MUSKA POLİKLİNİKLERİNDEKİ ÇİLEYE KİM DUR DİYECEK !?!

Geçenlerde basına yansıyan bir habere göre etrafı güvenlik kameraları ve dikenli tellerle çevrili bir evde kendini 'şeyh' olarak tanıtan bir kişinin randevulu sistemle günde 300 kişiye muska yaptığı tespit edilmiş.

Fıkra gibi olan haberin içeriği de trajikomik:

Haberin içeriğine göre; eve gelenler kapıdaki görevlinin kestiği fişlerle içeri girebiliyormuş. “Muska Polikliniği” gibi randevulu sistem ile çalışılan eve sabah gelenler kapıdaki görevliden muska yazdırmak için yeşil renkli fiş alıp 500 TL, dua ettirmek isteyenlerin ise beyaz renkli fiş alıp 250 TL ücret ödedikleri belirtilmiş.

Beyaz Fişle içeri girenler genelde öğleden sonra eve gelen muskacıyı görüp sorunlarını anlatıyorlar, evde işi bitenler kâğıda yazılı muskaları karşıdaki işyerinde 30 TL ücret karşılığında demirle kaplatıp ya kendilerinin ya da çocuklarının boyunlarına takıyorlar ve mutlu mesut ayrılıyorlarmış…

Buraya “Muska Polikliniği” dememin sebebi tıpkı ‘Acil Polikliniği’ndeki gibi bu mekanda da “Yeşil Alan” “Sarı Alan” gibi gelenlere triyajla “Yeşil” ya da “Beyaz fiş” vererek sınıflandırma yapılması ve vatandaşın randevulu sistemle sözde hekime (şeyhe) muayene olmayı beklemesi, yani bir nevi maddi manevi hastalıklarına ya da dertlerine deva olunmasını umduğu özel bir mekân olması. Yalnız burada ilginç olan ve dikkat çekilmesi gereken konulardan biri de kimse “Sabah körü geldik, niye bu kadar bekliyoruz?” diye bağırıp çağırmıyor, 300 kişi sıra kavgası yapmıyor ya da oradaki muskacı çalışanlarını darp etmiyor, bağırmıyor çağırmıyor, karakolluk olmuyorlar. Veya  “Bu muskanın içeriği niye böyle, daha önce şu muskayı kullandık onun içinde şöyle yazılıydı, hem bunun hattı rik’a değil sülüs yazılmış, bana dokunmasın sakın?” diye sorgulamıyor.

Paşa paşa sıranın kendisine gelmesini bekliyor, muskayı da kapınca sevinçli bir telaş içinde karşıdaki demirciye kaplatıp kullanıma başlıyor. “30 TL kaplama ücreti de nereden çıktı?” ya da “Muskayı sen mi yazdın ki para istiyorsun” diye demirciye çemkirmiyor hiç kimse…

Sağlık sisteminden umudumu kestim de muska sektörüne yatay geçiş yapacak değilim, aman yanlış anlaşılma olmasın. Ayrıca o sektörün derdi beni hiç germedi ama vatandaşın önemli bir kısmı ya bu tip yerlere ya da etkisi sosyal medyada köpürtülmüş her derde deva mucize şifa veren (!) ürünlere milyonlarca lira akıtıyor…

Bunun en büyük nedeniyse bilimsel doğruların peşinden gitmeyi pek sevmiyor bizim insanımız. Çünkü bilimsel gerçekleri söyleyenlere inanmak ardı sıra birtakım yükümlülükler getirdiğinden zor geliyor. Örneğin diyabet hastasıysa insülin vs. düzenli ilaç kullanmak istemiyor, bir tek ilaçla şıp diye bu hastalığının ortadan kalkmasını istiyor ve bu iddiayla ortaya çıkan şarlatanlara inanmak kolay geliyor, yasal olarak da kimse ciddi anlamda bu sırtlanlara dur demediği için vatandaş  inanmak istediği mucizelere de bilimsel gerçekmiş gibi sımsıkı sarılıyor…

Konuyu sosyologlar benden çok daha iyi izah edebilirler ama burada esas sorun yetkililerin halka şirin gözükmek adına kolaycılığı tercih etmesi ve sağlık sisteminin bütçeye verdiği maddi yükü azaltacak beklentisi ile bilimsel gerçekliğe göre bir davranış ortaya koymaması.

Yoksa bütün bilgi birikimimiz sanki bugün başlamış gibi tarihsel süreçte toplum sağlığı neden ve nasıl bir dönüşüm geçirmiş, sağlık sisteminde zaman içinde nasıl bir gelişim gerçekleşmiş, hiç mi bakılmaz ya da anlatılmaz?

Mesela,

İnsanların doktora ve ilaca yeterince ulaşamadığı, her türlü hastalığında önce muskacılardan şifacılardan medet umduğu, son çare olarak şehirdeki, kasabadaki doktora gittiği 1960 yılında ülkemizdeki ortalama yaşam beklentisi resmi verilere göre 46 yıl.

Evet 50 bile değil, ortalama 46 yıl ömür sürüyordu ülkemizde insanlar.

2020 yılında ülkemizdeki yaşam beklentisi ise ortalama 76 yıl.

Yani, sağlıktaki gelişim olmasıydı 60’lı yıllarda doğanlar bu yazıyı muhtemelen okuyamayacaklardı!

Konu bu kadar net!

Bu sonuç tıp ve eczacılık alanında yaşanan gelişmelerle oldu, insanlar birçok hastalığın tedavisi mümkün olduğu için artık ölmüyor, kullandığı ilaçlarla aldığı tedavilerle daha sağlıklı ve uzun yaşıyor…

Bu gelişim muskalarla, ya da rastgele toplanmış “onun sapını, bunun kökünü” kaynatıp içerek olmadı şüphesiz.

Özellikle son dönemde doğaya dönüş adı altında sözüm ona bitkisel ürün kullanım çılgınlığı başladıktan sonra, aklında bir fikri olan kerameti kendinden menkul tipler her şeye deva diye ürün çıkartıp satmaya başladı. Sosyal medyada da estirilen yalanlarla büyük maddi vurgunlar yapıldı ama sonucunda bu ürünler nedeniyle kaç kişi sağlığını ya da canını kaybetti biliyor muyuz?

Haydi biz bilmiyoruz da yetkililer biliyor mu?

Devlet her şeyi bilmek zorunda değil mi?

İlacın farmakovijilansı var, peki ya Tarım Bakanlığı izinli olan ürünlerin?

Toplum sağlığını koruyan sistem bir günde kurulmadığı gibi halka şirin gözükmek, “Birileri de bu ürünlerden ekmek yesin canım ne olacak” mantığıyla hareket ederek sağlık sisteminin yıkılmasına ya da onarılmaz şekilde zarar görmesine neden olmak bizi bu muskacıların kapısında “Bu bekleme çilesine kim dur diyecek” diye feryat etmek zorunda bırakabilir(!)

Sağlık sistemini korumamız hayati öneme haiz, kimselerin insafına kalmamalı…

Yoksa sistemi yıkmaksa niyet, şairin dediği gibi yıkmak çok kolay, iki tane kazma yeter…

“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen,
İki kazma kürek, iki de ırgat gerek,
Ancak hadi gel yapalım şunu geri desen,
Bir Sinan, bir de Süleyman gerek.”

(Mehmet Akif Ersoy)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat