Emekli Sandığı ödemesi geldiğinde sevinerek bankaya gidilen dönemi yaşayan biri olarak, başlıktaki aylık kısır döngüyü sanki hep böyle yaşanırmış sanan, özellikle son on yıl içinde eczane açmış meslektaşlarım için konuyu biraz açayım. Eskiler için de nostalji olsun:

Eskiden Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK ayrı kurumlar olduğu gibi bir de Maliye’ye ve Askeriye’ye bağlı kurumlar vardı. Eczaneler bunlarla ayrı ayrı sözleşme yapar, her birinin ödemelerini ayrı ayrı alırdı. Çoğunluk; Emekli Sandığı ile anlaşmalı olduğu için diğer kurumlarla anlaşmaları da olsa, Emekli Sandığı’ndan gelen para o ayki ödemelerine yettiği gibi, üste para bile kalırdı. Bu sayede de; Bağ-Kur’dan ödeme gecikse de, Maliye’de ödenek bitmiş olsa da çeklerini rahat rahat öder, kredi nereden alınır, nasıl kullanılır gibi tanımları hiç bilmezlerdi...

     Masal gibi değil mi???

Oysa şimdi bütün kurumlar birleşti, SGK adı altında tek kurum oldu,herkes eskiye göre çok daha fazla reçete yapıyor ama gelen para çekleri ödemeye yetmiyor. Başlangıçta herkes kıyıya köşeye ayırdığı birikimlerini eczanelerine sermaye olarak aktardı, yetmedi, ufak tefek banka kredileri ile açıklarını kapatmaya çalıştı, aile büyüklerinden, eşlerinden maddi destek aldılar; baktılar olmuyor, arabalarını evlerini satmaya başladılar, o da yetmemeye başlayınca iyice kredi sarmalına, borç batağına girdiler. Sonuçta borçla borç ödemeye çalışan, gelen ödeme ile kredili mevduat hesabı toplamının, çeklerinin ödemesini karşıladığına sevinen, yeni ve düşük faizli kredi arayan bir meslek grubu haline geldi ve işin en kötü tarafı da herkes bu durumu kanıksadı. 2005 yılından bu yana Türk Eczacılar Birliği Yardımlaşma Sandığı’ndan kullanılan kredi miktarı neredeyse 20 kat arttı, sadece bu krediyi kullanan eczacıların sayısı tüm eczacıların yüzde 70’inden fazla oldu. Bankalardan kullanılan ve hala kullanılmaya devam edilen kredi miktarı da herkesin kendi bilgisinde olduğu için hesaplanamıyor, ama herkes hiçbir şey olmamış gibi günlük yaşantısına devam ediyor, etmeye çalışıyor.

Kimse de kalkıp “Arkadaşlar, bu gidiş, gidiş değil” demiyor, içinde bulunduğu ayı kurtaran, “Önümüzdeki aya Allah kerim!” diyerek, konumu, iş hacmi, kiracı olmaması vb. gibi nedenlerle zarar etmeyen, aileden varlıklı, eczaneden gelir beklentisi olmayanlara bakarak “Acaba ben de mi hata var?” diye düşünüyor, Godot’yu bekler gibi, bu işlerin kendiliğinden düzelmesini bekleyerek, günlük koşuşturma içinde kaybolup gidiyor.

Emekli Sandığı döneminden SGK’ya geçişte yaşadığımız ekonomik daralmayı İbn-i Haldun’un “İnsan; kıtlık zamanı açlıktan ölmez, onu bolluk zamanı alıştığı tokluk ölüdürür”  sözünü canlı canlı yaşayarak anlıyor ve öğreniyoruz adeta... SGK’ya geçiş süreci öncesinde üst ve orta gelir grubundayken şimdi alt gelir grubuna dahil olduk ama insan sosyal statüsündeki değişikliği gelirindeki değişiklikten çok sonra fark ettiği için hala farkı fark edememiş durumda bir çoğumuz. Onun içindir ki, hala gelen parayla ödeme arasındaki farkın nedenini bulamıyor, düşük faizli uzun vadeli kredilerle adeta cihaza bağlı hastalar gibi yaşam mücadelesi vermeye devam ediyor, ve buna da şükür diyoruz.

Alımlarına ne kadar dikkat ederse etsin, ne kadar MF alırsa alsın, özellikle büyük şehirlerde minimum yüzde 12 si sabit işletme giderini karşılayan eczane karlılığından geriye kalan oranla hiçbir eczanenin ekonomik açıdan faaliyetini sürdürmesi artık mümkün değil.

Bunu artık net bir şekilde ortaya koymamız lazım.

     “Eczacılar çok kazandı, kazanıyor, ne fiyat artışı, ne meslek hakkı?” vb. söylemlerle senelerdir lafı ağzımıza tıkıştırıyorlar. Ters köşeden bakalım, eczacılar çok mu kazandı ve kazanıyor?

Eskiden 70 TL’ye antibiyotik, 100 TL’ye antikoagülan satılan eczanelerimizde artık satılan ilaçların %73’ü 10 TL ve altında olan ilaçlar. Yani günde yüz kutu ilaç satsanız bunların 73’ünden elde edeceğiniz nakit kabaca ortalama 350-400 TL’dir. Eczanenize kalan kar brüt olarak da en fazla 100 TL’dir. Sabit işletme giderlerinizi, diğer giderleri vergileri vs. düştükten sonra taş çatlasa 30-40 TL kalır elinize. Eskiden ise ilaç fiyatları enflasyonist ortamda devletin resmi verilerine göre enflasyon oranına yakın olarak artıyordu, bir sene %10 kadar fazla artmıştı sadece. Dolayısıyla  sürşarj ile eczacılar çok para kazanmıyor, enflasyonun olumsuz etkisinden korunuyordu. Haksız ve fahiş bir kazanç yoktu ama eczacıların sürşarj yapması ekstra kazanç olarak belleklere kazındı, algı o yönde oluştu. Nereden bakarsanız, nasıl hesaplarsanız hesaplayın eczacılar hep belli oranda para kazandı.

Eczacılık yapmıyor olsaydınız, mesela çaycılık yapıyor olsaydınız hesap nasıl olurdu?  1 kilo çayın en iyisini kullansanız maliyeti en fazla 20 TL’dir. 1 kilo çaydan 500 bardak çay çıkar, tüpüydü suyuydu vs. diğer masrafları abartarak üzerine ekleseniz 500 bardak çayın maliyeti en fazla 100 TL’dir. İstanbul’da çayın bardağı 1TL’den satılıyor, 500 bardak çaydan  elde edilecek hasılat 500 TL, düşün maliyeti ; geriye kalan kar net 400 TL ! Ehli keyif bir çaycı olsanız, ayda 20 gün çalışsanız aylık net geliriniz 8.000 TL olur. Hangi eczacı ayda 8.000 TL kazanıyor artık?

“Çaycıyla biz bir miyiz?” diyenler olabilir. Evet değiliz, açık çay yerine demli çay içersek en fazla uykumuz kaçar, ama biz hastaya dozu fazla verirsek???

Mesleki şovenizm yapmak, başka meslekleri, hele hele emeği küçümsemek değil maksadım. Ama bizim de sadece “Para üstü veren” bir meslek olmadığımızı, doğru ilacı, doğru dozda, doğru şekilde kullanmasını sağlayacak şekilde hastaya ulaştırmak için bilgimizi ve emeğimizi sermayemizle birlikte ortaya koyduğumuzu da yüksek sesle dillendirelim artık.

     Yeter artık bu ağır başlılık !

Yıllardır depoların stoklarında oluşan zararı karşılamak için cuma günü yapılan fiyat düşüşlerinden oluşan zararlarımızın karşılanmasını sağlayacak yasal düzenleme yapılmasını yüksek sesle dillendirelim, bugüne kadar yapılanların karşılığı olarak da eczacı kar oranlarında ciddi bir iyileştirme yapılmasını istememiz ise artık olmazsa olmazımız olmalı. Dünyada 11 sene boyunca bedelsiz kamulaştırmaya maruz kalan bir meslek grubu olmamıştır. Dünya tarihinde örneğimiz yok !

     Veee; Dünyada hiçbir hizmet de bedava değildir !

Herhangi bir avukata gitseniz, sadece derdinizi dinlemesi bile ücrete tabidir, ama sadece ülkemizde eczacının verdiği hizmetin bir karşılığı, meslek hakkı bulunmamaktadır. Kaynanasını şikayet eden gelinle, gelinini şikayet eden kaynanalarla yaptığımız sohbetler için değil, kaynanaya astım ilacını verirken, geline kan ilacını nasıl kullanacağını anlatırken mesleki bilgimizi aktardığımız için istiyoruz bunu, öteki topluma hizmet kapsamında sosyal hizmetimize sayılsın, insanlık görevimiz diyelim.

Ama ; bir kutu sakızın 9 TL , bir pet şişe suyun 75 kuruş olduğu yerde; sakızdan ucuz, sudan pahalı ilaçların 73’ünü değil, 173’ünü satsanız sadece mevcut eczacı karıyla bu hizmeti sürdürebilmeniz artık mümkün değil.

Kafayı kuma gömmek çözüm değil, gerçek tüm yakıcılığıyla güneş gibi ortada, eczanelerimiz ekonomik açıdan kavruluyor!

Yok öyle bir şey diyenlere bakmayın, Ülkemizde devalüasyon da yok ama dolar bile 2,50 TL oldu, hala ilaç fiyatının belirlendiği Euro kuru artmadı. Ekonomik kriz de yok ama krizden kıvranan Yunanistan’dan bile %40 daha ucuz ilaç fiyatlarımız.
 
O yok, bu yok diyenleri;

Her şey çok güzelmiş gibi anlatanları duyunca ,
 

Hani ;
Ringde boksör çok kötü dayak yemiş, yüzü gözü dağılmış, gong çalınca köşesine gitmiş, antrenörü “ Çok iyi gidiyorsun, adamı perişan ettin, çok fena dövdün” deyince boksör güçlükle sağ gözünü açarak “ Ben adamı perişan ettim de peki beni kim dövdü?” diye sormuş ya, o hesap;
 
Bu 18 bin eczane niye kredi kullanıyor?

Binlerce eczane icralık oluyor?

Ekranı kapanıyor?

Borcu borçla ödeyip kapatarak düzlüğe çıkmak gibi,

Keynes’i, Smith’i mezarında ters çevirecek yeni iktisat teorisi mi buldular ???

...
 
Gençlerin yeni moda deyimiyle cevap vereyim:
 
He yav, heee, hee !

...

 

Saygılarımla...

 

s.sofugil@eczacininsesi.com

 

 

 

 


Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat