Bayramlar; umutların tazelendiği, dertlerin, sıkıntıların ve tasaların sonraya ertelendiği, kavuşanların mutlu olduğu, gurbettekilerin ise hasretten içinin burulduğu günlerdir.

 

Eskiden bayram tatilinde sadece “Bayram Gazetesi” çıkar, eski köşe yazarları pazar ve bayram gibi tatil günlerinde ağır konulara girmez, genellikle eğlenceli konular seçerlerdi.

 

Hafta içinde de okuduğum halde “Pazar günü olsa da yazısını okusam” dediğim yazarlar vardı.

 

7 Haziran seçimlerinden sonra hükümet kurulamaması nedeniyle 1 Kasımda yenilenecek olan seçimler arasına Oda seçimleri de girince seçmek, seçilmek ve seçimler konusunda bir yazı yazmayı düşünüyordum ki araya dev, mega, ekstra kıyak 9 günlük tatil girdi.

Ve her mega tatilde olduğu gibi gelenlerin çoğu ödünç ilaç almak isteyen sigortalılardan oluştuğu için eczanelerimiz adeta onlara hizmet vermek için açık kalmış gibi bir hava oluşuyor, iş de az olduğu için eczanede vakit geçmiyor.

 

Ben de boşalmış bir İstanbul’un nöbetinde de vakit geçirmekte zorlanacaklar için eski yazarlara nazire olsun kabilinden gündeme uygun fıkralar paylaşayım, onların yüzünde küçük de olsa bir tebessüm oluşturayım istedim.

Seçimler denilince de hangi seçim olursa olsun aklıma dalkavuk fıkraları gelir.

 

Padişahın biri bir gün kendisine sunulan patlıcan yemeğini çok beğenmiş “Bu patlıcan çok güzel bir sebze, ne yemek yapılsa lezzetli oluyor” deyince, dalkavuk atılmış ve başlamış patlıcanı övmeye “Patlıcan çok özel bir sebzedir, cana can katar, şifadır, şöyle güzel, böyle özeldir” diye övmüş de övmüş...

Padişahın yemeği sevdiğini gören aşçıbaşı ertesi gün yine patlıcanlı bir yemek yapmış ama o gün padişah yemeği hiç beğenmemiş. Padişah “Bu patlıcan da ne lezzetsiz bir sebzeymiş böyle, bir daha önüme getirmeyin” deyince dalkavuk yine atılmış “Bu patlıcan o kadar kötü bir sebzedir ki, yemeği de kendisi de yasaklanmalı...” falan diyerek patlıcanı yermeye başlayınca Padişah bile dayanamamış sormuş: “Sen dün patlıcanı öve öve bitiremiyordun, bugün niye patlıcana düşman kesildin?“

Dalkavuk cevabı yapıştırıvermiş; “Efendim ben sizin dalkavuğunuzum, patlıcanın değil!”

...

Padişah dalkavukluğu, padişahlık kalmadığı için günümüzde Patlıcan dalkavukluğu olarak devam ediyor!!!

...

Dalkavukluk bir kenara, Osmanlı’dan beri en büyük sıkıntı yönetimdeyken farklı, muhalefetteyken farklı konuşmaktan ve sorunlara çözüm odaklı yaklaşmamaktan  kaynaklanıyor.

Yönetimdeki bozulmanın bir yansıması olarak Osmanlı’nın son zamanlarında eskiden idam edilen Sadrazamlar görevden azledilir, padişahın gönlünü yapabilenler tekrar göreve iade edilir olmuş.

Bu şekilde azledilen Sadrazamın biri, o dönemde yayın yapan gazetelerde başlamış “Bu Devlet-i Âli bir gemidir, acemi idareciler yüzünden batıyor” diye eleştiri yapmaya. Bir müddet sonra tekrar Sadrazamlık görevine yeniden getirilmiş. Tüm eleştirileri  bıçak gibi kesilmiş. Tekrar görevden azledilince tekrar “Bu Devlet-i Âli bir gemidir, acemi idareciler yüzünden batıyor”  diye eleştirilerine başlamış.

Yakın arkadaşları dayanamamış “Yahu görevdeyken gemi batıyor demiyorsun da gemiden inince yaygara koparıyorsun, hangisine inanacağız, gemi batıyor mu batmıyor mu?" diye sormuşlar.

Cevap olarak; “Gemiden inince geminin su aldığını görüyorsun, batıyor diye uyarıyorsun. İçinde iken de herkes -500 senedir batmamış bu gemi, sen de bir ucundan tut, gittiği yere kadar gider merak etme batmaz- diyor, sen de onlara uyuyorsun “demiş.

...

Oda seçimi sürecindeki gözlemim; muhalefet de yönetim de artık “Batıyor” diyenlerden oluşuyor ama inşallah geç kalmamışızdır.

...

Kimileri bayram telaşında, kimileri bayramı tatile çevirdi bir yerlere tatile gitti, çeşitli nedenlerle gidemeyenler buruk...

Ama herkesin bayram sonrası ortak derdi ne bayramda nereye gittiği veya ne yaptığı, ne de yapılan oda seçimleri; herkesin ortak derdi geçim.

 

Herkes gemisini yüzdürmek, batırmamak telaşında….

Yöneticiler de yönetime aday olan muhalefet de ağız birliği etmiş olarak aynı yakıcı sorunu tekrar edip edip duruyor ama artık aynı şeyleri tekrar etme değil, harekete geçme zamanı…

Eski küskünlükleri dargınlıkları kaşıyarak büyütmek ya da aynı şeyleri tekrarlamak da fayda etmiyor…

Hani Temel mezar taşına yazdırmış ya ;

“Eleeeyrum eleeeyrum dedum, inanmadinuz!

Haçan ne oldiiii???”

      

Gemi batıyor diye bağırmak ya da inanıp inanmamak değil sorunumuz.

Verilen vaatler yerine getirmek için çalışılacak mı çalışılmayacak mı?

...

Akıl Hastanesinin Başhekimi Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e içki içmeyi yasaklamış,

içerse hayatını kaybedeceğini söylemiş ve Neyzen Tevfik’e, içki içmeyeceğine dair bir de and içirmiş.

Aradan zaman geçmiş, bir yerde içki içerken rastlamış Neyzen’e ve kızgın bir şekilde hatırlatmış: “Hani sen içki içmeyeceğim diye and içmiştin?”

Neyzen mahcup bir edayla cevabı yapıştırmış: “Biz fakir adamız doktor bey; bulunca içki içeriz, bulmayınca da and içeriz…”

İnşallah verilen vaatler bu tarz değildir..

...

Bayram neşeniz bayramdan sonra da devam etsin,

Herkese bayram tadında bir bayram diliyorum.

...

Saygılarımla.

 

 

s.sofugil@eczacininsesi.com   

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat