İlkokuldan itibaren öğretilen bir bilgi vardır; önceleri fen bilgisinde, sonrasında ise fizik ve biyoloji derslerinde tekrar tekrar beynimize işlenmiştir:

         Doğa boşluk kabul etmez!

         ...

         Bunun en yakıcı örneğini kuş gribi salgını zamanında kırsalda ne kadar tavuk varsa itlaf edildikten sonra oluşan boşluğu kenelerin doldurmasıyla yaşadık. Keneler Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığını hediye ettilerdi hatırlarsanız. Bir çok kişi hayatını kaybetmişti.

         Kuş gribi tehdidi esnasında tavukların itlaf edilmesi yanlış mıydı?

         Yanlış değildi belki ama eksikti.

         Ne eksikti derseniz; eksik olan şey, kuş gribi tehdidi ortadan kalktıktan sonra tavukların köye, kırsala yani doğaya tekrar geri salınMAmasıydı. Kuş gribi tehdidi ortadan kalkalı yıllar geçti ama köylerde eskisi kadar tavuk görebiliyor musunuz?

         Hayır!

         Peki, ama neden?

         Çünkü Kuş Gribi gelmişti!!!

         ...

         Bu konunun bizle ne alakası var derseniz ters köşeden bakalım;

         2004 Yılında İlaç Fiyatlandırma sistemi değişti, Kamuya eczaneler üzerinden ıskonto yapılmaya başlandı. Gerekçe; ilaç fiyatlarının olması gerekenden pahalı olması ve Kamuya yük oluşturması, firmaların haksız bir şekilde fazladan para kazanmasıydı.

         Adeta sağlık sektörünü tehdit eden kuş gribi hastalığının kaynağı bulunmuş ve bu hastalığı baskılayarak etkisini azaltmak hedeflenmişti.

         Bu yöntem doğru muydu?

         Tartışılır.

         ...

         2009 Yılına gelindiğinde ilaç fiyatlarının daha fazla düşürülemeyeceği belli olduğundan fiyatlar donduruldu. İlaç fiyatlarının belirlenmesinde kullanılan Euro kuru sabitlendi.

         Kuş gribi örneği üzerinden devam edersek yapılan şey; tavukları itlaf etmek yerine onları dondurarak virüsü etkisiz hale getirmeye çalışmak gibi bir şeydi, tabi ki virüs gibi tavuklar da öldü.

         Tavuklar derken sektörün tavukları tabi ki;

         Firmalar devir oldu, içeriye ilaç üretmekten vazgeçti, başka mecralara geçişler başladı, eczaneler ekonomik darboğaza girmeye başladı, önce ithal ilaçlar ithal edilmemeye, ardından diğer ilaçlar üretilmemeye başladı...

         Doğa boşluk kabul etmezdi ve etmedi de...

         Çok ucuzlayan ilaçların yerini pahalı takviye edici gıdalar aldı.

         ...

         İlacın tanımı alındı, takviye edici gıdaların tanımı haline geldi. Takviye edici gıda ilaçla eşdeğer hale getirildi. Öyle olunca da mucizevi etkileri olan her derde deva, tamamen doğal(!) takviye edici gıdalar piyasayı kene gibi bastı.

         İçinde 500 mg’dan fazla sildenafil olan tamamen bitkisel (!!!) performans arttırıcı kapsül formunda benzinliklerde bile satılan gıdalardan (!!!) tutun da, tüm dünyada yasaklanan sibutramini normalin 15 katı içeren tamamen doğal (!!!) zayıflama kapsülleri ve benzeri ürünler her yeri istila etti.

         Radyoda, televizyonda, internette güzel ambalajı olan ve iyi reklam yapan tüm ilaçlar (pardon) takviye edici gıdalar eczane dışında ama her yerde astronomik fiyatlarla satılmaya başladı.(Çocukken yola dökülenlerini tekmeleyerek yürüdüğüm çınar yaprağının minik paketi 125 TL’ye satılıyor! Şaka gibi, ama şaka değil!)

         ...

         Ve tabi ki ilaç sektöründeki bu itlaf sonrası Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı gibi ölümler de peşi sıra gelmeye başladı.

         İnternetten aldığı takviye edici gıda yüzünden kaç kişi sağlığını kaybetti, kaç kişi öldü tam olarak bilinemiyor, biliyor musunuz?

         Çünkü insanlar sağlık sorunu yaşayınca kendisi ya da yakını acilen gittikleri sağlık kuruluşundaki doktora kullandığı bu ürünlerden bahsetmiyor.

         Neden?

         Bunlar doğal, hiçbir zararı yok ki!!!

         Akşam tavuk yemişti, o dokunmuştur!!!

         ...

         Bu ürünlerin satış kanalları ve satış teknikleri o kadar çeşitlendi ki, artık evlerde apartmanlarda komşu teyzeler bayisi oldukları network markalar vasıtasıyla bu ilaçları birbirine tavsiye ederek sattığı gibi, facebook, whatsapp gibi sosyal ortamlarda bu markaların özel kapalı gruplarında da medikal departmanlar(!) kuruluyor.

         Hatta bu ilaçları (kusuruma bakmayın klavye alışkanlığı) bu takviye edici gıdaları satanların oluşturduğu gruplardan birinde bir muhasebeci abi, bir müşterisinin çocuğuna hastalık tedavisi için önerdiği takviye edici gıdanın dozunu doğru söyleyip söylemediğini kontrol etmek için soru sorduğunda, kıdemli ve tecrübeli bir kuaför abla çocuk dozu hakkında detaylı ve uzuuun bilgiler vererek doz düzeltmesi yapıyor, önerilerde bulunuyor.

         Diğer tarafta, ilaç olduğu zamanlarda senelerce sadece kendilerinin sattığı artık takviye edici gıda olan ürünler hakkında eczacılar vitrinlerine tanıtıcı afiş vs. asamıyor.

         Niye ?

         Yasak!

         Sebep?

         Halk sağlığı tehlikeye girer!!!

         ...

         Bütün bu gelişmeler yaşanırken biz hala asli işimiz olan ilaç satışından özellikle kuruma fatura ederken zarar etmeye devam ediyoruz.

         14 Bin eczane aylık 50 bin TL altı ciro yapıyor. Bunların durumu vahim. 8 bin civarı eczane de borç sarmalında, diğerleri gibi kredi ile dönüyor, gemiyi yüzdürmeye çalışıyor. Geriye kalan 2 Bin eczane başka gelirleri ile eczanede oluşan zararını makyajlıyor, ele güne karşı “Ben zarar etmiyorum, siz derdinize yanın” der gibi afra tafra yapıyor ama nafile.

         Tabiri caizse; gemi batıyor ama, yemek salonundakiler müzik dinleyip, havyar yiyerek şampanyalarını yudumlayınca gemi batmaz sanıyorlar...

         Bu şartlarda bu gemi yüzmez, yüzmüyor da...

         Bunun farkında olanlar da can havliyle filikalara saldıran yolcular gibi ilaç dışı ürünlere saldırıyor, bize bu alan kurtarıcı olarak sunuluyor.

         Oysa önümüze kurtarıcı olarak sunulan maliyeti yüksek, karlılığı düşük ilaç dışı ürünlerle çoğunlukla gücümüzü, zamanımızı, enerjimizi ve ekonomik anlamdaki son atımlık barutumuzu tüketiyoruz. Toplumu ve mesleğimizi hedef alan takviye edici gıda terörünü önlemeden kurtarıcı sandığımız bu alandan bir mucize hikayesi çıkarmaya çalışıyoruz.

         ...

         Sosyal ortamlara bakıyorum da; son zamanlarda asli işimizi yapmamız için gerekli olan taleplerimizi ortaya koymaktan bile çekiniyoruz. Meslek hakkımızı hak ediyor muyuz etmiyor muyuz çekingenliği, ezikliği ile de hak verilmesini bekliyoruz!

         İlaç fiyatlarını dondurarak sistemin devam etmesini beklemek, kuş gribi sonrası tavuk yetiştirme yasağına devam etmekle aynı anlamda ilaç sektörü için. Bunu herkes açık bir şekilde dillendirmeli artık.

         Eczacıların ilaç satması yasak değil, günah değil, ayıp değil!

         Eczacılık yaparak para kazanması da...

         O halde niye hala ilaç satarak zarar etmeyi kabul ediyoruz?

         ???

         Biz yapmazsak fiyat farkını kuaför abla, muayene ücretini de muhasebeci abi tahsil eder, lapırlı hastaları kaybederiz diye mi korkuyoruz???

         ...

         Yoksa yetkililer kapalı kapılar ardında eczaneleri itlaf etmekle, alternatif olarak da eski Se Ka Ka eczanesi modelini hayata geçirmekle mi korkutuyorlar???

         Bırakın düşünmeyi, rüyada görseler hayra yormazlar...

         ...

         Saygılarımla...

          

         s.sofugil@eczacininsesi.com   

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat