Yaşadığım şehir İstanbul’un silueti değişti. Her geçen gün de değişim hızla devam ediyor.  Her tarafta onlarca kat yükseklikte gökdelenler, siteler, alış veriş merkezleri, rezidanslar, uydu kentler.

Çoğunluğunun etrafı dikenli yüksek duvarlarla çevrili, yüksek güvenlikli(!) binalar. Her taraflarında güvenlik görevlileri. Dış kapılardan öyle elini kolunu sallayarak giremezsin. Kime geldiysen önce telefon açılıp teyit edilecek.

Bunlardan biri de eczanemin karşısında. Oturduğum yerden dışarı baktığımda dümdüz, yaklaşık 8-10 metre yüksekliğinde  düz bir duvar, duvarın üzerinde dikenli teller, aralıklı güvenlik kameraları, parlak ışık veren kocaman lambalar.

Kendimi bir cezaevinin avlusunda gibi hissediyorum.

Ben kendimi dışarıdan böyle hissediyorsam, acaba bu binaların içinde yaşayanlar neler hissediyorlardır, nasıl bir ruh hali içindedirler?

Karşımdaki yüksek güvenlikli(!) binalarda yaşayanlardan eczaneme gelenlerle biraz muhabbet ettiğimde anlıyorum ki binlerce kişi bir arada yaşamalarına karşın bir birini tanıyan pek yok. Binaların altında yer alan havuzu, spor salonunu kullanan çok küçük bir grup. Onların muhabbeti de "merhaba", "nasılsınız" gibi üç, beş kelimeden ileri gitmiyor.

Hava karardı mı herkes kendi zevkine göre döşediği dairesine çekilip, kapısını kapatıyor. Duvar kenarında yer alan, parlak ışık veren kocaman lambalar yanıyor, güvenlik görevlileri daha bir dikkatli turalamaya başlıyor.

Yani bir nevi gönüllü hapislik.

Aynanın diğer yüzünü çevirip kendimize baktığımızda da hemen hemen benzer görüntüler oluşuyor.

Gitgide daha lüks döşediğimiz, ışıklı kocaman tabelaları olan eczanelerimizin bir köşesinde konuşlanıp gelen faturaları, düzenlenen reçeteleri incelemekle günü akşam ediyoruz. Çoğumuz hasta karşılamayı yardımcılarımıza bıraktı.

Hasta ve hasta yakınları ile "Hoş geldiniz", "reçetenizi alayım", "şu an sistem çalışmıyor, sonra gelir misiniz", "şu kadar ödemeniz var, bu kadarı fark, gerisi kuruma ödediğiniz muayene ücreti" gibi klişeleri aşmayan sözlü iletişim.

Eczanelerimiz de yarı açık cezaevi gibi. Kapı açık ama dışarı çıkışlar sadece eczane ile ilgili işlemler için.

Örgüt yöneticilerimizin durumu da aynı.

Kocaman, lüks döşenmiş, içinde her türlü elektronik donanımı, onlarca çalışanı olan örgüt binalarının içinde konuşlanmışlar.

Dışarı çıkmaya korkuyorlar. Her biri içtimaaya  hazır. Arandı mı, "burda".

Başkaca sesleri çıkmıyor.

İnsanın bedeninin hapisliğinden daha kötüsü ruhların, ruhlarımızın hapisliği.

Başkalarının belli kurallarıyla çerçevelenmiş, sorgulamayan, konuşmayan, kuşkucu, hak aramaktan çekinen bir yaşam biçimi oluşturduk sırça köşklerimizde.

İçine de ruhlarımızı koyduk, hapsettik.

 

 

İLETİŞİM

e.ciftci@eczacininsesi.com
Tel : 0212 5474746

http://twitter.com/ECiftci1

https://www.facebook.com/ertan.ciftci1

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat