Yazın rehaveti, araya giren bir takım aksilikler ile yeni yönetmelik taslağı çalışmaları yüzünden yazılacak o kadar konu birikti ki, kafamda bitmiş yazıları bir türlü kağıda dökme fırsatı bulamadım. “Yazacak konusu bitti herhalde, oh be rahatız” diye düşünenler olmuş olabilir ama aksine hangi konuyu öne alsam diye kaç gündür düşünmekten yazamadım. Yazıların hepsi kısa devre yaptıracak kadar voltajı yüksek konulara sahip.

O konuları bir sonraki yazıya saklayayım, mevsim yaz olduğu için daha light bir konuyla başlayayım dedim.

Hepiniz bilirsiniz; edebiyatımızda destanlar, methiyeler, mersiyeler olduğu gibi şikayetnameler de vardır. Beni en etkileyen şikayetname ise Şeyhî’nin “Hârname”sidir.

"Bir eşek var idi zaif-ü nizar" diye başlayan şiirde Şeyhî yaşadığı hayattan sıkılan ve yorulan bir eşeğin ineklere özenmesi ve onlar gibi bir hayat yaşamak istemesi üzerine başına gelenleri anlatır.

Hikayedeki eşek; sürekli ağır işlere koşulmakta, sırtı yara bere içinde kalmakta, doğru dürüst beslenememektedir. Bir gün sahibi ona acır, üzerinden semerini alır ve salıverir.  Gezerken öküzlerin özgür bir şekilde yaşamasına, dilediği yerde otlamasına, rahatlıktan semirmelerine şaşırır. Kılını çeksen yağı damlayacak kadar semiz olduklarını görür.

Bir devlet tacı gibi gördüğü öküzlerin boynuzlarına da hayran kalır. Üstelik yularları ve palanları da yoktur.

Bu duruma şaşırır ve kendi yaşadığı hayatı hayal ederek düşünür. Yaratılışta eşit oldukları halde, kendisinin boynuzdan mahrum olmasını anlamsız ve haksız bulur. Bu derdini eşeklerin pirine açar. Eşeklerin piri kendisine şu cevabı verir: “Bu işin aslı basittir. Öküzler gece gündüz buğday üretimi için çalışır, çok yararlı hayvanlardır. Başlarında devlet tacı (boynuz) olması bu yüzdendir. Halbuki biz basit iş yaparız, sadece odun taşırız. Bunu göz önünde bulundurursan bize değil boynuz, kuyruk ve kulağın da fazla olduğunu anlarsın” der.

Eşek bu öğüde pek kulak asmaz, ben de yapabilirim diye düşünür, yürürken bir tarla görür ve bugün ben de arpa buğday işine başlayayım der, bütün ekini gözü dönmüş bir şekilde yer bitirir. Öyle ki tarlada artık kara toprak gözükmektedir. Karnının doymuş olmasının verdiği keyifle tarlada yuvarlanmaya ve şarkılar söylemeye başlar. Eşeğin anırmasını duyan tarla sahibi gelir ve eşeğin yaptıklarını görünce onu bir güzel döver. Hırsını alamayıp bir de kulaklarını ve kuyruğunu keser. Zavallı eşek can acısıyla kaçarken yolda yine eşeklerin pirine rastlar, pir eşek ne olduğunu sorar. O da;

“Batıl isteyü haktan ayrıldım, boynuz umdum kulaktan ayrıldım” der.

...

Şimdi bunu niye anlattın durduk yerde diye sorabilirsiniz. Eşeklerin ve öküzlerin bizle ne alakası var? Ters köşeden bakalım;

Çok yakınımda olan ve yakından tanıdığım birisinin faturası örneklemeye giriyor ve örnekleme sonucu oluşan kesinti oranı çok yüksek olunca mecburen faturanın tamamının incelenmesini istiyor. Telefonda “Büyük reçeteleriniz var, inşallah başka hatalarınız çıkmaz” şeklindeki temenninin de uyarı olduğunu anlamıyor iyi niyetle teşekkür ediyor garibim(!). Çünkü düzgün çalışan birisi, olsa olsa eksik ya da hata olur, onlar da düzeltilir, bu kadar büyük bir kesinti olmaz, haksızlığa da uğramamış olurum diye düşünüyor.

Bu düşüncelerle de doğal olarak faturanın tamamının incelenmesini istiyor. Zira kuruş kuruş kazandığı parayı iki bin liralık kesinti olarak sokağa atacak hali yok, zaten gelen para hepimizinki gibi depo ödemesine bile yetmiyor. Yani aslında kendinde kalmayacak paranın kesilmemesi için uğraşıyor.

Neyse, faturanın tamamı inceleniyor ve oluşan kesinti ve iade toplamı garip bir şekilde örnekleme sonucu oluşan tutara yakın çıkıyor. Bakıyor, olmaması gereken büyük bir kesinti var, onun düzeltilmesi için uğraşıyor, bu sırada ödemesi muhasebeleşmiyor, gecikmesin diye tekrar uğraşıyor vs. vs...

Yaşananların detayı “Neden TEİS’li olmalı” başlıklı ayrı bir yazı konusu olacak kadar uzun.

...

Şimdiii,

Örneklemeye itiraz olmasın diye kitabın en derininden zorlama yorumlarla kesintinin arttırılmaya çalışılıp çalışılmadığını, öyle bir niyetin olup olmadığını bilmiyorum.

Ama benim bildiğim tek şey; gerek Sağlık Uygulama Tebliği’nde olsun gerekse imzaladığımız Protokolde eczacıların hata ve eksiklikleri hala en ağır şekilde cezalandırılıyor. Tüm dünyada ve ülkemizde de geçerli olan hukuk kurallarına göre kasıt ve suistimal ayrı değerlendirilir, hata ve eksiklik ayrı. Hiçbir zaman aynı şekilde muameleye tabi tutulmaz. Namazda bile unutma ve hataya karşılık sehiv secdesi varken bu düzenlemelerin hazırlanmasında etkin bir şekilde yer alan dini bütün yetkililerce eczacılıkla ilgili düzenlemelere niye bu şekilde yaklaşılmaz, senelerdir anlam verebilmiş değilim. Eczacıların bu süreçte yaşadıklarının da devlet tacına ulaşmak değil, adaletine ulaşmak olduğunu bilerek, bizimle ilgili düzenlemelerde -hazır protokol görüşmeleri de başlamışken- yapılacak düzenlemelerin bu çerçevede olması, yani hata ve kasıt ayrımının net ifadelerle konulması için azami özen gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Her meslekte suistimalciler olabilir, ama bütün meslek mensuplarını baştan ön yargıyla aynı kefeye koymak, hele hele kontrollerin; hataları en ağır şekilde cezalandırmak üzere yapılmasını kurgulamak, suistimalcilerin önünü açar, normal hizmet vermesi gerekenler bu hizmeti verememeye başlar, hastalar mağdur olur, alınması gereken hizmet yerine gerçekte alınmayan hizmete ödeme yapılmış olunur.

Nasıl yani derseniz;

Herkesin ufak ya da büyük, yaşadığı bu kesintiler ve o süreçte yaşadıkları tecrübeler nedeniyle herkes ciddi hastalıklara ait pahalı reçeteler geldiğinde bu reçeteleri karşılamaktan kaçınmaya başlar. Öyle ya, herkes hastane karşısı değil, her gün o tür reçeteleri görmüyor. Raporda ya da reçetede kontrol etmeyi unuttuğu veya görmediği bir eksik varsa ve örneklemeye girer de kesintiye uğrarsa korkusu başlar ki başladı.

En canlı örnek Majistral ilaçlar.

Majistral ilaçlarla ilgili sözüm ona hesaplama hatası, “on günlük doz, tedavi amaçlıdır” ifadesi eksikliği nedeniyle bir çok eczacıdan para kesildi. Majistral ilaç reçeteye doktor tarafından yazıldıktan sonra 10 günlük tedavidir yazılmazsa sanki devlet ya da hasta zarara uğruyor?  Ya da tedavi amaçlıdır yazılmazsa ilaç hastaya iyi gelmiyor(!)

Böyle bağcı dövme amaçlı düzenleme ve uygulamalar yüzünden artık çoğu kimse majistral ilaç yapmıyor. Bahanesi de hazır, prodüvi malzemesi yok, ya da eksik. Temin edecek depo da yok. Öyle olunca Eau de Goulard’dan tutun da Alcool Borique bile hazırlanmamaya başladı.

Nereden biliyorsun derseniz, çeşitli yerlerde yazılmış en az iki üç günlük majistral ilaç reçeteleri gelmeye başladı bana da, oradan biliyorum.

Artık ciddi hastalıklara ait raporlu ve pahalı reçeteler de bu kesinti korkusuyla karşılanmamaya başladı. İnsanlar ellerinde reçete eczane eczane dolaşmaya başladı.

Bir de ortalıkta sahte rapor ve sahte reçetelerin dolaştığından olan korku da işin içine girdi...

Sahi, bir de o konu var:

Eğer sahte rapor veya reçete karşılarsanız, kalkıp gidip bir sürü ifade vs. ile uğraşıyorsunuz, bir de üstüne üstlük o para size ödenmiyor, kesiliyor. Çektiğiniz sıkıntı, uğradığınız muamele de cabası.

Bu arada da hastalar ve yakınları hastalıklarına mı üzülsünler yoksa eczane eczane dolaştıklarına mı...

...

Şimdi bunları okuyan acar yetkililer hemen bir tamim hazırlamaya kalkarlar; raporlu reçeteler karşılanaaa, majistral ilaçlar yapılaaa, yapmayanın tiiiz kellesi vurulaaaa!!!

....

Öyle asıp kesmekle bu sorunun düzelmeyeceğini siz de biliyorsunuz ama bu şekilde davranmak kolayınıza geliyor olabilir.

Sorunu düzeltmek de devam etmesini sağlamak da sizin elinizde...

Mevcut durum devam etsin diyebilirsiniz.

Yine hizmet sorunsuz devam ediyor gözükür.

Ama; bir gün kendiniz, bir yakınınız ya da çok sevdiğiniz biri için elinde reçete dolaşan kişinin siz olmayacağının garantisi var mı???

O gün gelirse ne yapacaksınız???

Hiç düşündünüz mü???

...

Saygılarımla...

 

s.sofugil@eczacininsesi.com   

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat