Başlığı görünce içinizden “Ne içiyorsan bize de ısmarla” demişsinizdir, biliyorum. Peşinen söyleyeyim, yazıyı yazarken Rize çayından başka bir şey içmiyordum, bildiğiniz Rize çayı... Gerçi hepiniz Rize çayını biliyorsunuzdur ama bilmediğiniz şey dünyanın tepsi gibi düz olduğu (!)

...

“Onu da nereden çıkardın?” diye sormayın. Girin internete, gayet bilimsel açıklamalarla donatılmış videoları izleyin, yıllardır sizden gizlenen gerçekle yüzleşin!

Sakın ha, söylediğim videoları dünya yuvarlak değil diyen Laz amcanın videosu sanmayın. Bu konuda kurulmuş toplulukların hazırladıkları ciddi videolar, siteler var, onları izleyin.

...

Bana hâlâ inanmıyor olabilirsiniz, ama içinizden bazıları yazının sonu gelmeden önce kendini garantiye almak için “Olur mu öyle saçma şey” ya da, “Aslında benim bazı şüphelerim var” diyordur, hatta bazıları “ Ben zaten biliyordum, bilimsel olarak da kanıtlanmış işte” demiştir.

Hangi bilgi doğru ,hangisi yanlış?

...

Yıllardır bize öğretilen dünya yuvarlaktır lafı, bizi kandırmak için mi öğretilmiş,

Nasıl bileceğiz?

...

Aklınızda bunlar gibi deli sorular gezmeye başlamış olabilir.

Şimdiden söyleyeyim internete girip kısa bir araştırma yapsanız şu an “zaten dünya kesin düz kardeşim, niye uzatıyorsun “diye bana çıkışırsınız.

Tabi tabi, hazırlanan videolarda anlatılan olaylar bilimsel verilerle(!) ve gözlemlerle o kadar iyi desteklenmiş ki; aslında dünyamız bildiğiniz düz tepsi gibi bir yer olup, güneş ve ay aslında batmamakta, üzerimizde daire çizerek dönmekte, Antarktika kıtası da aslında dümdüz tepsimizi pardon dünyamızı çevreleyen, giriş çıkışı gizli anlaşmalarla yasaklanmış, 2000 metre yükseklikteki buzdan dağlarla çevrili bir bölge olup, aslında bu gerçek Birleşmiş Milletler Ambleminde de yer almakta, O haritanın aynısı bir düzende olduğumuz resmi belgeyle de teyit edilmektedir(!)

...

İsterseniz sizi daha fazla bilimsel veriye (!) boğup yormadan asıl meseleye geleyim, bu durumun bizimle alakası ne?

Ters köşeden bir bakalım:

Çocukluğumuzda bilgiye ulaşmak o kadar zordu ki, ödev hazırlamak için evde bulunan kaynaklar yetersiz olduğundan, çoğunlukla kütüphaneye ya da ansiklopedileri olan arkadaşların evlerine gider, dersimiz bittiğinde de merak ettiğimiz konu başlıklarını karıştırıp inceler ve mutlu olurduk. Bizim devrin efsanesi, Meydan Larousse ansiklopedisi çok az kişide bulunur, diğer ansiklopedilerden bir set dahi evinizde varsa onun gururunu yaşamak ayrı bir keyif verirdi. Okulda verilen ödevin nasıl yapılacağı konuşulurken arkadaşlarına “Bizim ansikolpedide var bu konu” demenin ayrıcalığı tarif dahi edilemezdi. O derece yani.

...

Ancak teknolojinin dünyayı küçültüp, cebimize cep telefonları sayesinde sokması ve internetin sokakta bile bağlanır olması ile bilgiye ulaşmak o kadar kolaylaştı ki, artık çağımızda bilginin yokluğundan değil, kirliliğinden söz edilir oldu. Yalan yanlış bilgiler o kadar çok ki; yetkinliği meçhul kullanıcıların girdiği, hiçbir yerden teyit edilmemiş bilgilerin yer aldığı, genç neslin adeta kutsal bilgi kaynağı olarak gördüğü “wikipedia” diye bir sanal ansiklopedi bile var. Gençler bir şeye bakacaklarsa, ödev yapacaklarsa ilk önce wikiliyorlar, orada yoksa kesin vardır diye “Ekşi”ye bakıyorlar.

Ekşi?

...

Ekşi Sözlük yani...

Ülkemizde son on yılda hazırlanan ödevlerin %99’unun kaynağı buralar. Başka kaynağa bakmaya, bilginin sağlamasını yapmaya, teyit etmeye ihtiyaç yok çok şükür(!)

...

İnternette olan ve çoğunlukla yanlış, yanlı ya da en iyi ihtimalle eksik bilgi sonrası insanları yanlış yönlendirmek, manipüle etmek o kadar kolay oluyor ki; doğruyu bir daha ne bireylere ne de topluma kabul ettirmek mümkün olmuyor.

Son günlerde dikkatimi çeken şey ve yazının asıl konusu olan ise internet üzerinden bitkisel ürün satışı yapan firmaların sayısında yaşanan artış.

Özellikle de başka hiçbir yerde satışı olmayan, çok özel ve egzotik ortamda yetişen, adını sanını fakültede bile duymadığımız şifa kaynağı bitkilerden elde edilen kapsüller, içilecek tozlar öyle şifalı, öyle şifalı ki, özel olarak açılmış internet sayfasında dünyaca ünlü ama nedense bizim tanımadığımız yerli ve yabancı doktorlar bu ürünleri öve öve bitiremiyor.

Hastalar before-after fotoğrafları gönderirken internet sitesinin sunucusu kilitlenmiş adeta, o kadar çok hasta memnuniyeti ve yorum var ki, anlatamam.

Yalnız sitede ne bir adres, ne de bir firma adı var. Tek bir iletişim numarası var o da sabit hat değil, cep telefonu.

Ürünü alana kadar defalarca görüşen ve ikna olan, kapıda ödeme yöntemiyle aldığı ürünü kullandığı halde hiç de memnun kalmayan kişi o telefona bir daha ulaşamıyor. Kandırıldığımızı kabullenmeyi sevmeyen bir millet olduğumuz için de insanımızın tamamına yakını sineye çekiyor.

Milletin utanması, kazıklanması falan değil de; bu ürünlerden ölen, kalan, hastalanan sayısını biliyor muyuz ?

Bilmiyoruz...

...

Ama hâlâ geleneksel tedavi yöntemlerini , daha doğrusu gelenekleri koruyacağız, muhafaza edeceğiz diye bu konulara neşter vurmaktan çekiniliyor.

En tehlikelisi de, cehalete maddi menfaat karşılığı göz yumulması...

“Bizim hayırsız yeğen alsın satsın, eli ekmek tutsun, nasılsa bitkisel zararsız” mantığındaki kasaba politikacısı anlayışına çanak tutan bürokrasi de çok büyük vebal altına girdiğinin farkında mı, bilmiyorum.

Gelenek; geçmişten gelene ek yaparak olur, yoksa gelenek olmaz,

Gelişme olmaz,

Medeniyet ilerlemez...

...

“Bin yıl önce dünyanın ilk rasathanesini biz kurduk, Semerkant’taki, Bağdat’taki seviyeye ulaşmaları asırlar sürdü, batı her şeyi bizden aldı” diye kuru kuru övünmekle dünya tepsi gibi düz diyenlere cevap verilemiyor maalesef.

Böyle olunca da vardığımız nokta;

“Hee, bizim laz amca onlardan önce söylediydi. Yuutupta var, düz zaten!”

...     

s.sofugil@eczacininsesi.com 

        

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat