EKMEK ARASI ANTİBİYOTİK İKİ BUÇUK LİRA!

 

Ülkemizde yaşayan yabancıların hayatımıza nasıl adapte olduklarını eskiden beri hep merak etmişimdir. Ya haberleri hiç okumuyorlar ya da okuduklarını anlamıyorlar diye tahmin edip kendimi avutuyorum.

 

Öyle ya; bu kadar anormalliğin aynı gün içinde yaşanmasını, her dakika bir son dakika haberinin girilmesini hiçbir bünyenin kabul etmesi mümkün değilken, kendi ülkesinde her günü bir önceki günün fotokopisi gibi yaşayan, her sabah bindiği yedi on beş otobüsünün yedi on altıda gelmesini bile şaşkınlıkla karşılayıp, bizim tabirimizle “yaşanmaz hale geldi bu ülke arkadaş” deyip protesto eylemi gerçekleştirenlerin, bizim hayatımıza adaptasyonunun nasıl bu kadar kolay olduğu bilim adamlarınca incelenmesi gereken bir konu.

 

Nasıl yani derseniz, sadece bir gün içinde ülkemizde yaşanan ve haber olan bir küçük olayı anlatayım da siz karar verin:

Bir AVM’ nin terasında kahve içen gençler kendi aralarında tartışıyorlar, içlerinden biri bu tartışma sonrası bunalıma giriyor ve terasın korkuluklarına çıkıp intihar etmeye kalkıyor.

Buraya kadar anormal bir durum yok.

Bu gencin intihar girişiminde bulunduğunu görüp aşağıda toplanan kalabalık, beklemekten sıkılınca “ATLA, ATLA” diye tezahürat yapmaya başlıyor.

Bu da çok normal.

Buraya kadar da anormal bir durum yok!

Ülkenin her yerinde intihar girişimlerinde görmeye alışkın olduğumuz bir durum ne de olsa...

Ama film buradan sonra kopmaya başlıyor. 

Aşağıdan “ATLA , ATLA” diye tezahürat yapan kalabalığa intihar girişiminde bulunan genç kızıp küfür ediyor ve atlamaktan vazgeçiyor.

Kendilerine küfür edilmesine ve intihar girişiminden vazgeçilmesine kızan “ÖFKELİ” kalabalık üşenmiyor, AVM’ nin terasına çıkıp genci döverek hastanelik ediyor.

...

Şimdiii,

Bu haberin neresini, nasıl ve ne şekilde yorumlar da bir yabancıya anlatırsınız???

...

Anlatamazsınız değil mi?

...

Ama biz alışkınız... Belki içinizden bir kısmınız yazdıklarımı “Ne var ki bu haberde” diye okumuş ve bana şaşırmış bile olabilir.

 

Bu habere şaşırmadıysanız, bu haberden sonra Rusya’nın bizden aldıkları tavuklarda kabul edilen sınırların üzerinde antibiyotik tespit ettiği için o tavukları geri gönderdiği haberini okuyunca da şaşırmamanız gerekir ki; kimsenin şaşırmadığını, daha önce de Rusların hormonlu diye almadıkları domatesleri ve hıyarları bize geri gönderdiklerini ve bizim de “Oh oh iyi olmuş, bu sene ucuza yiyeceğiz” diye sevindiğimizi bildiğim için,geri gönderilen tavuk haberini duyunca “Bu sene antibiyotiği de bedavaya getiriyoruz” diye milletçe içten içe sevindiğimizin farkındayım.

        

Pekiii bu tavukçular niye bu kadar bol antibiyotik kullanıyorlar hiç düşündünüz mü?

 

Önceleri hastalıktan korunmak için verdikleri antibiyotiklerin tavukların et miktarını arttırdığını gördükleri için neredeyse ameliyathane kadar steril olan çiftliklerdeki tavuklara eskiye nazaran daha yüksek dozda antibiyotik verme sebepleri tamamen ticari.

Gerekçe, meyve sebzeye hormon vermeyle aynı; verimi arttırıp daha çok kazanç elde etmek.

Bu ürünlerdeki antibiyotiğin ve hormonların toplum sağlığına ne gibi etkisi olduğunu, 7-8 yaşında puberte dönemine giren kız çocuklarının sayısındaki artışın nedenini, söz konusu gıdaların antibiyotik direncinin gelişmesine etkisi olup olmadığını Anayasaya ve Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa göre araştırıp, tedbir alınmasını sağlamakla görevli bir bakanlığımız olsa bunları yaşar mıydık acaba diye düşünmeden edemiyor insan.

...

Sanki eczaneler sakıncalı ilaçların reçetesiz satış cennetiymiş algısı oluşturarak “reçetesiz antibiyotik almayın” diye kampanyalar yapan, bize halkın sağlığı ile oynamayın diyerek, verdiği antibiyotiğin reçetesini alıkoymayan eczanelere hunharca ceza kestirenler bu konuda ne düşünüyor, bir çalışmaları veya görüşleri var mıdır, bilemiyorum.

...

Bizi düşünüyorlar mı diye hiç sormuyorum farkındaysanız.

...

Ama aktarların bizim için ne düşündüğünü biliyorum.

 

Reçetesiz hale getirilemediğinden kıvrak zeka ürünü bir düzenleme ile takviye edici gıda haline getirilen ilaçlar için “Bu ürünler bizim hakkımız, eczacı lobisine(!) kaptırmayacağız, insanımızı kimyasal ilaçlara mahkum etmeyeceğiz” diye kampanya başlatan aktarların önümüzdeki süreçte ilaç ve sağlık alanında daha etkin bir rol alacağı kesin.

Bu kadar hak gaspına sessiz kalan okumuş, yüksek tahsil görmüş sayıca ellerindeki hakkı almak isteyenlerin on katı kadar olan topluluğun, sadece “kalabalık” olmaktan öte bir tutum içinde olması gerekir.

 

Hani yaşananları anlamakta, izah etmekte zorlanıyoruz diye düşünüyoruz ya. Cahil küstahlığına bu kadar sessiz kalacak kadar dünyadan kopuk olamayız, bu durumu değil yabancılara uzaylılara bile anlatamayız yoksa.

Entelektüel olan ya da olma iddiasında olanların toplumun sağlığı ve geleceği konularında sessiz kalması kendi varlıklarını inkar etmek demektir ki, sonunda olmaz, olamaz dediğimiz her şey bir de bakarsınız ki gerçek olmuş.

...

Antibiyotiği iki buçuk liralık tavuk dönerden almaya alıştık, bebek mamalarını zaten marketten, dermokozmetiği de internetten alıyoruz...

 

Reçetesiz ilaçları da milletimiz aktardan, aldı mı tamamdır!

Tezekten terazinin gramaj takımı nasıl olurmuş,...

Hep beraber öğrenmiş oluruz...

 

 

        

s.sofugil@eczacininsesi.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat