Uzun zamandır yazmadığım için sağ olsun birçok kişi neden yazılarıma ara verdiğimi sordu. Oysa ben ara vermek niyetinde hiç olmadım ama yaşadıklarımız beni o kadar olumsuz etkiledi ki, bir türlü elim klavyeye gitmedi.

         Ben çoğunluğun aksine yazılarımı genellikle başlığı attıktan sonra yazarım. En sıkıntılı süreç başlığı bulmaktır benim için. Sonrası kendiliğinden gelir. Yazı hazırdır çünkü. Sadece kâğıda dökülmesi kalmıştır.

         İşte o hazır olan yazıyı kâğıda dökmek için gece bilgisayarın başına oturunca açık olan televizyonda İstanbul’daki menfur havaalanı saldırısını gördüm ilk defasında...

         Oturduğum yerde kalakaldım, dudaklarımdan “Beyrut’a çevirmek istiyorlar” sözü dökülürken.

         Yazının başlığı da bilgisayar ekranında öylece kalakaldı...

         Sildim ve kapattım neden sonra bilgisayarı...

         Daha sonra aynı başlıkla iki sefer daha yazı yazmaya çalıştım, sonuncusunda diğerlerinde olduğu gibi yine televizyon açıktı ve köprüden başlayan kalkışmanın haberi veriliyordu.

         Üç yazma girişimim de bir şekilde darbeye uğramıştı anlayacağınız.

         ...

         Tabi ki o başlıktan vazgeçtim geçmişin denizinde boğulmamak için ve şu an yazının buraya kadar olan bölümüne kadar olağanüstü bir durum olmadı çok şükür.

         ...

         “İnsan, zaman selinde kaybolmaya mahkûmdur, ama aklı bu sonsuzlukta bir yıldız gibi parlayacaktır” demiş Ahmet Hamdi Tanpınar.

         Akıldan uzaklaştıkça başımıza neler geldiğini büyük acılar yaşayarak görmemize rağmen, her defasında aynı hataya düşmemiz, her defasında büyük acılar yaşamamız artık kısır bir döngü halini almışken, artık bu zinciri halkın ve bizi yönetenlerin ortak aklı harekete geçirmesi ile kırdığımızı düşünüyorum.

         Artık bundan sonra televizyonlarda burnunun ucunu göremeyen stratejist, analist, jurnalist falan görmeyeceğiz.

         Çünkü bundan sonra sesimiz daha gür çıkacak.

         Birliğimizi bozmak, bölmek, parçalamak için uğraşlarına devam edecekler illa ki olacaktır ama aklı, adaleti ve liyakati ön plana çıkarıp bu değerleri savunduğumuz, bizi gelecekteki tehlikeler hakkında uyaranlara karşı üç maymunu oynamadığımız sürece, kese-kasa-mide üçgenine hapsolmadığımız müddetçe hiç kimse muradına eremeyecektir.

         Kim ne derse desin, bu millet süt tozuydu, GDO’lu gıdasıydı, “fast food’uydu, pembe dizisiydi, 70 yıldır yapılan tüm uğraşlara rağmen yine de genetiğini muhafaza ettiğini cümle âleme bir kez daha gösterdi.

         Akif’in dediği gibi “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!”

         ...

         Gelelim yazının başlığına:

         “Eczanelere yapılanlar ile bu yaşananları nasıl bir arada okumayı başarıyorsun?” diyenleri duyar gibiyim. Nasıl mı? Gelin ters köşeden bakalım:

         Savaşta da darbede de ilk önce neresi ele geçirilmeye çalışılır?

         Karargâh değil mi?

         Televizyonlardan canlı olarak izledik, şimdi tutanaklardan okuyoruz, nasıl mücadele verildiğini.

         Eczanelere yapılan darbe de aynı şekilde karargâh adeta içten fethedilmişti.

         “Bu şekilde yapılacak düzenlemeler mesleğe zarar verir”, “Bu iş bu şekilde olmamalı” diyenler sözüm ona danışma adı altında yapılan toplantılarda tek tek tespit edilip enterne edilmemiş miydi?

         Hatırlamıyorsanız sorun; yaşananların şahitleri hala hayatta.

         ...

         Bütün darbe girişimlerinin amacı mevcut düzeni ortadan kaldırıp, yerine başka bir düzen koymak değil midir?

         Aksi eşyanın tabiatına aykırıdır zira; su dolu bardağa başka bir sıvı koyabilir misiniz? Önce suyu boşaltmanız gerek...

         Eczane eczacılığı eczaneden dışarı çıkarılıp, otomatiğe bağlanmış, içinde eczacılık olmayan yeni düzen, fillerin zücaciye dükkânını basması gibi içeri sokulmadı mı?

         İthaller birer ikişer dışarı çıkarılıp, ülkenin en büyük üniversite hastanesinin karşısındaki birçok eczane kapanmaya mahkûm edilmedi mi? Sözüm ona oluşan boşluğu doldurmak için “günübirlik” , “alternatif” yöntemler geliştirilmedi mi?

         ...

         Tüm darbe girişimleri hukuka aykırıdır, kendi hukukunu tesis etmek için ileri gelen masumları azılı suçlu olarak gösterir. Amaç ulvidir: “Hainleri temizlemek!”

         Sahte kutu, kupür olaylarını hatırladınız mı???

         Faturası var, ilaç var, ilacı kullanan hasta var ama kupürler sahte!

         Meğer ne kadar çok halk ve devlet düşmanı kalpazan(!) vardı aramızda...

         ...

         Veee bütün darbe girişimleri dış desteklidir.

         Kime sorsanız “Aslında biz kabul etmedik ama onlar böyle istiyor” diye karşı tarafı göstermiyor muydu?

         O kararlar alınırken hepsi oradaydı hâlbuki.

         ...

         En acısı da tüm darbeler ölüm getirir.

         Kimler kimler mali ve hukuki açıdan dayak yemedi, kimler mallarını ve hatta canlarını feda etmedi ki?

         O kadar çok gerçek hayat hikâyesi var ki şahit olduğum, telefonda dinlediğim, dosyasını bildiğim, bu kadar da olmaz dediğim...

         Yüreğiniz dayanmaz, “yangın var!” diye çığlık çığlığa bağırırsınız.

         ...

         İşin trajikomik tarafı; her darbe sonrası da bu işin içinde olanlar ortaya çıkan tepki sonrası salağa yatmaya çalışır her zaman. “Ben nereden bilebilirdim ki” falan derler...

         Hatta kahraman olmak için girişimlerde de bulunurlar.

         Bu gün yaşadığımız lanet kalkışma sonrası da benzer salağa yatma numaralarını görüp okuyacağız basından.

         ...

         Hülasa; darbe darbedir. Şekli, şemaili, kapsamı, etkisi farklı olabilir ama mantığı hep aynıdır.

         ...

         Tüm bunlar olup bittikten sonra bile bir ümit izlediğim en büyük karar organı toplantısında canlı yayında kürsü alan biri, toplantının yapıldığı oteli şikâyet ediyordu kürsüden : “Sigara içecek doğru dürüst alan olmadığı için dışarıda soğuktan donuyormuş”     

         Darbe amacına ulaşmış dedim içimden.

         ...

         “Akıl her şeyin temelidir diyorsun, yaşanmış da olsa hikâyelerden bahsediyorsun, olur olmaz benzetmelerde bulunuyorsun, bu adıyla sanıyla darbe, o nasıl darbe olabilir ki? Nerede akıl?” diyenler olabilir.

         Şöyle izah edeyim;

         Dine bile muhatap olmanın ilk şartı akıllı olmaktır. Aklı olmayan dine muhatap değildir. Sebebi gayet makul; aklı yoktur çünkü, nasıl sorumlu olsun ki?

         İşte aklı önceleyen dinin Mekke’de inen ayetlerinin yaklaşık üçte ikisi kıssa’lardan oluşur, yani bizden öncekilerin yaşanmış hikâyeleri. Hatta “Kasas” diye başlı başına bir sure vardır kutsal kitabımızda, Kasas, yani “yaşanmış hikâyeler”...

         Ve onlar; normları, ilkeleri ortaya koyar. Kişilerin adı bile geçmez çoğu zaman...

         Zira; olaylardır önemli olan, kişiler değil.

         Bu çerçevede sadece 24 peygamberin ismi geçer yüz binlercesinin arasından...

         Olayların da sadece önemli detayları verilir;

         Yaşananlardan ders alalım, ayrıntılarda boğulup aynı hataları yapmayalım diye...

         ...

         Yaşananlar sonrası ülkemizde oluşan iklimde ortak aklı harekete geçirecek, eski dargınlıkları kırgınlıkları ortadan kaldıracak adımlar atılırken, biz hala etkisi ve yetkisi kalmamış bir iki yetkilinin darbe gibi üzerimize inen düzenlemelerinin esiri mi olacağız, yoksa yerlerine gelenlerle aklın ışığında doğru düzenlemelerin hayata geçmesini mi sağlayacağız?

         15 Temmuz sonrası hiç kimsenin içinde bulunduğu ahval ve şeraiti düşünecek durumu olduğunu, eski dargınlıkları, kırgınlıkları düşüneceğini sanmıyorum.

 

         Sıra birlik olup, eczanelere yapılan darbeyi püskürtmede!

         ...

 

         Saygılarımla...

 

 

          s.sofugil@eczacininsesi.com                     





Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat