Fikri altyapım oluşmaya başladıktan itibaren çeşitli köşe yazarlarının yazılarını takip etmeye, hele hele bazılarının tatil yazılarını iple çekmeye başlamıştım.

         Zira onlar; kurşun gibi ağır siyasi ve politik ortamda bile, insanların tatil ve bayram günlerinde bir nebze de olsa yüzlerinde tebessüm oluşturmayı, hicvin en ağırını bile kalemin gücü ve yumuşaklığı sayesinde bayram tatlısı kıvamında sunmayı başarıyorlardı.

         Bu yazıyı kaleme almadan önce çok gel gitlerim oldu; bayramlık klavyemi açayım mı, açmayayım mı diye.

         Tam bir başka konu hakkında yazı yazacakken bayram muştusu gibi yeni bir düzenleme yayınlanınca eski üstatların hatırasına hürmeten bayramlık kıssadan hisselere ayırdım bu seferki yazımı.       

Malum her devirde dalkavuklar bu coğrafyada bolca bulunur.

         Yönetici olan herkesin her devirde etrafında bunlardan bulunur, araştırmasına, özel yetiştirmesine gerek yoktur, kendiliğinden bitiverir.

         İşte öyle devirlerin birinde devrin Padişahına aşçıbaşı bir patlıcan yemeği yapmış. Herkes padişah ilk defa sunulan bu yemeği beğenecek mi beğenmeyecek mi bilmediği için onun yemekten sonraki tepkisini beklemiş. Padişah;

         -Bu patlıcan ne güzel bir sebzeymiş, çok enfes lezzeti varmış, yemeği de harika olmuş.

         Diye memnuniyetini ve beğenisini ifade edince dalkavuk başlamış patlıcanın özelliklerini övmeye.

         -Bu patlıcan şöyle güzel bir sebzedir, çok mübarektir, yemeklerinin lezzeti tüm cihanda nam salmıştır...

         Patlıcanı öve öve bitirememiş.

         Neyse aradan bir zaman geçmiş, Padişaha aşçıbaşı başka bir patlıcan yemeği yapıp sunmuş. Padişah yemekten bir kaşık alıp kükremiş:

         -Bu ne lezzetsiz yemektir böyle! Patlıcandan yemek mi olurmuş?

         Diye kızınca dalkavuk başlamış patlıcanı kötülemeye...

         Patlıcanı kötülemede o kadar ileri gitmiş ki Padişah dayanamayıp sormuş:

         -Geçen sefer patlıcanı öve öve bitiremiyordun, ne oldu da şimdi bu kadar kötülüyorsun?

         Dalkavuk en yağdanlık haliyle cevap vermiş:

         -Efendim ben sizin dalkavuğunuzum, patlıcanın değil!

         ...

         Devir o kadar hızla değişti, öyle bir akıl fikir kuraklığı yaşıyoruz ki, dalkavukluk da çok anormal bir evrim geçirdi; hızını alamayıp bazen patlıcanın bile dalkavukluğunu yapanlar çıkıyor.

         ...

         Yöneticilerin seçimi her devirde tartışma konusudur. İyi yönetici seçildi mi, seçilemedi mi? Bizi yönetenler başarılı değil, keşke bunlar seçilmeseydi ve benzeri şikâyetler tarih boyunca her zaman olmuştur.

         Churchill bir gün akıl hastanesini ziyaret ediyormuş. Bir akıl hastasının kendisine çok dikkatli baktığını görmüş.

         -Hayırdır, beni tanımadın mı? Demiş.

         -Hayır, tanımadım, kimsin sen?

         -Ben Yüce İngiliz Kraliçesinin Başbakanıyım.

         Hasta gülmüş:

         -Ben de öyle başlamıştım, sonra buraya getirdiler...

         ...

         Allah kimseye taşıyamayacağı makam ve mevki vermesin.

         Yönetici olmayı bir masaya ilişik sandalyede sessizce oturup, orada yapmadığı itirazı dışarıda yapmak sananlar da var bu coğrafyada.

         ...

         Neyse, kıssalara devam:

         Bir yazılı açıklama üzerine türlü fırtınalar koparıldı, herkes işi gücü bıraktı, adeta memleket meselesi haline getirildi o açıklama. Sonucun ne olacağı, nereye varacağı düşünülmeden öyle bir kötülük yapıldı ki, kazananı yok, kaybedeni çok olacak.

         Umarım yanılırım.

         ...

         Bu coğrafyada yaşamanın çok zor olduğunu herkes söyler ama ne kadar zor olduğunu çoğu kimse bilmez. Çünkü bizde zorunlu dün dersi okullarda okutulmaz.

         Tarihten yaşanmış gerçek bir hikâyeyle kıssaları tamamlayayım:

         Moğol hükümdarı Timur, İran üzerine yürüme kararı almış ve ordusu ile İsfahan şehrini kuşatmıştı.

         Ancak bu kentte ilginç bir olay olmuş, teslim olun teklifi Timur’dan değil, şehrin önde gelenleri tarafından Timur’a yapılmıştı.

         İsfahan’daki yöneticiler ve onu tanıyan kimseler, Timur’un acımasızlığının ne kadar şiddetli olduğunu bildiklerinden, kendilerince bir kurnazlık yaparak böyle bir taktik hamle geliştirmişlerdi.

         Timur bu teklifi kabul etti. Savaş tazminatını tahsil edecek memurlarını ve bir miktar askerini şehirde bırakarak çekildi.

         Timur ve ordusu çekildikten sonra, basiretsiz yöneticilerin organizasyonuyla halk bir gece davullar çalınarak, isyan naraları atarak kent meydanında toplandı. 

         Timur’un şehirde bıraktığı memurları ve askerlerin tamamını öldürdüler.    

         Bu olaydan sonra da Timur’un geri dönüşünü önlemek için kalenin kapılarını kapatarak surlara askerler dikerek kendilerini korumaya aldılar.

         Timur öfkeden deliye dönerek geri döndü. Sandık sandık altın vaadiyle satın aldığı zayıf karakterli bir yöneticinin yardımıyla kale surlarını ve kale kapılarını aşması hiç de zor olmadı.

         Askerlerine de genç yaşlı demeden herkesin kellesini alma emrini verdi.

         Bu emrin ardından şehirde büyük bir katliam yapıldı.

         Timur huzuruna getirilen kellelerden kuleler yaptı.

         Veee en tepeye de sandık sandık altın karşılığı kale kapısını açan yöneticinin kellesini yerleştirdi.

         ...

         Bu coğrafyada yaşamak neden zor?

         Çok açık değil mi?

         ...

         Ama önümüz bayram; içimizi karartma, bayramlık bir şeyler söyle diyenler olabilir.

         Bayramda televizyonlara bir sürü insan çıkacak, kurban nasıl kesilir, hangi hayvanı kesmeli, kesmeyip besleyelim mi diye bolca soru sorup tartışacaklar ama bizim ne yapacağımız hakkında kimse tek kelam etmeyecek ya;

         Hazır yeni Kılavuz da yayınlanmışken öneriyi ben yapayım da bayram bayram kafalar karışmasın:

         Tabelaları indirip, ısı nem cihazına karşı yatırıp kesin, içinden çıkan ledleri de yakındaki bir aktara bağışlayın. Yokluktan kartona “Prostat ilacı gelmiştir” yazıyorlar sevaptır(!)

         ...

         Herkese iyi bayramlar...

 

 s.sofugil@eczacininsesi.com                     

 

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat