SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI İÇİN TOPLUMSAL CİNSİYET REHBERİ

Yazan

Aksu Bora

Yayıma Hazırlayan

Gamze Göker

Basım

Odak Ofset Matbaacılık

GMK Bulvarı 32/C Demirtepe, Ankara

Tel: (312) 230 02 49 | Faks: (312) 229 34 33

MAYIS 2008, ANKARA

Bu yayının içeriğinden yazarı sorumludur ve kitabın Avrupa Birliği’nin görüşlerini

yansıttığı düşünülmemelidir.

İÇİNDEKİLER

Giriş

Nasıl Bir Alanda Çalışıyoruz?

Toplumsal Cinsiyet

Kişisel Niteliklerden Toplumsal İlişkilere: Aynı Dünyada Farklı

Yaşamlar

Cinsiyet Eşitliğini Gözeten Perspektif ve Politikalar

Peki Bunu Nasıl Yapacağız?

Aynı Dünyada, Eşitçe Yaşamak İçin

 

GİRİŞ

Bu rehber, çeşitli alanlarda çalışan sivil toplum örgütlerinin, kendi çalışma alanlarını

ve buradaki sorunları tanımlarken ve bu sorunlara çözüm ararken, cinsiyet

eşitliği perspektifini de kullanabilmeleri için hazırlandı.

Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının çalışma alanları büyük bir çeşitlilik gösteriyor,

elbette bu kuruluşların hatırı sayılır bir kısmını da kadın örgütleri oluşturuyor.

Dolayısıyla, cinsiyet eşitliğinin kadın örgütlerinin sorunu olduğu düşünülebilir.

Ancak cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşitsizlik, yalnızca kadınların ve kadın örgütlerinin

değil, bütün toplumun sorunudur. Aynı zamanda, hiçbir toplumsal sorun

yoktur ki, cinsiyeti hesaba katmadan doğru biçimde tanımlanabilsin.

Tersinden bakarak şunu da söyleyebiliriz: hiçbir “kadın sorunu” yoktur ki, başka

toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılıklarla ilişkilendirilmeden doğru biçimde tanımlanabilsin.

Nitekim, kadın örgütlerinin çalışmalarına bakıldığında, eğitimden yoksullukla

mücadeleye kadar pek çok bileşeni içerdiği görülür. Bu nedenle, kadın

örgütleri ile diğer alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşları arasında bilgi ve

deneyim alışverişi, işbirliği, kritik önemdedir.

Hep verilen bir örnektir: Uluslararası Kalkınma Örgütü’nün Afrika’nın bir köyünde

evlerin içine çektiği su boruları, bir gece bilinmeyen kişilerce kırılmış. Onca para,

onca zaman, heba olup gitmiş. Üstelik zavallı kadınların köy meydanından su

taşıma çilelerinin devam etmesi de cabası. Sonra anlaşılmış ki, boruları o “zavallı

kadınlar” kırmış meğer; çünkü birbirlerini görüp uzun uzun konuşabildikleri, toplumsal

hayata katıldıkları tek yeri evdeki çeşmeden su akması konforuna değişmek

istemiyorlarmış! Bu örnek, proje paydaşlarının katılımını sağlamanın önemini göstermek

için verilir; bizce bir o kadar önemlisi, kadınların (ve erkeklerin) ihtiyaçlarının

göründüğünden daha karmaşık olabileceği, “iyi yaşam” klişeleri yerine doğru

analizlerin, özellikle de cinsiyet ilişkileri analizlerinin yapılmasının gerektiği.

Umuyoruz ki hazırladığımız küçük rehber, bu önemli çabaya bir katkı sağlayabilir,

sivil toplum örgütlerinin ve aktivistlerinin cinsiyet eşitliği hedefi ile kendi hedefleri

arasındaki bağlantıları fark etmelerine yardımcı olur.

 

Nasıl Bir Alanda Çalışıyoruz?

Türkiye’de 1980’lerden sonra daha sık duymaya başladığımız “sivil toplum”

kavramı yeni olmamakla birlikte, son yirmi yıl içinde yeni bir anlam, bağlam

ve önem kazandı. Bu alanın canlanması ve yeni bir bağlam kazanması, bütün

dünyada geleneksel politikanın ve politik kurumların aşınması ve güven kaybetmesi

ile ilişkiliydi. Türkiye’nin özgül tarihinde, 12 Eylül darbesini izleyen

dönemin siyaseti imkânsız hale getiren atmosferini de yeni bağlamın belirleyicileri

arasında sayabiliriz. Elbette geleneksel siyasal kurumların (yani partilerin

ve sendikaların) üyeleri ve seçmenleri ile etkileşimi medya üzerinden propagandaya

indirgeyip dışa kapalı bir yaşam alanına sıkışmalarını, bir anlamda,

“politikanın kamusallıktan arınması” diye özetlenebilecek değişimi ne yalnızca

askeri darbenin bir sonucu olarak görmek mümkün, ne de bu değişim Türkiye’ye

özgüdür. Daha çok, “herkes”i kapsama iddiasındaki geleneksel siyasetin, bu

iddiasını gerçekleştirmekten çok uzak olması, bu anlamda kamusal olma niteliğini

yitirmesi ile ilişkili yapısal bir dönüşümün görünür hale gelmesi söz konusudur.

Ülkenin ve her birimizin geleceğini yakından ilgilendiren kararlar artık

bizim gözümüzün önünde tartışılarak verilmiyor, bazen sonuçtan haberdar

olabiliyoruz yalnızca, bazen o kadarını bile yapamıyoruz. Yani, “herkes” artık

görünürde bile kararlara dahil edilmeye çalışılmıyor, öyleymiş gibi yapılmıyor.

“Herkes”in mülksüzleri ve kadınları içermediği, modern siyasetin ortaya çıkışından

beri bilinen bir şeydi. Siyasetin dışarıda bıraktığı kesimler, sendikal

hareketler ve feminist hareketlerle bu dışlanmayı ortadan kaldırmaya çalıştılar.

Ancak başta siyasal partiler ve sendikalar olmak üzere, geleneksel siyasal

kurumlar ne toplumsal/siyasal sorunları ne de toplumun farklı kesimlerinin

taleplerini siyasetin alanına taşı(ya)madılar.

Geleneksel siyasetin farklılıkları ve eşitsizlikleri görmeyen bakışı, toplumu yasalar

önünde eşit, birbirlerine ve devlete vatandaşlık bağıyla bağlı insanlardan

oluşan bir kitle olarak tanımlar. Oysa ne gerçekte böyle bir “toplum” vardır,

ne de geleneksel siyaset böyle bir körlük üzerinden yürür. Tersine, siyasetin

 

üzerine oturduğu ve oradan güçlendiği kayırma ve rant mekanizmaları, bu

“resmi tanım”ın geleneksel siyaset ilişkileri içinde de herhangi bir gerçekliği

olmadığını açıkça gösterir. Yani aslında, “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış kitle”

biçimindeki resmi tanımın üzerini örttüğü “gerçek siyasal alan”, çıkar ve manipülasyon

ilişkilerinden oluşur. Dolayısıyla, geleneksel siyasetin “gerçekçiliği”,

bu siyasetten dışlananlar açısından herhangi bir umut taşımaz, tersine, resmi

eşitlik zemininin sağlayabileceği katılım imkânlarını da imkânsız hale getirir.

Sivil toplum tartışmaları, böyle bir bağlamda, geleneksel siyasete alternatif

bir kamusallık arayışı olarak değerlendirilebilir. Siyasal iktidarı hedeflemek

ve bütüncül programlar oluşturmak yerine, kısmî ve tanımlanmış sorunların

kamusal tartışmasını gerçekleştirmek, böylelikle bu sorunları da içerecek yeni

bir siyasal alanı kurmak, bu arayışın çerçevesini belirledi. Alternatif kamusallıkların

varolan siyasal yapı ve kurumlarla nasıl ilişkileneceği, taleplerini bu

kurumlara nasıl taşıyabileceği, çözümlerin parçası olmayı nasıl başarabileceği

de bu çerçeve içindeki önemli sorulardı.

Sivil toplum kuruluşlarının içinde çalıştıkları toplumsal bağlam, çok katmanlı

ve boyutlu eşitsizliklerin, ayrımcılıkların yaşandığı bir alan. Dolayısıyla, ele

alınan hiçbir sorun, sadece kendisinden ibaret kalamıyor; örneğin, engellilerin

eğitime katılımını artırmayı amaçlayan bir sivil toplum örgütünün yoksullukla,

göçle, yerel yönetimlerin işleyişiyle, engellilerin “doğal” bakıcıları olan kadınların

yaşadıkları güçlüklerle… de ilgilenmemesi mümkün olmuyor. Üstelik bu

sorunların ve sorunları yaşayanların bir siyasal temsil mekanizması yoluyla

kendilerini kamusal tartışmaya dahil edebilme imkânları son derece sınırlı.

Buna yaşanan ciddi kaynak sıkıntıları, yetişmiş insan gücünün yetersizliği,

örgütlenme fikrinin yarattığı yaygın korku ve güvensizlik eklendiğinde, sivil

toplum örgütlerinin işinin ne kadar zor olduğu açıkça görülebiliyor.

Bütün bu zorlukların içinde yol almaya çalışırken, boşa harcayacak ne bir dakikamız

ne de bir kuruşumuz var. İşte bu yüzden sivil toplum, kendi yaptığı işler

üzerinde en fazla düşünen, hedeflerini, yollarını, araçlarını en iyi tartanların yer

aldığı bir alan. Çünkü başka türlü ilerleyemeyiz.

 

Toplumsal Cinsiyet

Cinsiyet, her birimizin bu dünyaya gelirken yanımızda getirdiğimiz özelliklerimizden

biridir: Kız ya da oğlan bebekler olarak doğarız. Bu nedenle de cinsiyet

özelliklerini biyolojik birer nitelik olarak kabul ederiz. Yani “doğal”. Toplumda,

aile içinde, kişisel ilişkilerde, kadın ve erkeklerden beklentilerimiz farklıdır, bu

farklılığı da “doğal” karşılarız.

Peki nedir bu “cinsiyet özellikleri” dediğimiz şey?

Cinsiyet özellikleri

Bunlardan hangilerinin “biyolojik” olduğunu düşünüyorsunuz? Hangileri içine

doğduğumuz kültürün bize öğrettiği nitelikler?

KADIN ERKEK

Doğurabilir Zihinsel yaratıcılığı yüksektir

Sevecen ve fedakârdır Sorumluluk duygusu güçlüdür

Sessizdir Yönetmeyi bilir

Ayrıntıcıdır Soyut düşünme yeteneği

gelişkindir

Duygusaldır Rasyoneldir

Tek eşliliğe yatkındır “Bir çiçekle bahar olmaz” der.

Dikkati insanlar ve ilişkilere Duygular ve ilişkilerden çok,

yöneliktir teknolojiye ve nesnelere ilgi

duyar

Dedikoducudur Saldırgandır

 

Dünyaya birbirinden çok farklı olmayan bebekler olarak geliyoruz, sonra kadın

ve erkek olmayı öğreniyoruz. Daha doğumumuzdan önce başlayan bir süreç bu.

Kız ve erkek bebeklere konan isimleri düşünün: Ceren/Aslan gibi, Gül/Çınar

gibi... Bu isimler, onlardan beklentilerimizi de gösteriyor. Kızımızın ceylan gibi

zarif ve güzel, oğlumuzun ise aslan gibi güçlü ve yırtıcı olmasını istiyoruz belli

ki! Bu isimler, aynı zamanda, içinde yaşadığımız kültürde kadınlık ve erkekliğe

ilişkin değer yargılarıyla bağlantılı.

Kadınlık ve erkekliğin kültürel olarak kurulan, öğrenilen kalıplar olduğunu söylemek,

onları biyolojik özelliklerden daha az “gerçek” yapmaz. Kişisel olarak

hoşlanmasak ve benimsemesek bile, cinsiyetin bu şekilde kurulması, bizim benliklerimizin

kuruluşunun da bir parçası olur, bizim nasıl insanlar olduğumuzu,

neleri yaptığımızı, neleri hayal ettiğimizi, nelerden vazgeçtiğimizi belirler.

Kadınlık ve erkeklik kalıpları, bizi basitçe birbirimizden farklılaştırmakla kalmaz,

aynı zamanda toplumsal kaynaklara erişimimizi de büyük ölçüde etkiler.

Yani, kaynakların bölüşümünde cinsiyet, önemli bir faktördür. Bu faktörün

etkisini rakamlarda açık biçimde görürüz. Yani, “kadın sorunları”, yalnızca

değerler ve ideoloji değil, bütün bir toplumsal örgütlenme ve bölüşüm ile de

ilişkili bir alandır.

 

Kişisel Niteliklerden Toplumsal

İlişkilere: Aynı Dünyada Farklı

Yaşamlar

Cinsiyetten ve cinsiyet ilişkilerinden söz edildiğinde, genellikle kadınlar ve

“kadın sorunları” aklımıza gelir. Böyle olması anlaşılır bir şeydir, çünkü cinsiyetin

toplumsal ve politik bir olgu olarak kavranması, ancak kadınların uzun

mücadeleleri sonucu mümkün olabilmiştir. Siyasal ve sosyal haklarını talep

eden kadınlar, cinsiyete dayalı ayrımcılığı görmezden gelinemeyecek kadar açık

ve güçlü biçimde ortaya koyduklarında, toplumsal, ekonomik, siyasal ilişkilerin

nasıl aynı zamanda cinsiyet ilişkileri olarak da anlaşılabileceğini gösterdiler.

Ancak, cinsiyet ilişkileri yalnızca “kadın sorunları” denilen sorunlardan ibaret

olmadığı gibi, “kadın sorunları” olarak görülen sorunlar da aslında yalnızca

kadınların sorunları değildir.

Toplumu çeşitli boyutlarıyla, çeşitli düzeylerde anlamaya çalışabiliriz. Bir

açıdan baktığımızda, kapitalist bir toplum görürüz ve üretim ilişkilerinden,

sınıflardan, üretim tarzından söz ederiz. Bir başka düzeyde, modern bir toplum

vardır karşımızda, ulus devleti, yaygın bir medya ağını, siyasal temsil

sorunlarını... görürüz. Aynı topluma farklı perspektiflerden ve farklı kavramsal

araçlarla bakmanın sonucudur bu. “Kadın sorunları” da bu perspektiflerin her

birine pekala eklemlenebilir. Kadınların sömürülmesinden, geleneksel toplumun

kadınları nasıl ezdiğinden söz etmek mümkündür.

Bir başka düzeyde ise,tıpkı kapitalizmden ya da modernlikten söz ettiğimizde

yaptığımız gibi, toplumun bütününü kavrayan bir perspektif önerip cinsiyet ilişkileri

sisteminden söz edebiliriz. Üretim ilişkilerinin nasıl aynı zamanda cinsiyet

ilişkileri olduğundan, modern toplumun kurulmasında çekirdek aile idealinin ve

“yeni kadın”ın kilit rolünden söz etmeye başladığımız yer, işte burasıdır.

Bu açıdan bakıldığında, ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda cinsiyetin (hem

roller, hem de cinsiyete yüklenen anlamlar anlamında cinsiyetin) toplumsal iliş14

kilerin düzenlenmesinde ve toplumsal hiyerarşilerin kurulmasında nasıl belirleyici

bir faktör olduğunu görmemiz mümkün olur. Böylece, cinsiyet ilişkilerinin

yalnızca kadınları değil, toplumun her üyesini yakından ilgilendiren, etkileyen

ilişkiler olduğunu fark edebiliriz. Fark edeceğimiz bir başka şey, cinsiyetin yalnızca

“özel alan” denilen kişisel ilişkiler- aile ilişkileri içinde değil, “kamusal

alanda”, yani siyaset, ekonomi, bilim üretimi gibi alanlarda da önemli bir faktör

olarak hesaba katılmasının önemidir.

Farklı Deneyimler, Farklı İhtiyaçlar

KADIN

Çalışır

Kadınların birincil çalışma alanları,

evdir. Ev işi, maddi karşılığı, mesai

saati, sigortası ve emekiliği olmayan

bir çalışmadır. Yapıldığında

değil de yapılmadığında fark edilirbu

bakımdan, görünmeyen bir

emektir. Kadınların evde yaptıkları

iş, günde 18 saatlik bir çalışma

anlamına bile gelse, “sevgi emeği”

olarak görülür ve kadınlığın doğal

bir parçası gibi algılanır.

Ev işi, pek çok farklı yeteneğin ve

çalışma türünün bir arada devreye

sokulduğu bir alandır. Kocaların ve

çocukların bakımı sadece üstllerini

temiz tutup yemeklerini hazırlamakla

bitmez, moral bozukluklarına,

ergenlik krizlerine, başarısızlık

korkularına çare aramaya kadar

uzanır.

ERKEK

Çalışır

Erkeklerin çalışma alanları, evin

dışıdır. Genellikle ücret karşılığı

çalışırlar. Ekonomik krizlere

bağlı olarak çalışma koşulları

ağırlaşsa bile, sigorta ve emeklilik

hakları vardır. Ayrıca, “çalışan bir

insan” olarak toplumsal statü de

kazanırlar.

Bu statü, erkeklein aile içindeki

konumlarını pekiştirir. Ancak aynı

zamanda büyük bir risk de taşır:

erkeklik evin geçindirilme sorumluluğu

ile tanımlandığı sürece,

işsizlik yalnızca yoksullaşma değil,

erkekler açısından kimlik kaybı ve

buna bağlı güçsüzleşme anlamına

da gelir. Nitekim, 1980’lerden

sonra yapısal işsizliğin ortaya

çıkmasıyla birlikte sıkça gündeme

gelen “erkekliğin krizi”nin kaynaklarının

başında, bu vardır.

 

KADIN

Çalışır

Kadınlar işgücü piyasasında da

çalışırlar. Tarımsal işgücüne

büyük bir katkıları vardır- dünya

gıda üretiminin yüzde yetmişini

gerçekleştirirler mesela. Sorunsuz

ve ucuz bir işgücü kaynağıdırlar.

Genç kızlar “çeyiz parası”, kadınlar

“Pazar parası” için çalışırlar.

Ne de olsa, evi geçindirmek onların

sorumluluğunda değildir! Bu

nedenle, kadınlara erkeklerden

daha düşük ücret verilmesi,

meşru görülür. Kadınlar, kayıt dışı

ekonominin de belkemiğidirler.

Günde on- oniki saat halı dokurlar,

örgü örerler, oyuncak parçalarını

birbirine dikerler, deri parçalarını

dikerler, bilgisayar çipleri üretirler,

televizyon tüpleri takarlar... Ama

işgücü anketlerinde “ev hanımı”

olarak görülürler.

Çalışır

Kadınlar, sosyal hizmet uzmanları

ve hemşirelerdir. Ailedeki

engelli ve yaşlılara, hastalara onlar

bakarlar. Bunu yaparken genellikle

destek görmezler. Ama yapmadıklarında,

“kadınlıktan uzak”

olmakla suçlanırlar.

ERKEK

İlişkiler Kurar

Erkekler, toplumsal hayata katılmak

için çeşitli kanallara sahiptir.

Bu kanalların başında, çalışmak

gelir. Erkekler, işçi, memur ya

da esnaf olarak, oplumun üretici

emeğinin bir arçasıdırlar ve bu,

onlara toplumsal bir kimlik sağlar.

Bu kimliğin bir parçası olarak

sendika, meslek örgütü ya da

odası türünden örgütlere katılırlar.

Kahvehaneler ve stadyumlar,

erkeklerin kendi aralarındaki

toplumsallaşmanın mekanlarıdır.

Buralarda memleket meselelerinden

iş olanaklarına, futbolcu

transferlerinden geçim sıkıntılarına

kadar, çeşitli konularda konuşurlar,

rahatlarlar, arkadaşlıklar

kurarlar.

Siyasetle uğraşır

Türkiye’de siyasal örgütlerin

tamamında erkekler yer alırlar.

Merkezi ve yerel siyaseti aktörleri

onlardır. Belediye meclislerinden

parlamentoya, parti delegeliğine

kadar, her aşamada erkekleri

görebilirsiniz. Böyle bir faaliyet

alanı, erkeklerin hem maddi

kazançlar elde etmelerini, hem de

güçlenmelerini sağlar.

 

KADIN

Çalışır

Kadınlar, halkla ilişkiler uzmanıdırlar. Konu komşuyla,

akrabalarla görüşmeleri, ilişkileri ayarlar,

evlilikleri düzenlerler. Yıldönümlerini hatırlar,

hediyeleri düşünürler.

Çalışır

Kadınlar, diplomattırlar. Kendi aileleri ve kocalarının

ailesi arasındaki ilişkileri ustalıkla yürütmek

zorundadırlar. Kim ne sıklıkla ziyaret edilecek?

Kime ne kadar hizmet edilecek? Hangi konuları

öteki taraf bilmese daha iyi olur? Hangi selamlar

iletilecek, hangi haberler iletilmeyecek?

Çalışır

Kadınlar piyasa araştırmacılarıdırlar. Neyi nerden

almalı? Ucuzluk ne zaman? Hangi gün pazara gitmeli?

İlişki kurar

Kadınların toplumsallaşma mekanları oldukça

kısıtlıdır. Daha çok evleri ve yakın çevreleri, mahalleleri

içinde kalırlar. Toplumsallaşma kanalları

da asıl olarak akrabalık ve komşuluk ilişkileridir.

Genellikle küçümsenerek bahsedilen kabul günleri,

onların çeşitli konularda bilgilenmeleri, iş bulma ya

da çocuk evlendirmeye dönük bağlantılar kurmaları

ve rahatlamaları için son derece önemli işlevlere

sahiptir. Ücretli çalışmaya katıldıklarında bile

asıl aidiyetleri ev ve aile olduğundan, “çalışan”

kimlikleri genellikle geride kalır. Biraz da bu

nedenle, meslek örgütlerine, sendika ya da odalara

katılımları düşüktür (bu katılım düşüklüğünün

örgütlerden kaynaklanan nedenleri de vardır)

ERKEK

Karar verir

Yalnızca “siyasal”

diyebileceklerimiz

değil, gündelik

yaşamımızı etkileyen

pek çok konuda

da erkekler karar

verirler.Aile bireyleri

hangi saaterde

evden çıkacaklar,

gidebilecekleri ve

gidemeyecekleri

yerler nerelerdir,

kimlerle görüşebilirler,

kimlerle

görüşemezler...

Erkek çocuk hangi

okula gidecek, kız

çocuk kaç yaşına

kadar okuyacak,

kadın dışarda

çalışacak mı...

Sanatla ve

bilimle uğraşır

Sanat ve bilim,

insan türünün

gelişiminde temel

önemde faaliyet

alanlarıdır ve bu

iki alan, pek az

sayıdaki istisnalar

dışında, erkeklerin

tekelindedir.

 

Bu çizelgeye sizin ekleyebileceğiniz faaliyetler var mı?

Bütün bu işler, elbette ki bütün kadınlar ve bütün erkekler tarafından yerine

getirilmez. Ama kültürümüzde Kadın’a ve Erkek’e verilen rol ve değerin

arkasında, bu türden yüklemeler vardır.

Kadınlar ve erkekler, yürüttükleri faaliyetler bakımından, birbirlerinden farklı

deneyimlere sahip olurlar. Bu nedenle de ihtiyaçları farklılaşır. Aynı hane içinde

yaşarken ve benzer koşulları paylaşırken bile, deneyimlerindeki farklılık onların

hayata ve kendilerine bakış açılarını farklılaştırdığı gibi, isteklerini, umutlarını,

hayallerini ve ihtiyaçlarını da farklılaştırır.

KADIN

Gündelik yaşamın “siyasetini” yürütür

Kadınların yürüttükleri halkla ilişkiler ve diplomasi

işleri sadece çalışma değil, aynı zamanda onlar

için bir güçlenme kaynağıdır da. Gündelik yaşamın

düzenlenmesine ilişkin kararların alınması, bu

kararlara ilişkin “rıza” üretimi, kadınlara önemli

bir hareket ve güç alanı açar.

Sanatla ve bilimle uğraşır

Kadınların estetikle ve bilgiyle ilişkileri, kurumsallaşmış

bilim ve sanatın dışında kurulur. Onlar,

gündelik deneyimin bilgisini biriktirirler. Bu bilginin

yaşamın devamında büyük bir rolü olmasına

karşın, değersiz kabul edilir. Benzer biçimde,

gündelik yaşamı estetize etme çabaları da genellikle

görmezden gelinir.

ERKEK

 

Cinsiyet Eşitliğini Gözeten Perspektif

ve Politikalar

İşte bu nedenle, kadınların ve erkeklerin hayatlarında bir dönüşüm yaratmayı

hedefleyen her türlü girişim (plan, politika, program, proje...)bu farklılığı dikkate

almak, hesaba katmak zorundadır. Biz bu “hesaba katma” işine, cinsiyet

eşitliği hedefinin plan, politika ve proje hedefleriyle kaynaştırılması (gender

mainstreaming) diyoruz.

Birleşmiş Milletler’in tanımı, şöyle:

Bu tanım, bir süreçten ve bir stratejiden söz ediyor. Yani, belirli aşamalardan

oluşan bir zaman diliminde, belirli hedeflere yönelik belirli eylemlerden. Yani,

tıpkı Kalkınma’nın kendisi gibi, cinsiyet eşitliği hedefini kendi hedeflerimizle

kaynaştırmanın da iki boyutu var:

> Fikirler (teori ve varsayımlar)

> Pratikler (karar ve eylemler)

Fikirler düzeyinde, cinsiyet eşitliğini sağlama hedefine yönelik strateji ve süreci

meşrulaştırmak, pratikte ise bir soruyu hep aklımızda ve gündemimizde tutmak

anlamına gelir:

... yasal düzenlemeler, politika ve programları da kapsamak üzere,

planlanan herhangi bir hareketin kadınlar ve erkekler açısından

doğuracağı sonuçların belirlenmesi ve değerlendirilmesi sürecidir.

Kadınların ve erkeklerin sorunlarının ve deneyimlerinin, ekonomik,

politik ve sosyal tüm alanlarda, politika ve programların tasarlanmasın,

uygulanması ve izlenmesinin bütüncül bir boyutu haline getirilmesini,

böylece kadınların ve erkeklerin eşit fayda sağlamasını ve

eşitsizliğin ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir stratejidir.

 

Kim, ne alıyor? (kadınlar yaptığımız projenin ya da etkinliğin sonuçlarından

ne kadar yararlanıyor? Erkekler? Çocuklar? Kız ve erkek çocuklar arasında

bir fark var mı?)

Diyelim ki, doğa bilimleri ve teknoloji alanındaki eğitim düzeyinin yükseltilmesinin

ülke kalkınması için son derece kritik bir hedef olduğuna karar verdik ve

bu yönde yaygın bir programı uygulamaya koyacağız.

Cinsiyet eşitliği hedefini kendi programımızın hedefi (daha kaliteli ve yaygın bir

eğitim) ile kaynaştırmak için üç şey yapmamız gerekir:

> Doğa bilimleri ve teknoloji alanlarının durum analizlerini yaparken, bu

analizlere “cinsiyet haritasını” da eklemek (öğrencilerin ve öğretmenlerin cinsiyete

göre dağılımı nedir? Yöneticiler arasında cinsiyet dengesizliği var mı?

Müfredatta ayrımcı uygulama ve içerikler var mı? vb)

> Eğer cinsiyetler arası bir dengesizlik varsa, bunun nedenini araştırmak

> Bulgularımız ışığında, dengesizliği düzeltici önlemleri programımıza dahil

etmek

Doğa bilimleri ve teknoloji alanları, yalnızca ülkemizde değil, dünyanın her

yerinde, ağırlıklı olarak “erkek alanı” olarak görülür. Dolayısıyla, daha ilk

aşamada, cinsiyet haritasında hatırı sayılır dengesizlikler saptamamız muhtemeldir.

Örneğin,kız öğrenci oranının belirgin bir biçimde düşük olduğunu

görebiliriz.

Kadın ve erkek kalıp tipleri, cinsiyet rolleri, kız ve erkek çocuklardan beklentiler,

onların kendilerinden beklentileri... meslek ve eğitim alanı seçiminde belirleyicidir.

Yani, kız öğrencilerin doğa bilimleri ve teknoloji alanlarına yönelmemelerinin

toplumsal bazı nedenleri vardır. Pek çok durumda, bu nedenler öylesine

büyük bir yumağın, cinsiyet ilişkileri ve ayrımcılık yumağının parçasıdır ki,

başa çıkılmaz gibi görünür. Toplumdaki cinsiyet kalıp yargılarını değiştirmek

gibi bir hedefi ulaşılmaz bulabiliriz. Üstelik, kendimize belirlediğimiz “esas

hedef” de bu değildir.

 

Oysa, tıpkı eğitim sistemindeki yanlışlıkların ve eksikliklerin uzun bir tarihi ve

politik uzantıları olmasına rağmen bu alanda bir şeyler yapılabileceğine inandığımız

gibi, cinsiyet eşitsizliklerinin ortadan kaldırılması için de bir yerden

başlamaya, düğüm yumaklarını bir ucundan çözmeye ihtiyacımız olduğunu

bilmeliyiz.

Üstelik, biraz daha yakından baktığımızda, “esas hedef”imize varmak için

böyle daha geniş bir perspektifin çok daha işlevsel olacağını görürüz. Nihai

hedefimiz olan kalkınmanın gerçekleştirilmesi, toplumun tüm kesimleriyle işin

içinde olmasının sağlanmasına bağlıdır. Yani, kadınları hesaba katmadan,

onların özgül engellerini görmeden ve bu konuda politikalar geliştirmeden,

ilerlememiz mümkün değildir.

 

Peki Bunu Nasıl Yapacağız?

Cinsiyet eşitsizliğini yaptığımız bütün çalışmalarda hesaba katmak için, bu

çalışmaların her bir aşamasında, bazı sorular sormamız gerekir: sorunu tanımlarken,

sorunun taraflarını belirlerken, çözüm stratejilerimizi kurarken, faaliyetlerimizi

planlarken…

Sorunları tanımlarken:

Alanımızdaki belirli bir soruna ilişkin bir çalışma tasarlarken, öncelikle sorunu

doğru biçimde tanımlamaya çalışırız. Bunun için de soruna yol açan nedenleri

görmemiz, bu nedenler arasındaki içsel bağlantıları kurabilmemiz gerekir.

Örneğin, “engelliler, örgün ve yaygın eğitime katılamıyorlar” gibi bir sorunumuz

varsa, bu sorunun nedenlerini araştırmamız gerekir: Engelliler eğitime

neden katılamıyorlar? Bu sorunun yanıtını bulmak için basit bir analiz çerçevesi

çıkartabiliriz:

Bizim için öncelikli üç alan, bunlar olsun. Bu üç alana cinsiyet ilişkileri açısından

bakarsak, farklı bir şey görür müyüz?

1. Mekânsal sorunlar (örgün ve yaygın eğitim kurumlarının engelliler

hesaba katılmaksızın tasarlanmış ve inşa edilmiş olması)

2. Ulaşım sorunları (toplu taşıma araçlarının engellilerin kullanımı

için uygun olmayışı)

3. Engellilerin toplumsal katılımını azaltan önyargı ve kalıp yargılar

(engellilerin eve kapatılarak korunması gerektiğine ilişkin tutumlar,

engellilerin ancak özel eğitim kurumlarından yararlanabileceğine ilişkin

yargılar, vb)

 

Sorunun taraflarını belirlerken:

Sorunun (ve dolayısıyla çözümün de) taraflarının kimler olduğu, strateji oluştururken

yol göstericidir. Bu nedenle, sorunu tanımladıktan sonra, tarafları

belirlemek gerekir. Örneğimizden devam edersek, en önemli tarafları şöyle

belirleyebiliriz:

Bu tarafları cinsiyet açısından düşündüğümüzde, ilk gözümüze çarpacak olan,

engelli aileleridir. Ailedeki bakım işleri hemen hemen tamamen kadınların işi

olduğu için, “engelli ailesi” başlığını ailedeki kadınların deneyimlerine öncelik

vermek üzere ele almak gerekir. Dolayısıyla, sorunun (ve çözümün) taraflarını

şöyle ayrıntılandırabiliriz:

1. Mekânların uygun olmayışı, engelli kadınların tacize uğrama riskini

artırıyor mu?

2. Toplu taşıma araçlarının engelliler için uygun olmayışı yüzünden

evden yalnız çıkmasına izin verilmeme durumu kadın ve erkek engelliler

için aynı mı?

3. Ailelerin engellilere karşı takındığı koruma/saklama/görünmez kılma

tavrı engellinin cinsiyetine göre değişiyor mu?

Engellilerin kendileri

Engellilerin aileleri

Engelli örgütleri

Milli Eğitim Bakanlığı, okul yönetimleri, halk eğitim merkezi yöneticileri

Yerel yönetimler

Kamuoyu/medya

 

Çözüm stratejilerimizi kurarken:

Başlarken oldukça sınırlı ve tanımlanabilir bir sorunu ele aldığımızı düşünüyor

olsak da, bu aşamaya geldiğimizde, öyle olmadığını anlamış olmalıyız:

O halde, bazı şeyleri dışarıda bırakmamız, bazı hedeflere öncelik vermemiz,

çözüm ortaklarımızı doğru biçimde belirlememiz, yani, bir strateji kurmamız

gerekiyor. Bunun için, kendimizi, elimizdeki imkânları ve aynı zamanda güçsüzlüklerimizi

ortaya koymalıyız.

Engellilerin kendileri/kadın ve erkek olmak, engellilik deneyimini

farklılaştırıyor mu? Nasıl?

Engellilerin aileleri/ Ailedeki kadın ve erkekler bakım işini paylaşıyorlar

mı? Engelli çocuğun okula götürülmesini kim üstlenmiş örneğin?

Engelli örgütleri/ Örgütlerin üye ve yönetim yapısını cinsiyet açısından

değerlendirdiğimizde bir dengesizlik göze çarpıyor mu? Örgüt içi iş

bölümü ve hiyerarşide cinsiyetin bir etkisi var mı?

Milli Eğitim Bakanlığı, okul yönetimleri, halk eğitim merkezi yöneticileri/

Yöneticilerin cinsiyeti engellilere yaklaşımını etkiliyor mu?

Yerel Yönetimler/Yerel yönetimlerde karar alıcıların cinsiyeti ile

engelli dostu düzenlemeler arasında bir ilişki var mı?

Kamuoyu, Medya/Engelli haberlerini vermek, bu konuda yazı yazmak

ve program yapmak açısından gazeteciler arasında cinsiyete göre bir

farklılaşma var mı?

 

Kadınları işin içine katarak fırsatlar/engeller değerlendirmesi yapmak, pek çok

deneyim göstermiştir ki, şaşırtıcı sonuçlar verebilir. Çünkü kadınların güçleri

ve potansiyelleri, hem kendileri hem de başkaları tarafından genellikle gözden

kaçırılır, fark edilmez. Oysa cinsiyeti bir değişken ve bilgi alanı olarak dikkate

aldığımızda, strateji analizimizde önemli değişimler gerçekleşebilir.

Böylece, elimizdeki güçleri ve güçsüz yanlarımızı görerek, kendimiz için elde

edilebilir bir hedef seçebiliriz. Genel hedefimiz engellilerin örgün ve yaygın eğitimden

daha fazla yararlanmalarını sağlamakken, özel hedef olarak çalıştığı-

Kadınlarla birlikte yürürken

Fırsatlar

- Kadınlar arasındaki enformel

iletişim ağlarının ve dayanışma

alışkanlığının yaygınlığı

- Engelli ailelerindeki kadınların

sorunun çözümü konusunda

istekli olmaları

- Halk eğitimi kursiyerlerinin

çoğunun kadın olması ve yardım

etmeye istekli olmaları

Engeller

- Kadınların iş yüklerinin fazla

olması nedeniyle sosyal etkinliklere

zaman bulamamaları

- Kursiyer kadınların kursların

içeriği ve yapısına ilişkin söz

söyleme haklarının olmadığını

düşünmeleri, böyle bir deneyimlerinin

olmayışı

Fırsatlar

- Örgütümüzde iyi eğitimli beş engelli var.

- Çalıştığımız bölgedeki halk eğitim merkezinde

bizi tanıyan bir yönetici var.

- Belediyenin kendi çalışanları için bir kreşi

var ve burada halk eğitimin çocuk bakımı

kursunu bitiren iki kişi çalışıyor.

- Çalıştığımız bölgede bir toplum merkezi var.

- Yerel gazetelerden birinde hak haberciliği

konusunda eğitimli bir muhabir var.

Engeller

- Milli Eğitim İl Müdürü ile görüşmek bile çok zor.

- Okul Müdürü, insiyatif kullanma eğiliminde değil.

- Belediyenin elinde çok az sayıda otobüs var.

 

mız bölgedeki engellilerin halk eğitim kurslarından daha fazla yararlanmalarını

sağlamayı ve bu konuda kamuoyunun duyarlılığını artırmayı seçebiliriz.

Peki bu genel ve özel hedefler kadın ve erkek engellileri aynı biçimde mi etkileyecek?

Yaptığımız çalışma kadın ve erkekler tarafından aynı biçimde mi

algılanacak?

Faaliyetlerimizi planlarken:

Özel hedefimiz çerçevesinde ilk olarak üç faaliyet planlayabiliriz:

Cinsiyet açısından baktığımızda, bu faaliyetlere ilişkin şöyle sorunları tespit edebiliriz:

Düzenlediğimiz toplantıya aileler adına yalnızca kadınlar gelebilir, oysa

erkeklerin de çözümün bir parçası olması önemlidir; dolayısıyla belki de toplantı

saatini ve duyuruların biçimini yeniden düşünmeliyiz. Belediye’de yaptığımız

görüşmelere engelliler, aileleri ve örgütümüzden kimler katılıyor? Acaba cinsiyet

açısından bir dengesizlik var mı? Halk Eğitim kurslarına katılım konusunda

kadınlar arası iletişim ağlarından da yararlanabilir miyiz? Acaba engelli annelerin

bu kurslara katılımını sağlamak üzere ek bazı önlemler almak gerekmez mi?

Örneğin Toplum Merkezi’ndeki kreşten bu amaçla yararlanabilir miyiz?

Halk Eğitim Merkezinde engellilere ve ailelerine yönelik bir toplantı

Belediye otobüs durağının Halk Eğitim Merkezinin önüne kaydırılması

için belediye otobüs dairesi başkanı ile görüşme

Yerel gazetenin her iki faaliyete de yer vermesini ve bu konuda bir

röportaj yayınlamasını sağlamak üzere görüşme

 

Aynı Dünyada , Eşitçe Yaşamak İçin

Kadınların ve erkeklerin aynı dünyada, eşitçe yaşamaları, sivil toplum

örgütlerinin uğraştığı bütün sorunlarla ilişkili bir hayaldir. Çok basit bir

örnekle göstermeye çalıştığımız gibi, cinsiyetle hiç ilişkisi yokmuş gibi

görünen sorunlara bu açıdan baktığımızda, ilk görüntünün yanlış olduğunu

fark ederiz. Bu fark ediş bizim yükümüzü ağırlaştırmasına ağırlaştırır,

ama bunun yanı sıra, gücümüzü de artırır. Çünkü kadınları işin içine

katmayı başarmak, müthiş bir yaratıcılıkla, emekle, sebatla, sabır ve

tahammülle ödüllendirilir.

İnsan haklarından çevreye kadar her çalışma alanına bu gözle bakmak,

oradaki cinsiyet sorunlarını görmek, çalışmalarımızı bu görüşün sağladığı

ışıkta yürütmek, hem örgütümüzü güçlendirecektir hem de hedeflere varmamızı

kolaylaştıracaktır.

Sivil Toplum Geliştirme Merkezi

89. Sok. No: 14/9 06550 Yıldız Çankaya Ankara

Tel: (312) 442 42 62 (pbx) Faks: (312) 442 57 55

e-posta: bilgi@stgm.org.tr

web: www.stgm.org.tr

STGM Adana Yerel Destek Merkezi

Adana İş Geliştirme Merkezi Kocavezir Mahallesi

Kocavezir İş Merkezi Kat: 2 No: 17 Adana

Tel: (322) 365 04 04 Faks: (322) 365 04 11

e-posta: adana@stgm.org.tr

web: http://adana.stgm.org.tr

STGM Denizli Yerel Destek Merkezi

Saltak Mah. 1521 Sok.

No: 16 D: 1, 20100 Denizli

Tel: (258) 241 60 11 Faks: (258) 241 50 11

e-posta: denizli@stgm.org.tr

web: http://denizli.stgm.org.tr

STGM Diyarbakır Yerel Destek Merkezi

Kurtismailpaşa 8. Sok.

Memuzin Apt. No: 3 Ofis, Diyarbakır

Tel: (412) 223 05 86 Faks: (412) 223 05 88

e-posta: diyarbakir@stgm.org.tr

web: http://diyarbakir.stgm.org.tr

STGM Eskişehir Yerel Destek Merkezi

Deliklitaş Mah. Gürman Sok.

No: 16, 26090 Eskişehir

Tel: (222) 220 40 36 Faks: (222) 220 40 76

e-posta: eskisehir@stgm.org.tr

web: http://eskisehir.stgm.org.tr

 

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat