmayacak İşler…

Hani meşhur bir hikaye var… Köpek adamı ısırınca haber olmaz, adam köpeği ısırırsa haber olur. Adam köpeği niye ısırsın? Kudurmadıkça ısırmaz. Bunların yaptığı da bu. Olmayacak şeyleri anlatıyorlar.

Ne diyorlar? “-İlaç şirketleri sizi yıllarca kolesterol ilaçlarına mahkum ettiler”… Kolesterol vücudun temel yapıtaşlarından biri. Çok doğru. Ama bünyeler farklı, tolere etme kapasiteleri farklı. Bazıları bozuluyor zamanla. Çevresel faktörler, genetik faktörler vs… Kolesterol vücutta, damarlarda birikmeye başlıyor, damar çeperlerini bozuyor. Diyetle, eksersizle bu işin önüne geçme şansı yok. Ne yapıyor cehalet bilimcileri? Genel bir şeyler söylüyorlar. Böylece ilaca ihtiyacı olan ama kullanmayan insanlar zarar görüyorlar. Bu söylemler yüzünden Türkiye’ de ne kadar insanın zarar gördüğünü bilmiyoruz.

“Hekim Ve Eczacı Ceza Alıyor Ama…”

Bir hekim hastasına yanlış bir tedavi yapsa, bir eczacı hastasına yanlış ilaç verse, şikayet edilse Malpraktis kapsamında yargılanır. Ama bir cehalet bilimcisi yanlış bir bilgi verdiğinde bunun yaptırımı yok.

Sağlıkta şiddetin artmasının arka planında bu kişilerin desteksiz atmalarının da çok fazla rolü var. Hekime ve eczacıya karşı diş bilettiriyorlar insanlara. İnsanlar şunu düşünüyorlar, biz yıllarca gereksiz yere bu tanıyı almışız, bu ilaçları kullanmışız.

Soner Yalçın- Kara Kutu

Soner Yalçın, Kara Kutusu’ nda aynen şunu söylüyor, “-Doktora gideceksiniz, yaşamak için sizi muayene etmek zorunda, eczacıya gideceksiniz çünkü eczacının yaşamak için size ilaç satmaya ihtiyacı var, eve gittiğinizde ilaçları atın ve sifonu çekin, çünkü sizin de yaşamaya ihtiyacınız var.” İlaç üzerinden böyle bir metafor olamaz. Bunu hem ahlaki hem de doğru bulmuyorum. Bu sağlıkta şiddeti özendiren bir metafor.

“Alternatif Tıp İcadı- Al Sana Komplo Teorisi!”

Alternatif Tıp diye bir şey icat etmişler. Hiçbir yaptırımı yok. Ben hacamat yaparken hastanın sağını solunu kessem, sülüklerin bazıları uzak doğudan geliyor, bakın koronavirüs var. Uzakdoğudan getirdiğiniz ne taşıdığı belli olmayan sülükleri insan vücuduna yapıştırıyorsunuz. Komplo teorisi mi istiyorlar… Alsınlar komplo teorisi! Sülüklerde koronavirüs olamaz mı?

“Kitap Satışlarını Arttırıyorlar”

Bunların komplo teorileri üzerinden yazılan kitaplarının satışları artıyor.

Hekimler, diş hekimleri, eczacılar, hemşireler, sağlık çalışanları hepimizin yasalar karşısında sorumluluklarımız var. Bir hata yaparsak yargılanırız. Alternatif tıpçılar nerde yargılanıyorlar? Var mı hacamatı, sülüğü yargılayacak bir merci…

“-Kanserde erken teşhis diye bir şey yoktur” bile dediler. Bunlar toplum sağlığı açısından çok tehlikeli sözler.

“Durumdan Vazife Çıkarttım!”

İşte ben durumdan vazife çıkartıp oturdum bu kitabı, “Cehalet Bilimi” ni yazdım. Kitabımda çok sert örnekler veriyorum…

Ökaliptus Yağı

30 ayın altında verilmemesi gereken ökaliptus yağı içeren bir ilacın reklamında 6 aylık çocuklar kullanılıyor. Neymiş, ilaç değil tıbbi cihazmış. Bunu Kasım Cemal Güven’ e söylesen bittin. Eczacılık Fakültesi’ nden mezun olamazsın. Etken madde içeriyor, nasıl tıbbi cihaz oluyor?

TİTCK’ ya, Rekabet Kurumu’ na Tayfun Uzbay olarak şikayet ettim. Henüz cevap gelmedi. Bakalım ne olacak?

“Hangi Gıda Takviyesinde Böyle Bir Sistem Var?”

Beğenmedikleri ilaçların aşamalarını biliyorsunuz…. Önce preklinik araştırmalar… Faz I, II, III sonra Faz IV… Yetmiyor, sahada Farmakovijilans araştırmaları yapılıyor. Herhangi bir şey olduğunda, ilaçlar askıya alınıyor, geri çekiliyor bazen ruhsatları iptal ediliyor. Bundan daha güzel bir emniyet olabilir mi?

Şimdi soruyorum… Hangi gıda takviyesinde böyle bir sistem var? Gıda takviyeleri dediğinde ilaç işte! Çoğunun içinde etken madde var. Geldik, sene 2020… Hala Tarım Bakanlığı mı, Sağlık Bakanlığı mı, onu tartışıyoruz. Elbette Sağlık Bakanlığı. Neyi tartışıyoruz. Gıda takviyesi zorlama bir laf. Pek çoğu ilaç bunların.

Gıda Takviyesi şudur, beslenme eksikliği olan birine takviye olarak verirsin. Palyatif bakımda, hastalığı nedeniyle, Parkinson, Alzheimer gibi bazı hastalıklarda hasta beslenemez. Terminal döneminde kanser hastaları beslenemez. Orada takviyeyi verirsin. Ya da bazı insanlar bazı nedenlerle yeterli beslenemezler. Orada takviyeyi kullanırsın.

“Niye Kendi Yasalarımızı Yapmayalım?”

Geçen gün bir meslektaşım dedi ki bu iş AB ülkelerinde de böyle…

Buna iki itirazım var. Orada bazı ülkelerde bu ürünler eczacı reçetesi ile veriliyorlar ve takip sistemi içindeler. İlaç muamelesi görüyorlar. Bazı ülkelerde durum laçka… Ama zaten kötü örnek, örnek değildir. Ben niye onu örnek alayım. İkinci itirazım da şu, her şeyde yerli ve milli diyorsunuz da biz kendi yasamızı yapamıyor muyuz? Mecbur muyum AB standartlarına uygun davranmakta… Türkiye’ de Farmakoloji, Farmakognozi, Toksikoloji hocası yok mu? Biz oturup kendi standartlarımızı belirleyemez miyiz?

“Kapak Olsun”

Çok ciddi bir örnek vereceğim sana… Bunu yaz mutlaka.

 

1.Bölümün sonu... Devam edecek...



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat