Hepimiz üniversiteye girmek için eğitimini aldığımız için üzerinden seneler geçmiş olsa bile net olarak hatırlarız; Lavoisier Kanununa göre Fizik ve Kimya derslerinde öğretilen temel kurallardan biri maddenin yoktan var edilemeyeceği, var olanın da yok edilemeyeceği ancak enerjinin maddeye, maddenin enerjiye dönüşebileceği şeklindedir.

        Fizik ve Kimya görmemiş olsa bile dolu bir bardağı başka bir sıvıyla doldurmak için de öncelikle içindeki sıvıyı boşaltmak gerektiğini ortalama zekâya sahip herkes bilir.

        Boş bir bardağı bile doldururken aslında içindeki havayı boşaltmış oluruz.

        Olayın felsefi boyutuna girmeden burada girizgâhımı kesiyorum.

        İçinizde “Hayırdır? Eczacılıktan ümidini kestin de, Lise öğretmenliğine mi başlıyorsun?” diye soranlar olabilir.

        Hayır!

        Hangi kâğıt reçete ödenir, 6 aydır ilaç kullanmayan hastanın LDL değerini nereye yazdıracaktık, “Darçelik” tabelasını nereden ucuza kapatırız gibi hayati(!) konularla boğuşurken adına ister eşdeğer deyin, ister eşlenik deyin bir garip ilaç ve eczacılık uygulaması habis bir ur gibi girdiği yerden büyüdü büyüdü ve bugün artık metastaz halini aldı.

        Nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim. Gelin ters köşeden bakalım:

        Bardağı doldurmak dedik ya, toplumsal belleği de yeniden yapılandırmak, toplum mühendisliği yaparak algıyı yeniden şekillendirmek için de benzer yöntemler kullanılır. Önce tanımı değiştirirsiniz, içeriğini bozarsınız, tartışmaya açarsınız, sonra itibarsızlaştırırsınız. Daha sonra da aslında itibarsız olanı toplumun gözünde daha itibarlı hale getirisiniz.

        Önce doğal tedavi diye bir şey ortaya atıldı. İlaçların yan etkileri, zararları özellikle abartılarak haberleştirildi. Sabah kuşağı programlarının yaygınlaşması ile birlikte buralara katılan konuklar kendilerinin kullandıkları “mucize” bitki formüllerini paylaşmaya başladılar:

        -Her sabah bu formülü aç karnına içiyorum, Yalanım varsa Allah belamı versin ülserim iyileşti, kaynanamın dili bağlandı, görümcemin dırdırı kesildi…

        Benzeri beyanlar ekranlarda sıkça duyulur hale geldi.

Bundan cesaret alıp, uzmanlığını nereden aldın diye ısrarla sorulduğunda Fransa’da iki aylık kursa katılıp sertifika aldığını övüne övüne anlatıp (ki kulağımla duymuştum) fitoterapi uzmanı olarak sürekli program yapanlar ekranları yavaş yavaş ele geçirmeye başladı.

        Bunlar olurken de olayın hukuki temelleri de alttan alta atıldı. Gıda ve Yem ile ilgili yasal mevzuattaki halen yürürlükte olan takviye edici gıda tanıma bakalım;

“…besleyici veya fizyolojik etkileri bulunan bitki, bitkisel ve hayvansal kaynaklı maddeler, biyoaktif maddeler ve benzeri maddelerin konsantre veya ekstraktlarının tek başına veya karışımlarının, kapsül, tablet, pastil, tek kullanımlık toz paket, sıvı ampul, damlalıklı şişe ve diğer benzeri sıvı veya toz formlarda hazırlanarak günlük alım dozu belirlenmiş ürünleri”

         Evet, yanlış okumadınız. Ben de yanlış yazmadım, bu tanım ilaç tanımı değil Gıda ve Yem Kanunundaki Takviye Edici Gıda tanımı…

        

        Yasal dayanak da temin edildikten sonra bundan sonrası da çorap söküğü gibi geldi.

        Çocukluğunda her sabah aile büyükleri de içermiş gibi litrelerce Aloe Vera içirdiler bu millete, daha neler neler…

       

        İnternette kolayca bulabileceğiniz bir videoda bu tür ürünleri satan bir şirketin sahibi; çalışanları ile yaptığı toplantıda ne halk sağlığını umursadığını, ne RTÜK ne de devletten korkmadığını, yıllık 100 milyon dolarlık ciro yaptığını, bunu korumak için de her şeyi yapacağını çok pervasızca anlatıyor.

        Bu sadece bir örnek…

        İnternetten ya da tele-marketing ile satış yapanların hepsi bu kafa yapısında…

       

        Bu ürünlerin yaygınlaşması, pazarda agresif şekilde büyümeleri, sadece bize has bir sorun değil gerçi ama aklı başında hiçbir ülkede de bizdeki kadar da halk sağlığını tehdit eder boyutta değil.

        Gerçi; artık yetkililer de bu sorunun ve tehlikenin farkına varmış durumdalar ama teşhisi doğru koymadıkları için tedaviye semptomatik yaklaşıyorlar. Ancak kanser tedavisi semptomatik yapılmaz.

        Pekiii, ne yapılmalı?

        Öncelikle Avrupa Birliği müktesebatı gereği yapıldı denilen aslında hiçbir AB direktifinde olmayan (kesin bilgidir) söz konusu tanımı değiştirmeleri gerekiyor.

        Böyle bir tanım olmaz, olamaz, olmamalıdır.

        Zira bu tanım olduğu müddetçe;

-      İsteyen herkes içinde ne olduğunu bilmediğimiz birçok ürünü piyasaya ilaçmış gibi sürüp halk sağlığını bozmaya devam edecek,

-      Bu ürünler yüzünden sağlığı bozulan, hastalanan, sakat kalan ve ölenler hakkında şimdi olduğu gibi yarın da devletin elinde gerçek bir bilgi olmayacak, (Devletin elinde bu ürünleri kullanıp zarar görenler ait veri yok, çünkü bunlarla ilgili ilaçta olduğu gibi geri bildirim yolu ve yöntemi yok!)

-      Beşikten mezara kadar herkesçe kullanıldığı için bu ürünleri kullanıp (ölmez de sağ kalırlarsa) sağlıksız ve daha da tehlikelisi ileride nasıl bir sağlık sorunu yaşayacağını bilemediğimiz nesiller yetişecek.

Bu düzenlemenin kapsamı o kadar genişlemiş durumdaki; bebek mamalarından bebeklerin kullandığı damlalara kadar birçok ürün her yerde kontrolsüz bir şekilde sadece kar ve ciro hedefi gözetilerek satılır halde.

Bir ülkenin en büyük zenginliği ne yer altı zenginliğidir, ne de yer üstü zenginliğidir; sağlıklı, eğitimli genç nüfusudur.

        Biz de bu konuda üstümüze düşeni kısmen yapıyoruz gerçi;

        Bebeklerimizi gözümüzden sakındığımız için oyuncaklarının ve alt bezlerinin ruhsatı ve her türlü kontrolü, denetimi Sağlık Bakanlığı’nda…

        Yediklerini, içtiklerini de kapsama alanına almamız lazım.

Gözümüzden sakınıyoruz diyoruz ama sanki gözü yanlış anlamış gibiyiz.

Harf hatası da, yasal düzenleme hatası da düzeltilebilir.

Yeter ki sorunu doğru teşhis edip, doğru tedaviye geçmeyi isteyelim.

       

        Saygılarımla…    

 

 

 s.sofugil@eczacininsesi.com                           



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat