Her yıl sadece Amerika’da 200 bin insan reçeteli ilaçlardan ölüyor. Yasal düzenlemelerin neredeyse var olmadığı, “hataların” sonuçlarının yoksulların mezarları olduğu ülkelere doğru ise bu sayı giderek artıyor.

Sinem Dönmez

İlaç şirketleri yaptıkları deneylerle giderek ölümcül bir çıkar makinesine dönüştü. Sağlıktan çok kazancın peşine düşen ilaç endüstrisi denek avını gelişmiş ülkeler yerine nüfusu kalabalık, geliri düşük ve az gelişmiş ülkelere kaydırıyor. Üstelik taşeronlaştırılarak. Vanity Fair dergisinin ocak ayında piyasaya çıkacak sayısında yer alan bu “ölüm deneyleri” korkunç bir gerçeği göz önüne seriyor.

Iaşi, 320 bin nüfusu var, Romanya’nın Moldavya bölgesinde bulunuyor. Mégrine, Kuzey Tunus’ta 24 bin nüfuslu bir kasaba. Estonya, 100 bin nüfuslu, Baltık ülkelerinin en eski şehri. Shenyang, kuzeybatı Çin’in önemli sanayi bölgelerinden biri 7.2 milyon nüfusuyla. Peki bu yerlerin birbiriyle ilgisi ne? Ecza sanayiinin casusları bu ve bunlar gibi küçüklü büyüklü şehirleri ziyaret ediyor. Buralarda yeni ilaçlar için klinik deneylere denek olarak insan arıyor. Amaçları FDA’yı bu ilaçların Amerikalılar için hem güvenli hem de etkili olduğuna ikna etmek. Eskiden, kronik hastalıkların, enfeksiyonların tedavisi, akıl sağlığını düzeltmek, seksüel canlılığı arttırmak için kullanılan ilaçların testleri hastalıkların da en çok görüldüğü Amerika’da ve Avrupa’da yapılıyordu. 1990’dan itibaren deneyler yabancı ülkelere taşınmaya başlandı. Deney sayısı 271’di o yılda. 2008’de bu sayı 6 bin 485’e çıktı ki bu yüzde iki binden büyük bir artış demek. Sağlık Enstitüsü tarafından ortaya koyulan bir veritabanına göre, 2000’den bu yana 173 ülkede 58 bin 788 deney yapıldı. Sadece 2008’de FDA’ya yapılan yeni ilaç başvurularının yüzde 80’inin klinik deneyleri Amerika dışında yapılmış. İlaç şirketlerinin bu deneyleri neden denizaşırı ülkelerde yaptıklarını anlamak zor değil. Birincisi bu tip kişibaşı günlük gelir oranının birkaç dolar olduğu ülkelerde deneyleri yapmak elbette daha ucuza geliyor. Ayrıca genelde hastalıklarının tedavi edildiğini sanan insanları kandırmak daha kolay. Üstelik buralarda “naif hasta”ları bulmak da mümkün. Yani hiçbir hastalık için tedavi görmemiş ve hiç ilaç almamış insanları. Zira bazı ülkelerde kullanılan deneklerin gördüğü ilk doktorların onlar oldukları da bir gerçek. Bu tür insanlarda yapılan deneyler çok daha iyi test sonuçları veriyor. Ayrıca yasal düzenlemeler bu gibi ülkelerde çok daha gevşek. Günümüzde bu deneyler İngiltere, İtalya, Japonya gibi gelişmiş ülkelerde de yapılıyor. Ancak yoksul, özellikle de cahil insanların sayısının fazla olduğu ülkelere yavaş yavaş yayılıyor. Rakamlara bir göz atarsak bugüne dek Bangladeş’te 76, Malawi’de 61, Rusya’da 1513, Romanya’da 876, Tayland’da 786, Ukrayna’da 589, Kazakistan’da 15, Peru’da 494, İran’da 292, Türkiye’de 716 ve Uganda’da 132 klinik deney yapılmış. Tüm bunları gölgede bırakacak iki ülke daha var: 1861 deneyle Çin ve 1457 deneyle Hindistan.

Kurtarıcı ülkeler!

Klinik deneylerin yabancı ülkelere kaydırılmasındaki en büyük faktörlerden biri de FDA düzenlemelerindeki boşluk. Eğer ABD’deki araştırmalar bir ilacın yararı olmadığını öne sürerse, dışarıdan gelen deneyler onların yerine kullanılabiliyor FDA’dan onay almak için. Hatta ilaç şirketlerinin FDA’dan onay için en hızlı pozitif veriye ulaşması gerektiğinde kullandığı ülkeler için geliştirilen bir terim bile var: “Kurtarıcı Ülke.” Bu ülkeler arasında Moğolistan, Fas, Tunus ve Türkiye var.

Klinik deneyler daha önce üniversitelerde ve eğitim hastanelerinde akademik araştırmacılar tarafından yapılıyordu. Bu sistem kusursuz değildi ancak yine de minimum standartları sağlıyordu. Serbest piyasanın gelişi ise bunu tamamen değiştirdi. Bugün, genellikle potansiyel hastaları Amerika ve denizaşırı ülkelerden toplayanlar ilaç şirketlerinin taşeronları. Bu taşeron şirketler klinik deneylerin kurallarını ayarlayıyor, deneyleri yürütüyor, sonuçlara göre raporları hazırlıyor ve hatta akademik dergilerdeki makaleleri yeniden düzenliyor. Bu ücretli teknisyenler, insan toplamak, gerekirse onları beslemek, tecrit etmek, kimyasal girdileri düzenlemek, üre ve kan örneklerini düzenli aralıklarla toplamak gibi görevler için para alıyor. Neredeyse aile ticarethanesi olarak nitelendirilebilecek küçüklükte başlayıp resmi “sözleşmeli araştırma örgütlerine” kadar büyüyen ve yılda getirdiği kârın 20 milyar dolara ulaştığı şirketler şu an dünyanın her yanında klinik deneyler yürütüyor.

Aldığınız ilacın kesinlikle güvenli olduğu konusunda ısrar eden doktor aslında ilacı satan şirketten binlerce dolar biriktiriyor olabilir. Anlaşmalı araştırma şirketlerin yöneticilerinden biri, “Deneyler Seyahat Ettiğinde” kitabının yazarı Adriana Petryna, “Rusya’da bir doktorun aylık kazancı 200 dolar. Her Alzheimer hastası için 5 bin dolar alıyor” diyor. Bunun gibi en açık ihlal olarak nitelendirilebilecek olaylar ortaya çıktığında bile verilen cezalar çok hafif oluyor.

Her çocuk için 350 dolar

Klinik deneyleri sadece yetişkin ilaçlarıyla sınırlı değil, elbette sektör çocukları da kullanıyor. Örneğin Arjantin’in en fakir kasabalarından bir milyon nüfuslu Santiago del Estero’da ailelere çocuk başına 350 dolar verdikleri yeni bir aşının testlerinde 7 bebek ölmüş 2008’de. İlaç şirketinin savunması ise kan dondurucu: Ölen çocuk oranı bölgesel ve ülkedeki ölüm oranını geçmedi.

Yeni Delhi’deki deneylerde 30 ay içinde 49 bebek ölmüş. Bu deneyler ilaç şirketlerinin cebine 14 milyar dolar daha girmesini sağlamış. 2007’de Polonya’da bir evsiz çadırındaki insanlara grip aşısı için kişi başı 2 dolar ödenmiş. Denekler klasik bir grip aşısı sanmışlar ancak 20 kişi ölmüş.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat