Eczacı mitingi öncesinde bir değerlendirme” -Soner Torlak
  13 Ocak 2007 -  

Bu yazı, yarın (14 Ocak 2007 / Pazar) öğlen 12:00’de Kadıköy Meydanı’nda yapılacak olan Büyük Eczacı Mitingi öncesi eczacıların talepleri ve hükümetin sağlık politikasının “ilaç ayağı” ile ilgili kısa bir özet-hatırlatma yapma amacı taşıyor.

Öncelikle özellikle AKP hükümetinin göreve geldiği süre dahilinde yaşanan kamusal sağlık hizmeti ve kurumlarının hızlı ama gayet sistemli tasfiyesinin ayaklarından birini de “ilaç ve tıbbi ürünler”le ilgili yeniden düzenlemeler oluşturuyor. Sağlık hizmetinin önleyici ve tedavi edici olmak üzere iki ana görevi bulunuyor. Türkiye’deki sağlık sisteminde bu görevleri birinci basamak kurumları olarak sağlık ocakları ve sevk zincirine bağlı olarak dispanser, ana-çocuk sağlığı merkezleri, kadın doğum merkezleri ve devlet hastaneleri yerine getiriyor. Hem önleyici hem de tedavi edici görevlerin en önemli bileşeni ise kuşkusuz “ilaç ve diğer tıbbi ürünler” oluyor.

Kamusal sağlık hizmetinin tasfiyesi birkaç koldan aynı anda yürüyor.

1- Sağlık ocakları, bütün hizmet verdiği nüfusu düzenli sağlık taramalarından geçirmek, içme ve kullanma sularının düzenli kontrollerini yapmak, doğum kontrolü ve çocuk sağlığıyla ilgili kampanyalar yürütmek, sakat-yatalak-zihinsel özürlü hastaların düzenli sağlık kontrolünden geçirmek, böbrek yetmezliği gibi kronik rahatsızlıkların takibini yapmak gibi önleyici görevleri yönünden tamamen yetkisizleştirildi ve işlevsizleştirildi. Özellikle nüfusun yoğun olduğu yerleşimlerdeki sağlık ocaklarında muayene ve enjeksiyon yapma/serum takma hizmeti tamamen kalktı ve bu birimlerdeki doktorların tüm işlevi ilaç yazma’ya indirgendi.
Buna paralel olarak birinci basamak sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesine yönelik “aile hekimliği”nin pilot uygulaması Düzce’de başlatıldı (Bu uygulamanın ilk sonuçları hasta başına sağlık hizmetine ödenen ücretin 10 katına çıkması, sevk zincirinde yaşanan aşırı aksaklıklar ve mesai saatleri dışında yaşanan ve acil müdahale gerektiren vakalarda doktora ulaşamama olarak tespit edildi).

2- Çalışanların katma değerleri ve primleriyle kurulan ve hizmet veren SSK bütün alt kurum ve malvarlığıyla beraber tasfiye edildi. SSK’nın kendi ilaç fabrikası vasıtasıyla yerli ve yabancı ilaç firmalarıyla olan pazarlık kozu ortadan kaldırıldı ve böylece devletin ilacı neredeyse son kullanıcıya sunulan fiyattan alması sağlanarak ciddi bir kaynak transferi sistemi oluşturuldu. Aynı süreçte bütün kurum anlaşmaları özel hastanelere yönlendirildi ve devlet hastanelerinden görüntüleme cihazları (mamografi, endoskopi, ultrason, tomografi, kolonografi vb.) dışarı çıkarılarak ve devlet hastaneleri karşılarında özel görüntüleme merkezleri kurularak hastalar buralara yönlendirildi. Özel hastaneler ve görüntüleme merkezlerinin keyfi ücret uygulamasına maruz kalan hastaların sağlık hizmetine ulaşımı bir lüks haline getirildi, sağlık hizmetinde standardizasyon ortadan kaldırıldı. Bir yandan da devlet hastanelerine ayrılan ödeneklerden astronomik kesintiler yapılarak kamu hastanelerinin kendi ihtiyaçlarını karşılaması imkansız hale getirildi.

3- Son ayağı “ilaç ve tıbbi ürünler” oluşturuyor. Hastaların teşhis ve tedavi sonrasında ilaç ve tıbbi ürünleri edinebilmesi ikili bir sisteme dayanıyordu. SSK’lı hastalar ilaçlarını, SSK Hastanesi’nin kendi bünyesindeki eczaneden alırken bazı büyük devlet hastanelerinin bünyesinde bulunan eczaneler sadece yatan hastalara hizmet veriyordu. Bunun dışında ilaç temini özel eczanelerden sağlanıyordu. SSK hastane ve eczane sisteminin tasfiyesi sonrasında bütün eczaneler her bir kurumla ayrı ayrı anlaşma yaparak hastalara ilaç hizmeti vermeye başladı ancak eczanelere geri ödeme konusunda verilen sözlerin tutulmaması (ki bu küçük sermaye sahibi eczanelerin hasta ilaç talebini karşılayamaz hale gelerek büyük sermayenin işe dahil olması için yapılan bilinçli bir tercih) sonucu eczaneler, ilaç depolarına olan borçlarını ödeyemez hale getirildi. Burada yapılmak istenen hamle AKP’li bir vekilin birden vahiy gelmiş gibi eczanelerle ilgili “eczacı dışı sermaye sahiplerinin de eczane açabilmesine dair kanun tasarısı”nı meclise sunmasıyla apaçık hale geldi. Bu, daha önce sadece eczacı tarafından ve onun sorumluluğunda açılabilecek olan ve eczacı olmayan bir kişinin bir eczacıyla danışıklı hareket ederek eczane açmasının suç kabul edilerek ağır yaptırıma tabi tutulduğu eczane işletmesinin, herhangi bir sermaye sahibinin eczacıyı da ücretli çalışan olarak istihdam ederek açabilmesi yolunun açılması anlamına geliyor. Bunun yanında öksürük, soğuk algınlığı gibi sıradan hastalıkların ve vitamin-mineral takviyesi ilaçlarının kurum ödemesinden çıkartılması da eczane dışı ticari işletmelerin ilaç satabilmeleri için altyapı oluşturma amacı taşıyor. Burada önemli olanın, eczane dışına çıkan ilaçların fiyatlarının tamamen serbest piyasaya göre belirlenmesi ve daha önce yasak olan ilaç reklamının yasallaştırılması olduğunu da belirtmek gerek.

Kısaca 1995’te Dünya Ticaret Örgütü’nün “sağlık hizmeti”ni ticari bir alan olarak tanımlaması ve dünya ilaç tekelleriyle IMF’nin yoğun çalışmaları sonucu AKP hükümetiyle hayata geçmeye başlayan sağlık hizmetinin piyasalaştırılması sonucu, ilaç, tıbbi ürün, eczacı ve eczane tanımları baştan aşağıya değişiyor. Burada bir paranteze ihtiyaç var. Eczacılık sınıfsal olarak karmaşık bir zemine oturuyor. Eczacının hem sermaye sahibi ve hem de işin koşulları gereği çalışan olması, yanında çalışan insanlarla işçi-işveren ilişkisinin yanında enformel ilişkilerinin de yoğun olması, çırak ve kalfaların doğrudan eczacı tarafından eğitiliyor olması, eczacıların kendi aralarında da sermaye ve kazanç yönünden ciddi farkların bulunması gibi nedenlerle eczacı’ya klasik sermayedar gözüyle bakmak mümkün olamazken eczanelerdeki çalışma koşullarının ağırlığı ve belirli bir standartlıktan yoksun olması eczacı-çalışan arasındaki ilişkinin tanımlanmasını da güçleştiriyor.

Peki eczacılar ne istiyorlar? Ne talep ediyorlar? Talepleri ne kadar meşru?

Öncelikle eczacıların örgüt yapısından kısaca bahsetmek gerek. Türk Eczacılar Birliği devlete bağlı bir meslek örgütü ve bunun altında il eczacı odaları özerk yapılar olarak ve kendi seçtikleri yönetimlerle yer alıyorlar. Her alanda olduğu gibi eczacı odalarında da farklı dünya görüşleri çerçevesinde dernekleşmeler var ve bu dernekler kendi adlarıyla seçimlere giriyorlar. Özellikle son oda seçimlerinde AKP’nin ciddi müdahalesine rağmen en önemli eczacı odası olan İstanbul Eczacı Odası seçimlerini kazanan Çağdaş Eczacılar Derneği, İdealist Eczacılar ve Ulusal Eczacılar dernekleri ile beraber aşağıdaki taleplerle bir eylemlilik süreci örgütlüyorlar.

1- Sağlıklı yaşam hakkının tüm bireylere eşit koşullarda sağlanmasını istiyoruz.
2- İlaç bulunabilir ve alınabilir olsun istiyoruz.
3- Devletin finans yükünü sırtında taşımak eczacının görev ve sorumluluğunda değildir. Bu durumun değişmesini istiyoruz.
4- Sürekli değişen kurallar, yamalı bohçaya dönen sözleşmeler değil, akıllıca planlanan kalıcı sözleşmeler istiyoruz.
5- Avans değil, verdiğimiz hizmetin eksiksiz karşılığını istiyoruz.
6- Çıkarılan her yeni yasa ve yönetmelikle hak kaybına uğramaktan bıktık. Hak kaybını önleyecek yasal düzenlemeler istiyoruz.
7- Meslek örgütlerimize yasalarla güvenceye alınmış yetki ve sorumluluk verilmesini istiyoruz.
8- Eczacı olmak mesleki bir formasyondur. Meslek hakkımızı istiyoruz.
9- Sağlıkta yıkımın durdurulmasını istiyoruz.
10- Eczacı, hekim, mühendis, öğretmen, işçi, emekçi, emekli, bu ülkenin yurttaşları olarak sağlıklı ve insanca yaşamak istiyoruz.
11- Biz anlatmaktan halk dinlemekten yoruldu. Yeter artık diyoruz. İstikrarlı ve kalıcı ilaç politikaları istiyoruz.
12- Provizyon sistemlerinden kaynaklanan hataların faturası eczacılara yüklenemez. Düzgün işleyen ve sorunsuz bir provizyon sistemi istiyoruz.
13- Bedelsiz kamulaştırmaların son bulmasını ve eczanelerdeki yıkımın durdurulmasını istiyoruz.
14- İlaçların fiyatlandırılmasına ilişkin kararlarla ya da referans fiyat uygulamasıyla gündeme gelen ilaç fiyat düşüşleri sonucu eczacıların uğradıkları hak kayıplarını önleyecek, eczane ekonomilerini koruyacak yasal düzenlemeler istiyoruz.
15- Kademeli iskonto uygulamasının yeniden düzenlenmesini istiyoruz.
16- Adil bir reçete dağıtım sistemi istiyoruz.

Aslında bu eylemlilik sürecinin iki boyutu var. Birincisi, eczanelerin kendi yaşamsal meselesi yani büyük sermayeye eczane açma şansı tanındığında ortaya çıkacak olan zincir eczanelerin küçük ve orta boy eczaneleri ortadan kaldırarak kendi işine sahip olan eczacıları ücretli işçi konumuna getiriyor. İkincisi Genel Sağlık Sigortası’nın toplumsal boyutuyla ilgili. Eczacılar kendi taleplerini toplumsal çıkarla bağdaştırarak örgütlenme ve muhalefet sürecini bu şekilde örmeye çalışıyorlar. Ancak yabancı ilaç tekellerinin karşısına yerli ilaç firmalarını ve eczane zincirleri yerine küçük ve orta sermayeli eczaneleri savunmak, bir yandan savunulan “herkes için eşit, parasız ve ulaşılabilir sağlık hizmeti” politikasıyla ciddi çelişkiler taşıyor. Zira ilacın parayla satıldığı ayrı bir ticari müessesenin varlığı bile başlı başına “eşit ve parasız sağlık”la çatışıyor.

Sonuç olarak eczacılar da sınıfsal bakımdan karmaşık bir yapı arz etmelerine ve taleplerinin toplumsal çıkarla zaman zaman karşı karşıya gelmesine rağmen toplumsal muhalefete bir yerinden katılıyor ve hareketleniyorlar. Mücadele ve referans noktalarının AKP karşıtlığıyla sınırlı kalmamasını umarak Büyük Eczacı Mitingi’ni bekliyoruz…

Soner Torlak



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat