HAVAN-SU-ÇÜRÜME

 

Sevgili Meslektaşlarım,

 

Eczacının aralık 2008 Ankara mitingi, sadece ülkemizde değil, tüm dünyada örnek teşkil edecek bir olay olarak tarihte yerini aldı. Dünyanın hiç bir yerinde hiç bir meslek gurubu tüm mensupları ile TAM bir katılım göstererek kendini böyle ifade etmemiştir. MERKEZ YÖNETİMİ, böyle bir tepkinin örgütlenebileceğine olan inançsızlığını, o günlerde yapılan kimi yerel toplantılarda dile getirmişti.Kendileri çok kararlı idiler ama,taban yanlarında olur muydu? Esasen bu miting, yönetimin sürükleyici etkisi ile değil,tabandan gelen muhteşem dalganın dayatması ile gerçekleşmiştir. Eh, madem yapılabildi; sahiplenilmeli idi, değil mi?

 

Sözleşme dönemi, mayıs sıkıntısı derken eczacılık ''bayramı'' da geldi geçti...Bol bol yapılan TESPİTLERLE gelecek güzel günlere olan inancımız yeniden ve yeniden dile getirildi. Ne de olsa tespit yapmak en kolay şeydi ve yapabildiğimiz en iyi şeydi...

 

Ama bizim gereksinme duyduğumuz şey EKMEK ise, o da sabır ve saptama ile değil; UN ve SU ile yapılıyordu. Unu bilemeyiz ama bizde çeşit çeşit HAVAN vardı; cam, porselen, pirinç...bir de SUyumuz var. Kafi miktar suyu havana koyarız,başlarız karıştırmaya...Havandaki suyu bin yıl da karıştırsak,farmasötik bir ürün elde edebileceğimiz ne yazık ki bize öğretilmedi...

 

Artık yaz geldi; hepimizin üzerine rehavet çöktü. Artık havandaki suyu karıştırmaktan başka şey gelmez elimizden...

 

Şimdi bir TEB seçimleri olsa.Ya da parlamento veya yerel seçimler olsa....Adrenalin salgımız nasıl da yükseliverir hemen.Hemen hesaplar başlar; kim hangi politika kulvarında yürümeye hevesli, kim kimi nasıl kafaya alacak diye akla hayale gelmez düşünceler uçuşur beyinlerde...Kiminle yan yana durulacağı bilinmese de olur; biz bunu doğuştan HİSSEDERİZ!!!!

 

Eczacının işleri mi?

 

Boş ver. Zaten sayımız çok fazla.8-10 bin azalırız, kalan güçlü eczanelerle yolumuza devam ederiz. Siz o zaman bizim nasıl yönetici olacağımızı görmelisiniz!!! Hem ''doğal seleksiyon'' diye bir şey var. Yok olan yok olur...

 

Peki yok olması öngörülen eczacının neden bir örgüte ve onun yöneticilerine ihtiyacı olsun?Yoksa örgütlü olmaya EN ÇOK  onların mı gereksinimi var?

 

İlaç üreticileri....ilaç ithalatçıları eczacıyı mı sıkıştırıyor?

 

Eylem filan zorla SGK'dan 1 puanlık avantaj sağladık derken ilaç üreticileri kıvrak bir el oyunu ile 4-7 puanlık hakkımızı gasbettiler.

 

Bir şeyler yapmak lazım...

 

Jenerik ilaçları destekleyelim.

 

Neden?

 

Onlar vade ve iskontoyu daha fazla veriyorlar!!! Öyle mi acaba? İEİS başkanı sayın Nezih Barut yaptığı bir konuşmada, bazı ürünlerde iskontoyu kaldırmak zorunda olduklarını; asla da yeniden veremeyeceklerini söyledi. Ama biz asla 1 puan veremeyiz denilen ilacın eşdeğeri yapıldığı zaman o ürünün 10-15 puan fiat indirimine gittiğini gördük, yaşadık eczanelerimizde...

 

Bu nasıl oluyor, sayın Barut?

 

Şöyle oluyor, biz yanıtlayalım: Rekabet koşulları ilacın fiatını ve iskonto oranını belirliyor. Eczacı, eşdeğerler içinde TOPLU TERCİH GÜCÜNÜ  kullanabilse idi, iskontoları pazarlık ile belirleyebilirdi.

 

Şimdi durum nedir? Eczacının marjları üreticilerin insafına kalmıştır. Verirse verecek, yoksa yok...

 

Orijinal ve jenerik ilaç üreticileri AYNI GÜDÜ ile hareket ediyorlar, ve bu işin doğası gereğidir. Bizim özellikle jenerik ilaca sahip çıkmamızın anlamlı bir nedeni bulunmamaktadır. Jenerik ilaç kullanımından SGK ile o ilacı üretenlerin çıkarları söz konusudur. Eczacının jenerik ilaca sahip çıkmasının karşılığı bir AFERİN, ya da her an geri alınabilecek 1 puanlık avantaj olamaz...

 

Eczacının jenerik ilaç karşısındaki tavrı yazılı protokollerle güvenceye alınmışsa anlamlıdır.

 

Evet, SGK’dan bahsetmeliyiz...

 

Dünyanın hiçbir ülkesinde bir kurum kendini SGK kadar hergün yeni baştan yaratmayı başaramamıştır. GSS Genel Müdürü sayın Dr.Sami Türkoğlu (ki kendileri ile akraba gibi yakın olduk), inanılmaz bir çaba ile kurumun finans yükünü hafifletmeye çalışıyor. Eczacı,bu çabanın içtenliğine yürekten inanıyor. Ama nafile... Türkiye ilaç pazarı dünyanın en hızlı büyüyen 10 pazarından birisi olma başarısını (!) elinden bırakmıyor.

 

Bu neden böyledir? İlacın piyasaya düşme hızı ile ilgili midir?

 

Eğer ilaç, PİYASAYA bir MAL olarak ‘’düşmüşse’’, onu terbiye etmeniz çok zor olacak sayın genel müdür... Bu zor işi başarmak için kurumu hergün yeni baştan yaratıyorsunuz, ama olmuyor... Acaba daha akılcı yollar mı bulmak lazım? Eczacılara, Eczacılık Teknolojisi dersinde, kutu içindeki tablet sayısının terapötik bir anlamının olduğu öğretilir.

 

Peki 28 veya 84 tablet içeren kutulardaki tablet sayısının terapötik bir anlamı var mıdır, sayın Türkoğlu?

 

Evet, eczanelerimiz züccaciye dükkanına döndü. Filler itişip kakışıyor; zararı eczacı görüyor. Sanayii KURNAZ ve ÇEVİK;SGK ise KUDRETLİ ama İRRASYONEL..

 

Bu hay-huy içinde eczacıyı kim koruyacak? Örgütümüz mü?

 

Örgütümüz... SGK’nın hesap illüzyonları karşısında Kamu Kurum İskontolarından zarar gördüğümüzü bile anlatamadı. Esasen o noktadan sonra da Merkez Yönetimi sorunların önünde sürüklenmeye başladı. Bir yandan tabandan gelen sıkı eleştiriler, diğer yandan bir metodoloji ve sistematiğe sahip olmamak, TEB yönetimini üç maymuna çevirdi...

 

Nerelere geldi eczacı şimdi?

 

En iyisi sorunları bir kenara bırakalım. Ne yapalım?

 

Neden ayrıştık diye soralım. 5 meslektaşımız neden istifa ettiler? Bunu açıkladılar. Ama o arkadaşlarımız ayrılmasa idiler ne yapacaklardı, bunu pek açık dile getirmediler. Ayrılmasalardı ve DİVANDA yer alsalardı ne yapacaklardı?

 

Süreç ayrılmayı dayatmış olabilir. Hatta meslektaşlarımız ‘’artık yoruldum;evde oturacağım’’ da diyebilirlerdi. Biz de ‘’gayet insani’’, deyip,bu konuda konuşma gereği de duymazdık. Durum öyle mi vuku bulacak acaba?

 

11 kişilik yönetimden 5 kişi ayrılarak OLAĞANÜSTÜ  bir tablo yaratacaksınız, sonra da ‘’mücadele’’ için oturup OLAĞAN  koşulları bekleyeceksiniz...

 

Bu işte bir mantık hatası yok mu? O arkadaşlarımızın (velev ki) yeniden aday olabilmeyi vicdanlarda hak edebilmeleri için, OLAĞANÜSTÜ koşulları zorlamaları beklenirdi. Biz ilkokula giden çocuklarımıza bile kavramlar arası ilişkiyi böyle anlatmaz mıyız?

 

OLAĞAN koşulları beklemek, mevcut statüyü ve konjonktürü kabullenmek demektir.

 

Merkezi Yönetimin sorunlar önünde savruluyor olması, bugünün görevleri arasına zorunlu olarak OLAĞANÜSTÜ davranmayı koyar. Bu sıradan bir diyalektik saptamadır.

 

Yönetimde kalan meslektaşlarımızın işi daha zor. Onların tek bir çıkışları gözüküyor. O da mevcut halleri ile kendilerini tümüyle REDDETMELERİ. Böyle bir beklenti olabilir mi? Mucizeye inanıyorsanız: Evet. Bilinmelidir ki, çoğu zaman eskiyi onarmak yenisinden maliyetli olmaktadır.

 

Sıkıntıyı biraz dağıtalım. Ne yapalım? İki şey yapılabilir:

 

Bazı meslektaşlarımızın önünü politika rampasına yanaştıralım.

 

Ne de olsa başarılı deneyimlerimiz var bu konuda... Gerçi sonradan gelen haleflerin hiç biri seleflerinin eline su dökemezler, ama olsun. Denedik olmadı, nasip başka zamana. Nasıl olsa TEB merkezine bir daha seçilirler ve nasıl olsa politikaya uzanan platform hazır bekler onları...(Her iki meslektaşım da seçilmiş olsalardı, mevcut seçilenlerden çok daha başarılı olurlardı, buna inanıyorum... her ikisi ile de aynı sofradan tuz ve ekmek yemişliğim vardır)

 

Bu işler ETİK değil mi? Boş verin;yasaya uygun ya bu yeter!!!

 

Sıkıntımızı hala atamadık mı?

 

O zaman hadi bir geziye çıkalım. Bütün sıkıntımızı orada dağıtır, bolca mesleki deneyim ve birikimle döneriz.

 

Hadi bu işe girişelim... de bu geziyi kim finanse edecek?

 

Merkezde para çok. Sözleşme paraları, aidat gelirleri ve başka şeyler. Nasıl olsa eczacılar GAYRIMENKUL TAKSİDİ öder gibi sözleşme ve aidat ücreti ödediler.

 

Çoğu meslektaşımız kirasını, elekrtik-su borcunu ödemekte zorlansa da, sonuçta bu paralar toplandı... Bu paralarla gider Avrupada ilim-irfan öğrenir, gelir mesleğimizi kurtarırız.

 

Ama bilimsel bilgiler ancak bir sistematik ve metodoloji ile elde edilmezler mi? Hem 80-100 kişi ile bilimsel araştırma mı olur? Olur olur...bu işler hangi bilgiyi nasıl ve nerede kullanacağınıza bağlıdır.

 

 

Bir de DEDİKODU var ortalıkta. Güya, bu geziyi İŞBANKASI ve ilaç sanayii finanse edesiymiş!!! Bu doğru mudur? İşbankası destek verdi ise, bunun Yardımlaşma Sandığı ile bir ilişkisi var mıdır? İlaç sanayii neden destek verdi, verdi ise eğer?

 

Nedense akla bir Çin atasözü geliyor: ’’VEREN, ALIR’’

 

Bu gezi ile ilgili tek bir açıklama yapılmadı. Bir sır gibi gizlendi. Soralım: kimler katıldı bu geziye; Allah için biri çıkıp savunsun.

 

Peki ne öğrendik bu gezide,mesleğimizin geleceğini aydınlatan? Boş ver şimdi ne öğrendiğimizi... Sonbaharda TEB seçimleri var; akıllı olmak lazım.

 

Ülkemizde KÖMÜR DEMOKRASİSİ, makarna demokrasisi kurumsallaştı artık. Hatta tüm direnişe rağmen beyaz eşya demokrasisi bile yerleşiyor. Eh bizler akademik eğitim almış bireyleriz, değil mi; bize de GEZİ DEMOKRASİSİ yaraşırdı...

 

Peki bu geziye katılmışların desteği ‘’demokrasinin zaferine’’ yeter mi? Anımsamak lazım... geçen seçimlerde SAĞDUYULU delege YANDAŞ başkanlara rağmen farklı yönde oy kullanmışlardı.... o bakımdan soruyoruz yani...

 

Evet iyi aklımıza geldi. İşi şansa bırakmamak lazım...

 

Nasıl yani? Eylülde FIP kongresi var. Demokrasiyi ulaştıramadığımız başkan ve delegelere bir hamle de o vesile ile yapabiliriz.... İNANIN BU SEFER BAŞARIRIZ...

 

Sahi bu işlere ne kadar para harcanmış olacak yekün olarak? Gezi için 200 bin Euro diye bir rakam söylendi... Kongre için 500 örgüt yöneticisi katılsa,kişi başı 500 Euro+KDV desek....çok para eder. Yani nerden baksan toplamda 500 bin Euro... yani 700-800 bin American Dollars...

 

Peki kongre, üstelik uluslararası bir kongre olmasın mı? Elbette olsun. Ama endazesini yitirmiş bir kaptana hiç bir yönden rüzgar gelmeyeceğini de biliriz...

 

Bir düşünün... 10 yıl önce EGELİ eczacılar, kooperatif çatısı altında, 1 milyon $ para harcayıp, hem de ceplerinden hiç para çıkmadan,uzun vadeli kredi ile Avrupanın en modern ilaç depolarından birini kurdular, İzmir’e. Ülkemiz eczacısı, 700-800bin$ ile Kayseri veya Konya ya da Ankaraya mübalağasız avrupanın en modern ecza deposunu kurabilirlerdi...

 

Bu durum HÜZÜN veriyor insana! Artık ÇÜRÜMENİN eşiğine mi geldik? İnsanlar kolaylıkla ETİK değil ama, YASAL diyebiliyorlar... Siz hiç ‘’bir ülkenin türkülerini yakanlar,yasalarını yapanlardan daha güçlüdürler’’, diye bir laf duydunuz mu?

 

Etik sözcüğü duygu-durumumuzu ifade etmeye yetmiyor... Basbayağı ahlaki bir çürüme sürecidir yaşamakta olduğumuz...

 

Hadi gelin şöyle yapalım: çürümüşlüğe izin vermeyelim. Meslektaşlarımızın kendine yabancılaştırıldıkları dış-atmosferi reddedelim .Sinsi-teslimiyetçi suskunluğu reddedelim...

 

Seçtiklerimiz bizi temsil edemiyorlarsa bunu hemen haykıralım. Orda burda çeşitli vesilelerle yapılan konuşmalar tek tek ele alındıklarında hepsi doğru gibi gözüküyor. Ama ruhunu yitirmiş o konuşmalardan onurlu bir bütün oluşturulamıyor. Ruhunu yitirmiş konuşmalar ‘’temsiliyet’’ özelliği de taşımıyorlar...

 

‘’Yöneticilerimiz’’, her ne vesile ile olursa olsun, yukarıdaki tereddütlerimize yanıt vermeyeceklerse onları asla dinlemeyelim.

 

Konjonktür, TABAN İNSİYATİFİNİN doğrudan müdahalesini gerekli kılar hale gelmiştir...

 

TABAN İNSİYATİFİ nedir? Hergün eczanesine giden, işlerini zor-bela yürütebilen, hastalarına yardımcı olmayı şehvetle seven eczacı demektir. Hiç bir yerlerde hiç bir ŞEY olmayı düşünmeyen eczacı demektir. Kendi kurtuluşunu, başkalarının yaptığı gibi meslek-dışı kulvarda arayan değil, kurtuluşu bizatihi mesleki kazanımda gören eczacıdır.

 

Sivil İnsiyatif kimseden izin almaz ve kimseye hesap vermez... Sadece kendi topluluğunun vicdanına karşı sorumludur ve esasen  GÜCÜNÜ de oradan alır...

 

Yaz geldi... rehavete kapılsak da kapılmasak da HER AN mesleki-ekonomik kayıplarımız sürüyor. VE BU KAYBIN ÖNLENMESİNE, BU KAYBI EN ÇOK YAŞAYANLAR ENGEL OLABİLİRLER...

 

Sivil İnsiyatifin 5 yıldızlı otellerin kongre salonlarında kaybedecek vakti yok... Buna gereksinimleri de yok... Sivil insiyatif, akıl bilgi ve vicdanla hareket eder. Bilgi ise, SİSTEMATİK ve METODOLOJİ demektir.

 

Bu duruş biçimine inanan meslektaşlarımız, şu andan başlamak üzere, ülkemizin her yöresinde OLAĞANÜSTÜ bir tepki ortaya koymalıdır. Seçilmiş tüm meslektaşlarımızı bu mücadeleye tabii kılmaya çalışmalıdırlar. Oda başkanı, yönetim-denetim-onur kurulu üyeleri ile tüm delege arkadaşlarımızın bu duruşu sahiplenmeleri için ikna edilmelidirler. İkna edilmeli, zorlanmalı daha da olmuyorsa TEŞHİR edilmelidirler...

 

Biz bir SEÇİM yapılanmasından bahsetmiyoruz. Esasen bizim kendi adımıza bir kariyer planlamak, yola çıkş tarzımıza da uygun düşmeyecektir. Biz tabandaki eczacıların istemlerinin şekilleneceği bir yapılanamdan bahsediyoruz. Ülkemizde çeşitli dallarda yetenekli onlarca meslektaşımız var; ve bir işi en iyi hangi meslektaşımız yapabilecekse o yapacaktır. Onlar bizim DOĞAL TEMSİLCİLERİMİZ olacaklardır.

 

Eczacılık hareketimiz 70 li yılların sonundan bu yana bu birikime sahiptir. Sivil insiyatifin vizyonu, eczacının şimdiki ve gelecekteki sorunlarına çözüm öneren yaklaşımlardır...

 

Sivil insiyatifin önceliği nelerdir?

 

*Mevcut atmosferin çürümüşlüğü ile kontamine olmuş ve bu kişilik özelliklerini örgütümüze yansıtan unsurların, örgütlerimizden tasfiye edilmesi en acil görevdir.

 

*Gelecekte tehlike olabileceğini varsaydığımız  şeyleri GODO’yu bekler gibi beklemek yerine, muhtemel yeni yapılanmalar için bilimsel çalışmalar yapılmalıdır.

 

*İlaç sanayii vaz geçilmez partnerimizdir. İlişki biçimimiz bir anarşi görünümünden kurtarıp, kurumsallaşmış ve yazılı hale getirilmiş bir düzleme çekilmelidir. Eczacının geleceği İlaç Sanayii genel müdürlerinin keyfiyetine bırakılamaz.

 

*SGK ile Kamu Kurum İskontosu yeniden gündeme taşınmalıdır. Eczacı sermayesini erozyona uğratan bu kayıpların gerçekte SGK’ya da fazla bir şey kazandırmadığı, bu konuda uzman meslektaşlarımız tarafından anlatılmalıdır. SGK ya daha RASYONEL yollar gösterilmelidir.

 

*Hasta katılım payları ve muayene ücretleri sistem üzerinde izlenebilir formatlara taşınmalıdır. Eczacı, gerçekçi bir muhasebeleştirmeyi ancak bu şekilde yapabilecektir. SGK ya bu konuda yine uzman meslektaşlarımız tarafından somut öneriler götürülmelidir.

 

*Eczanelerimizin birinci basamak sağlık birimleri olduğu yasal olarak tescillenmeli ve bu kavramın içi, akademisyen meslektaşlarımız tarafından doldurulmalıdır. ECZACI MESLEK HAKKI bu bağlamda bir dosya olarak sağlık bakalığına sunulmalıdır.

 

*Jenerik ilacı savunmanın, ULUSAL ilaç sanayii oluşturmaya bir katkı sağlamayacağı iyice anlaşılmıştır. Çünkü orijinal ilaç üreticileri aynı zamanda en büyük jenerik ilaç üreticisi konumuna gelmişlerdir. Ayrıca yerli ilaç üreten en büyük firma,hissesinin %60 ının yabancılar tarafından yönetildiğini kendileri ifade etmişlerdir. Jenerik ilaç üreticileri ile ilişki, karşılıklı mutabık kalınan konularda karşılıklı çıkar üzerine kurulu bir ilişki olabilir.

 

*Eczacı, İLAÇ TAKİP SİSTEMİNE karşı değildir. Fakat bu sistemin asıl sahibi Sağlık Bakanlığıdır. Bu nedenle eczacı örgütlerinin bu konunun üzerine atlamaları çok da  anlamlı değildir. Sağlık Bakanlığı, bu konuyu, sektörlerin tamamını kapsayacak şekilde uygulanabilirliği olan bir proje haline getirmelidir.

 

ÜLKEMİZİN HER YANINDAN MESLEKTAŞLARIMIZ!

 

Özellikle eczanelerinde cefakarca çalışan arkadaşlarımızı bu SİVİL DURUŞA destek olmaya çağırıyoruz. Bu duruş, sizin duruşunuzun adıdır. Siz elinizi atmadığınız sürece de bu duruşun başarı şansı olmayacaktır.

 

Hiç kimse bizim kurtarıcımız değil; ve böyle bir arayışın beyhude olduğunu tarih defalarca göstermiştir...

 

Siz irade koyarsanız, BAŞARABİLİRSİNİZ...

 

Sorunlarımız çok mu ağır? Olabilir.

 

‘’Kaderimizi belki değiştiremeyebiliriz; ama, bu ona boyun eğeceğimiz anlamına gelmez’’

 

Ecz.Yakup Ercan

Yercan8@hotmail.com

yakupe@edak.org.tr

 

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat