T’ Lİ YILLAR - Bir dönemin simge kişilikleri...

 

Ecz. Yahya Kemal KAYA

 

12 Eylül 1980 darbesinden sonra, ülkemizde T harfiyle, adı veya soyadı üzerinden ilintili siyasi ya da toplumsal önderlerin boy gösterdiği bir ortam oluştu. Turgut Özal ile başlayıp, Tansu Çiller ile devam eden bu furya, şimdilerde siyasal olarak R.Tayyip Erdoğan ile temsil edilmektedir.

 

Gerek Turgut Özal ve gerekse de Tansu Çiller iyi ya da kötü yaptıkları ve yapamadıklarıyla siyasi tarihimizde yerlerini almışlardır. Hoş bugünlerde fısıltı gazetesine göre Tansu Çiller’e yeniden siyasete dönmesi için baskılarda bulunulduğu dillendirilmektedir ama neyse, konumuz O değil!

 

T harfiyle ilintili olarak toplumsal önderlik görevini üstlenmiş görünen ünlü kişimiz, Ulusal Futbol Takımımızın kendi deyimiyle “koçu”, yani Teknik Direktörü Sayın Fatih Terim’dir.

 

Futbolla ilgili herkesin benimseyeceği ve karşı çıkmayacağı bir gerçek olarak ülke futbolunun son 15 yılına damgasını vuran Fatih Terim, son Avrupa Futbol Şampiyonasındaki başarısı ile yine gündemde olup, bu geçmekte olan konu ettiğimiz yıllara “Terim’li Yıllar” dense yeridir.

 

Adana Demirspor’dan geldiği Galatasaray’da Lig Şampiyonluğu görmese de 11 yıl başarı ile futbol oynayan, yükseldiği Ulusal takımda, 50 den fazla forma giyen ve kaptanlık yapan, futbolu oyuncu olarak noktaladıktan sonra kısa süren Göztepe ve Ankaragücü çalıştırıcılığından sonra getirildiği Ümit Ulusal Futbol takımı sorumluluğunda sağladığı başarıların ardından, Alman futbol adamı Jupp Derwall öncülüğünde açılan yoldan gelen ve yine bir Alman olup, Danimarka ve dünya futbolunda uzun yıllar denenen 3-5-2 yönteminin bulucusu ve uygulayıcısı Sepp Piontek’in yardımcılığı ve sonrasında sorumluluğunu yüklendiği Ulusal Futbol Takımımıza ilk kez bir Avrupa Şampiyonasında temsil başarısı, ardından geldiği Galatasaray futbol Takımı ile 4 yıl üst üste Lig Şampiyonluğu ve sonunda U.E.F.A. kupası… Tüm bunlar bir Fatih Terim fenomeninin oluşmasına katkı veren temel taşlarıdır.

 

Daha sonra gittiği İtalya’da, önce Fiorentina, sonra Milan’da göreceli de olsa başarı sağlayan Fatih Terim, gerek söz verdiği üzere sözleşme imzalamasından 3 ay sonra İtalyanca basın toplantısı yapması gerekse de son Avrupa Futbol Şampiyonasına katılması ve çeyrek finale kalma başarısını göstermesi nedeniyle her türlü övgüyü hak etmektedir.

 

Yıllar önce Galatasaray’dan ayrılıp, İtalya’ya gideceği belli olduğunda; konu hakkında görüştüğümüz iki arkadaşımdan biri:” Ben Fatih Terim’i sevmiyorum ve başarılı olmasını istemiyorum!”, diğeri de; “ Ben Fatih Terim’i seviyorum ve başarılı olmasını istiyorum!” dediklerinde; “ Her ikinizi de karşıyım, ben Fatih Terim’e güveniyorum ve başarılı olacağına inanıyorum!” demiştim. Karşı çıkan arkadaşlarıma, devamla ” Siz işe duygusal açıdan bakıyorsunuz, bense gözlemlerimle ve gerçekçi bir bakış açısından bakıyorum. Eğer, bir adam çalışmayı kararlaştırdığı ülkenin dilini öğrenmek için özel ders alıyor ve 3 ay sonrasına o dilden basın toplantısı sözü veriyorsa, başarılı olur!”

 

Nitekim gerek ödün vermez kişiliği ile gerek hırs ve isteği ile belirli bir düzeyi yakalayan Fatih Terim’in başarısı yadsınamaz! Başarısının ardını ve sürekliliğini izleyip, göreceğiz.

 

Gerek yanlışlarından zamanında dönmesi, gerekse olası gelişmeleri öngörerek, gerekli önlemleri alması ve sonunda başarıyı yakalaması önemli artılarıdır.  

Fatih Terim’i kendisiyle hemen, hemen aynı tabakadan gelen ve gerek kendini beğenmişlik, kibir; gerekse de eleştiriye açık olmamaları açısından benzeştikleri birçok ortak yönleriyle birlikte, hem olaylara ve karşı çıkışlara aldıkları tavır ve olası gelişmelere karşı öngörüleri ya da öngörüsüzlükleri ve hem de yaptıklarının ülke yaşamına olumlu ya da olumsuz toplumsal etkileri açısından çağrıştırdığı Başbakan R.Tayyip Erdoğan ile karşılaştırılmasına, özellikle bugünlerde gerek vardır.

 

Başka bir dalda yüksek öğrenim göremedikleri için, birçok okul arkadaşı gibi son sınıfta İmam-Hatip lisesinden ayrılıp, düz lise mezunu olarak iktisadi ve ticari ilimler okuyan R.Tayyip Erdoğan, “yan gelip yatmadığı” askerlik sonrası, belediyede çalışmış olmanın dışında hiçbir yöneticilik deneyimi olmaksızın, bağlı olduğu “milli görüş” ün temsilcisi, il başkanı iken “rahle-i tedris”inden geçtiği “hoca”sı Necmettin Erbakan’ın önerisiyle 1994 yılında girdiği İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerini kazanmak yoluyla siyasette başlattığı parlaklığını sürdürmektedir.

 

Daha sonra yükseldiği genel siyaset arenasında da, doldurduğu Başbakanlık koltuğunu sürekli olarak gerginlik, çatışma ve tartışma ortamı yaratarak korumaya çalışmaktadır. Yakışıklı, çekici kişiliğinin yanı sıra, bu tür önderlerin başına sık, sık geldiği gibi çevresini saranların övüp, göklere çıkarması sonucunda; sanki “Alçak dağları ben yarattım! Ben bilirim! En büyük benim!” savları ile halka tepeden bakma durumunda olan ve fakat bu tutumunu yaptığı hamasi konuşmalarla örtmeye çalışan R.Tayyip Erdoğan; kendisine karşı çıkmaksızın her dediğine evet diyenlerin etkisiyle, giderek daha fazla ödünsüz, gözü kara ve kibirli davranmaya başlamıştır.

     

Son olarak desteklediği ve yaklaşan yerel seçimlerde kazanmak istediği yörelere ilişkin beklentileri doğrultusunda, futbola bir kez daha el atarak bir takım kulüpleri birleştirmek, adını değiştirmek yoluyla Türkiye Süper Ligine katmak düşüncesinin bile, sporun dürüstlüğü ile ilgisi olmayan bir davranış olduğunu belirtmek durumundayız. Bunun hakla, hukukla da ilgisi yoktur. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına karşı çıkan tutumuna, gerekçelerine ek olarak uygulamaya konabilecek böyle bir girişim ile başka alanlardan sonra futbolda da “faşizm”, baskı ve sindirme ve de kitleleri aldatmaya çalışmaktadır. Buna tüm spor topluluğu karşı çıkmalıdır. Bu uygulamanın, 12 Eylül döneminde ikinci ligde oynamakta iken Türkiye Kupasını kazanan M.K.E. Ankaragücü’nün Kenan Evren tarafından zorla birinci kümeye alınmasından hiçbir farkı yoktur. Takıma özel yönetmelikle, “Ankara’nın ligde takımı olmaz mı? “ dayatmasıyla yapılan bu uygulamaya benzer bir girişim; belki bazı kulüp yöneticilerini ve yerel siyasetçileri de doyurabilir, sevindirir, ama sporun ruhuna aykırı bu tutum gençleri ve gerçek sporcuları çok yaralayacak ve sonunda spor çok şey yitirecektir.

 

Bu öneriye sıcak bakanlar ve destekleyenler, Türkiye Futbol Federasyonu yasasına bir madde ve yönetmelik eklesinler ki: “Türkiye süper liginde Nüfusu 1.000.000 dan fazla olan iller en az 1, 4.000.000 dan fazla olan iller en az 2 ve 10.000.000 dan fazla olan iller de en az 3 takımla temsil edilirler!” bu yolla hem istedikleri illeri lige alsınlar, hem de 3 büyüklerin ileride bir kazaya uğrayıp, ligden düşmelerinin de önüne geçmiş olsunlar!

 

Ki, bu yolla spora da geçmiş olsunlar…!

 

Ülkeye de iyi saatte olsunlar…!

 

 

www.eczacininsesi.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat