Muazzez Abacı’nın söylediği şarkıdaki “...Ben de bir zamanlar sevmiştim ama, seninki düpedüz vurgun sayılır...” sözleri her ne kadar bir aşığın sitemini anlatsa da, bizim son on yıldır bu dönüşüm sürecinde yaşadığımız hayal kırıklığını da bir nevi yansıttığını düşünüyorum.

Öyle ya; tekrar En Büyük Başkan olmak için ısınma turlarına başlayan eski mebus, yeni En Büyük Başkan aday adayımız, bize elini cebine vurarak “cepleriniz para dolacak” diye yeni süreci öyle bir sevdirmişti, öyle bir sevdirmişti ki, nedense o günlere bugünden bakış atınca aklıma bu şarkı geliverdi.

 

Vurgun, soygun vb. kelimeler denilince şarkıdakinin aksine aklımıza çeşitli hırsızlık yöntemleri gelir. Büyükşehirde yetişen biri olarak Anadolu’da yetişenlerin aksine hırsızlık yöntemlerinin sadece değerli bir şeyi her kesin gözü önünde çalmak olmadığını yaşadığımız acı tecrübelerden, yakınlarımızdan ya da çevremizden duyduğumuz olaylardan bildiğimiz için daha duyarlıyızdır.

 

Mesela, arka cebimizde para cüzdanı varsa, yere düşen içi para dolu görünümlü zarfı almak için eğildiğimizde cüzdanımızın gideceğini bilir, görmezden gelip yolumuza devam ederiz. Çünkü buna hırsızlık dilinde “zarf atmak” denildiğini biliriz.

Hiç unutmam; çocukken bayram harçlıklarımızı alıp arkadaşlarla gittiğimiz lunaparkta iki bilet almak için verdiğimiz 10 TL’nin üzeri olarak gözümüzün önünde saydığı 8TL’nin aslında 7 TL olduğunu fark edip geri verdiğimiz gişedeki adam, verdiğimiz 7 TL’yi gözümüzün önünde sayıp, üzerine 1 TL ekleyip geri verdiğinde tekrar saymıştık da 6 TL olduğunu hayretler içinde görmüştük. Bizi kandırmayacağını anlayınca parayı son kez sayıp geri vermişti ama “tırnakçılık” olayını bizzat yaşayarak o yaşta öğrenmiştik. Anadolu’da saydım dediyse karşıdaki, para saymadan cebe atılır ama, biz yolda bulsak bile onun için tekrar tekrar sayarız.

Bir de yaşamadığım, şahit olmadığım başka bir yöntem var ki ona da “pislikçilik” deniyor. Onda da çarpılacak adamın üzerine pislik atılıyor, temizleme bahanesiyle elbisesine müdahale edilirken cebinden cüzdanı çekiliyormuş. Bu yüzden de kaldırımda yanımıza çaprazdan kararlı şekilde yaklaşan, bizimle konuşmak isteyen hiç kimseyle muhatap olmaz, onun konuşmalarına işitme engelliymiş gibi hiçbir tepki vermeden yolumuza devam ederiz.

“Hayırdır? Meslekten ümidini kestin, İstiklal Caddesinde işe mi çıkacaksın?” ya da  “Bu anlattıklarının yaşadıklarımızla ne alakası var?” demeyin. Ne alakası var? Ters köşeden bakalım:

Fiyatlar düşecek, Kamuya iskonto yapacaksınız ama 30 milyon yeni müşteriniz olacak, çok para kazanacaksınız diye atılan zarfa başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere büyükşehirlerin başkanları aman kanmayın dediği halde Anadolu’nun büyük çoğunluğu bunun boş bir vesvese olduğunu söylemişti. En Büyük Başkan da zarfa dikkat diyenlere kızmıştı, hesap kitap bilmiyorlar diye de sonuçta hepimiz o zarfı almak için eğilmiştik!!!

 

Daha fazla kazanmak için, daha fazla çalışanlara da “Senin verdiğin bu kutu sahte, küpür sahte” vs. diye pislikler atılmaya başlayınca herkes “Pislikse zaten temizlenir” diye kendi işine gücüne baktı, ta ki sıra kendine gelene kadar. Baktı ki o pislik temizlenirken vade farkı, faiz, ceza olarak cebindeki de gidiyor, o zaman anlamaya başladı büyükşehir başkanlarının uyarılarını ama, geri dönülemez bir döngünün içine girmişti bir kere.

Bir de aslında iki liralık kesintinin tırnaklama (pardon) örnekleme ile iki yüz elli lira olarak kendine verilen paradan yapıldığını görünce Cem Yılmaz’ın deyimiyle ışığı gördü ama, ne fayda!

Bu süreçte büyükşehirler hep uyarmaya çalıştı ama pek kulak asılmadı onların uyarılarına. Hatta sesleri kısılmak bile istendi, kısıldı da. Oysa hep haklı çıktılar. Onun için ben hep özellikle üç büyük şehrin başkanları ne söylüyor ona bakarım, çünkü onlar önümüze konulanı allayıp pullamak yerine tehlikeleri sezinler, ona dikkat çekerler.

Diğerleri çoğunlukla allayıp pullamaya gerçek sanıp inandıklarından, seçilmeyi garantilemek için yapılan eylem, kepenk tantanacılığına kapıldı. 30 bin gittiği yerde Timur’un karşısındaki Nasrettin Hoca konumuna düştüğünü görünce yorganı kaptırdığını fark ettiler, iyi niyetlerinin kurbanı oldular, ne de olsa söze inanan bir kültürden geliyorlardı, kandırıldılar.

Herkes zararı fark etti de, bunun tam olarak nasıl olduğunu hala tam olarak anlayamadı.

 

Özellikle son beş senedir çok ciro yapan da, az ciro yapan da zarar ediyor, ödemelerini karşılayamıyor. Buna da kimse bir açıklama yapamıyor, herkes kuyruğu dik tutma derdinde. 

Hadi küçük ciroları anladık da büyük cirolar nasıl zarar eder demeyin. Nasıl oluyor gelin bir bakalım:

2011 yılında bize 15.511 Milyon TL ödenmişken 2012 yılında %14,4 düşüşle 13.285 Milyon TL ödendi.

Yani çok kaba bir hesapla rafımızdakilerin değeri diğer yılları saymasak bile sadece 2012 yılında %14,4 düştü. Yüzde 10 yıllık enflasyonu da hesaba katarsak 2012 yılında yaklaşık % 25 zararla çalıştık.

Aldık, sattık %25 zarar ettik.

Başka hiçbir sektörde böyle zarar yaşanmadı. Ama biz zararımızı bile fark edemedik. Çünkü farkın niye çıktığını, muayeneyi kimin yaptığını anlatmaya çalışıyorduk.

Fark edenler de bu zarardan nasılsa kurtuluruz diyerek birikimlerini kullandı, arabamızı evimizi sattık, baktık yine yetmiyor. Önümüzdeki sene toparlarız dedik. Ama 2013 yılında bize 2011 yılından yine az ödeme yapıldı: 14.631 Milyon TL.

Yine devam ettik, belki ödenen miktar iyileştirilir diye ama 2014 yılında bize 15.335 milyon TL ödendi. Geçen sene hepimiz full çalıştık, ama yine de 2011 yılındaki ciroyu yakalayamadık. Artış olmadı, illa ki artış bulmak istersek takvimi 2010 yılından başlatmamız lazım.

Takvimle oynasak bile 2010 yılından bu yana kurum ciromuzda toplam artış % 1,6! Yani istatistik bilimi açısından bakarsak, %1-2’lik oran, hata payı olarak kabul edilen bir oran olarak görüldüğünden neredeyse sıfır!

Bu yüzden de son beş senede enflasyon karşısında kurum yaparken en az %50 eridik, zarar ettik.

Basitçe hesabı ortaya koyarsak; 2010 yılında 100TL ciro yapanların 12TL gideri varken 2014 yılında en az 18 TL gideri oldu. Çünkü kirası arttı, personele verdiği maaş arttı, sigortası vs.... her türlü gideri arttı.

Gelirinin artması için ne olması lazım? Cirosunun artması, o arttı mı?

Hayır!

O zaman; büyük cirolar yapanların (100 TL ciro yaptığını düşünsek) en fazla 15 TL brüt kar yaptığı bir ortamda 18 TL masrafı karşılayamamasından daha doğal ne olabilir? Küçük cirolular zaten zararda, hesap kitaba bile gerek yok!

...

Eee, ne yapacağız?

 

Önümüzde yine bir zarf hazırlığı var, öncelikle buna karşı duyarlı ve dikkatli olmamız gerekiyor.

Bunun için de ne istediğimizi net bir şekilde ortaya koymalıyız.

Birinci olarak; sektörün sağlıklı bir şekilde devamı için döviz kurunun, hiçbir bahanenin ardına saklanılmadan güncellenmesi lazım. Özellere ödenen para 2010’dan bu yana 3-4 kat artmışken “Size kaynak bulamayız” gibi gerekçeler kabul edilmemeli, “Onlara nasıl bulduysanız bize de bulun” denilmeli ki; bulunamayacak bir kaynak yoktur, yeter ki doğru yere bakılsın.

 

İkinci olarak; bizim dışımızdan satışın her kanaldan geri alınması lazım. Kendiniz 1.242 milyon TL Ciro yaparken, bize 750 milyon TL’lik kaynak için uğraştığınızı söylemeniz, destek istemeniz, -haberiniz olsun- masanın karşı tarafında hesap kitaptan anlayan uzmanlar var, inandırıcı olmaz. Talebin revize edilmesi gerekir.

Diğer taraftan; meslek hakkı da artık yüksek perdeden dillendirilmeli ki, cirodan ayrı bir şekilde emeğimizin karşılığı da artık alınsın, yaşayacak kadar nefes alabilelim.

...

Destek ne olacak demeyin, tamam; hep destek, tam destek de, neye destek istendiğini de bir bilsek!

...

90’lı yılların bir boş boğazlığı vardı. Biri kendince bir iş başarmış olmak için arkadaşına gider “Sana bir masal anlatayım mı” diye sorardı. Anlat deyince “Anlat demekle olmaz, sana bir masal anlatayım mı" diye devam eden bitmeyen bir muhabbete karşısındakini mahkûm ederdi.

O hesap;

“Destek ol demekle destek olmaz” absürt kısır döngüsüne bizi sokmadan neye destek olacağımızı söyleyecek misiniz? Söylemezseniz oluşacak “tantana” içinde çarpılmanız söz konusu da!

Biz her şeyi biliyoruz, tedbirliyiz, tehlikeler görüyoruz falan demeyin. Bugüne kadar onları göremediğiniz ortada. Bari bugüne kadar görmezden duymazdan geldiğiniz büyükşehir başkanlarını dinleyin de “tantana”ya kurban olmaktan kurtulun.

Yoksa;

Sonbaharda bu sonuçlar “düpedüz vurgun sayılır” şarkısını single olarak söyleyip durursunuz.

...

Saygılarımla...

 

 

s.sofugil@eczacininsesi.com

 

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat