Uzunca bir süre yazmayınca yazılacak o kadar çok konu birikiyor ki, insan hangi birini yazacağını şaşırıyor. Öyle ki, “onu mu yazayım bunu mu yazayım” ikilemi içinde kıvranıp dururken haftalar gün gibi akıp gidiyor.

         Bu yazıyı kaleme aldığım sıralarda bizim çok sayın yöneticilerimiz güney illerimizden birinde toplantı halinde oldukları için bazı konulara hiç girmeyeyim diyordum ama sosyal medyada “İsterükçü”lerin sayısının gün geçtikçe arttığını gördükçe bir “İstemezükçü” olarak  bazı konuları öncelikli olarak ele alma vakti geldiğini anladım.

         Eczacının Sesi yayın kurulundan bana köşe yazısı yazmam için teklif geldiğinde köşemin adını kendimin belirleyeceği söylendi. Hiç düşünmeden “Ters Köşe” dedim. Zira küçüklüğümden beri hiç bir fikri olduğu gibi kabul etmediğim, önüme konulan her yemeğe hiç sorgusuz sualsiz kaşık sallamadığım, kim yapmış, neyle yapmış, nerede yapmış diye sorguladığım için, çoğunluğun Belgin Doruk’lu Türk filmlerindeki gibi hemen “Evet, evet, evet! Yüz bin kere evet!” dediği her konuda da aynı titizliği ve sorgulamayı yaparım.

         O yüzden de insanların tek bir köşeden baktığı konulara bir de “ters köşe” den bakma alışkanlığım vardır.

         Yetiştiğim mahalle her ne kadar sorgusuz sualsiz inanmak temeli üzerinde yaşasa da aslında bunun mahalle inancının doktrinine de tamamen aykırı olduğunu bildiğimden, her konuda olduğu gibi inanç temeli konusunda da yani, toplum olarak doğru inanıp inanmadığımız konularında da kendimizi sorgulamamız gerektiği yönünde ters köşeden bakma eğilimim vardır.

         Günümüzde “Sorma, sorgulama, düşünme, düşünülmüşü var. Sadece itaat et! Gerçek ve tek emir bu!” diye toplumsal afyonlama uygulansa da “Oku” emrine aykırı hiç bir emri takmam, o tarz telkinlere kulak asmam.

         Çünkü “Oku” emrini veren; hiç sorgulamadan annelerinin babalarının inancı üzerine yaşayanların dahi yanlışta olduklarını, Güneş’i Ay’ı sorgulayan , kendine bile hayrı olmayan putların ilah olamayacağı gerçeğini görüp onları kıran “İbrahim” gibi, aklımıza ve vicdanımıza yerleştirilmeye çalışan putları kırmamızı emreder.

         “6666 Ayeti okudum, nerede bu senin dediklerin” diyen eçhelin aslında “okudum ve senden daha iyi biliyorum” dediği kitabın gerçekte kaç ayet olduğunu dahi bilmediğini, bir kere bile mealinin tamamını okumadığını bildiğimden de oralardan gelen bilgilere de ters köşeden yaklaşırım hep.

         Söylediği şeyin kaynağını sorar, yoksa getirilen bilgiyi “İstemezük” lazım değil der ve reddederim.

         ...

         Diğer yandan, tüm dogmaları reddetmesi gerekenlerin kendi dogmalarına sımsıkı sarılmış olmaları da ayrı bir hayret konusudur benim için. Dogmalara karşı doğmuş bir mahallenin dogmalarla yaşamına hayret ediyor insan! Zira Marx bile ’Manifesto’nun bir dogma olmadığını, çağın şartlarına ve gelişmelerine göre güncellenmesi gerektiğini söylemiş olmasına rağmen, günümüzde tüm dünyada “Manifesto” adeta bir dogma gibi kutsanmış durumda, “sınıf teorisi”nin uluslararası etkisinin üstüne şimdiki neslin deyimiyle “bi tık” bile çıkılamadı.

         İşte bu yüzden de ortada dolaşan, dayatılan sosyal mühendislik kokan diyalektik olmayan bilgiye de her zaman “istemezük” derim.

         ...

         İstemezükçü’nün itirazı dedik ya.

         İlk itirazım:

         “Eczacıların eğitilmeye ihtiyacı var, eczacılar astım ilaçlarının kullanışını bilmiyor” tarzındaki ezik, mesleki yeterliliğimizi sıfırlayan söyleme.

         Çünkü siz; “meslektaşlarım yetersiz” derseniz yetkinliğini de sorgulatmış, tartışmaya açmış olursunuz ki devamı mesleğin sorgulanmasına gider.

         Siz kendi eczanenizde astım ilaçlarının yerini dahi bilmiyor olabilirsiniz ama inanın bir çok hekim astım ilacını -kendi kullansa dahi- doğru kullanmayı bilmiyor.

         Tüm dünyada en çok yanlış kullanılan ilaç gurubudur astım ilaçları, sadece bizde değil sizin anlayacağınız.

         Ama ne bizde ne de dünyada hiç bir tabip odasının ya da birliklerinin bu tarz bir açıklamasına şahit olmazsınız, olamazsınız.

         Hiçbir meslek gurubu kendini böyle ezdirmez!

         ...

         Bu yaklaşıma hayır diyen halen üniversite öğrencisi olan ben “İstemezükçü”; her zaman her eğitime evet derim ama kimse kusura bakmasın bu şekilde başlayan bir eğitimin hiç bir yerinde olmam, olamam!

         Zira üzerinde “eczacı” unvanı yazan diplomamı sokakta bulmadım, ağaçtan toplamadım, bu eğitimi verenlerin yıldızlı onayına sunmamı gerektirecek bir bilgi eksikliğine de sahip değilim !

         ...

         İkinci itirazım;

         “Bu bilgi eksikliğimizi giderelim, kendimizi eğitelim, ondan sonra meslek hakkı istemeye yüzümüz olsun” tarzındaki akıl tutulmasına...

         2004 yılından itibaren ilaçta fiyatlandırma yöntemi yıkılıp sil baştan yeniden inşa edildi. Artık ciroya bağlı olan eczacı karıyla eczacıların yaşamlarını sürdürmesi mümkün değil. Daha somut bir örnekle ifade edeyim;

         2005 Yılında asgari ücret 350 TL iken 2016 yılında 1300 TL’ye çıktı ama

         Plavix tablet 97 TL’den 22 TL’ye,

         Co-Diovan tabletin fiyatı 35 TL’den 9 TL’ye düştü.

         Elektrik , yeme-içme , ulaşım giderleri 4 kat arttı.

         ...

         Giderlerimiz 4 kat artarken cirolar 4 kat azaldı.

         Yani; 2005 yılındaki aynı ciroyu yakalamamız için 4 kat fazla ilaç satmamız lazım, aynı kazancı yakalamamız için de 4 kat arttırdığımız satışı bir 4 kat daha arttırmamız lazım!

         Senin anlayacağın “İsterükçü” meslektaşım;

         2005 yılındaki kutu satışının 8 katına çıkarsan 2005 yılındaki kazancına ancak ulaşıyorsun.

         ...

         Her zaman ve her konuda olduğu gibi kendimiz icat etmediğimiz , 2004 yılında dışarıdan aldığımız kademeli karlılık sisteminin uygulandığı her ülkede eczacı meslek hakkı var!

         Ayrılmaz bir bütün.

         Hukukta buna “Mütemmim cüz” deniyor.

         Gözlük camı ve çerçevesi “gözlük” olması için nasıl ayrılmaz bir bütün ise bu da öyle.

         Hiçbir şarta şurta bağlı değil.

         Sen biz eczane sahibi eczacı olarak hak etmeliyiz diyorsun ya, kademeli eczacı karlılığı uygulanan İngiltere’deki zincir eczaneler bile şirket olarak geçenlerde meslek hakkının azlığından şikayet etti (!!!)

         Yani kademeli eczacı karlılığı sistemi, zincir de olsa meslek hakkı olmadan yürümüyor !

         Biz ise zoru değil neredeyse eczanelerimizde imkansızı başarıp ayakta kalmaya çalışırken, yıllardır talep edilen ve artık yavaş yavaş gündeme gelen konuyu “Daha eğitilmemiz lazım” deyip kendi elimizle erteletiyoruz.

         ...

         Gel de “İsterük” de!

         ...

         Saygılarımla...

        

          s.sofugil@eczacininsesi.com        

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat