Eski siyah–beyaz Türk filmlerini hatırlamayanınız yok gibidir.

60’lı 70’li yıllarda bu filmleri izleyememiş olanlar bile daha sonra Türk filmi yayını yapan kanallarda mutlaka izlemiştir. 

Fakir ama gururlu esas oğlan, zengin fabrikatörün kızı esas kıza âşık olur, bu imkânsız aşk; kötü kalpli fabrikatör babanın olmazı ile acılı bir ayrılığa dönüşür, bu ayrılığın verdiği isyanla yola fırlayan esas oğlana yoldan geçmekte olan bir araba çarpar veee kalçasından aldığı darbenin etkisiyle göz sinirleri harap olan esas oğlan kör olur…

Feleğin sillesini gözleri kör olarak ikinci kez yiyen fakir esas oğlan, daha da fakir olup çalışamaz olunca; önce sokaklarda şarkı söyleyerek dilenmeye başlar, daha sonra beşinci sınıf mekânlarda sahne almaya başlar.

İşte tam da bu günlerin birinde; adeta Godfather filminden fırlamış gibi olan takım elbisesiyle onu izleyen biri, esas oğlanı masasına çağırtır, sesini çok beğendiği bu mazlum çocuğa kartvizitini uzatıp kendisini bulmasını söyler, kapıya doğru ilerler… Kör ama gururlu esas oğlan kim olduğunu sorduğunda ise adam yarım porsiyon geri dönerek o efsane repliği söyler:

-” Ben Gazinocular Kralı!”

Bizim sektörümüzde de, eski Türk filmleri tadında olmasa da, bir zamanlar SE KA KA açılımının çok güzel olacağını, herkesin mutlaka yapması gerektiğini söyleyen, herkese kartvizit yanında, 30 gün ekstra vade ve açık çek sunan bir “Depocular Kralı” vardı, hatırlıyor musunuz?

Herkes ağzının içine bakıyordu, heyetler halinde gidilip akıllar danışılıyordu…

Ne oldu O’na???

SE KA KA açılımı çok süper olacaktı, herkes çok para kazanacaktı, sektörün önü açılacaktı???

Sahi ne oldu???

Çok güzel fiyata deposunu sattı, depocular kralı olmaktan vazgeçti, farklı sektörlere kral olmak üzere yelken açtı, sektör olarak bizler de; Sülün Osman’ın Haydarpaşa Garı’nın duvarındaki saati sattığı gariban saf Anadolu köylüsü gibi, bu kurallarla önü açılacağını sandığımız sektörün içinde vakit öldürüp duruyoruz.

Vaziyet özetle budur…

 

O duvar saatine bakan kimse nasıl ücret ödemiyorsa, bedavaya sunduğumuz hizmete de kimse kendiliğinden bir ücret ödemez.

Global bütçe ve baskılanmış kurla belirlenmiş fiyatlarla yaşadığımız darboğazdan çıkmamız mümkün olmadığı gibi sektörün sürekliliği mevcut şartlarla yenilenecek bir sözleşmeyle de mümkün değil.

“Eee, ne yapalım? Mecburuz!” mu diyorsunuz?

Bize akıl verecek bir “Kral”ımız olmadığına göre iş başa düşüyor, ters köşeden bakalım;

SE KA KA sözleşmesi yapmak zorunda mıyız?

Diğer bir deyişle mecbur muyuz???

Sektörümüzdeki yöneticilerin ya da iktisatçıların yaptığı gibi bilimsel verilere dayalı bir “swot” (Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats - Güçlü yönler, Zayıf yönler, Fırsatlar, Tehditler) analizi yapmak yerine Bakkal Ali Abi tarzı bir swot analizi yapacağım.

Neden Bakkal Ali Abi tarzı bir “swot analizi” derseniz bizim sektördeki bol sıfırlı maaş alan karar alma merciindeki yöneticilerin sektörü getirdikleri durum ortada…

Oysa Bakkal Ali Abi 50 senedir aynı yerde faaliyet gösteriyor, kaç tane darbe gördü, kaç tane hükümet, savaş, olay, ekonomik kriz gördü; hala ayakta…

Yaşadığımız sorunları Bakkal Ali Abi ile bazen paylaşıyorum, mesela; “Zamanı geçen, miadı dolan ürünleri biz geri veremiyoruz” dediğimde “Biz veriyoruz, yenisi ile değiştiriyorlar” diyor, “Ya almazlarsa” diyorum, “Biz de onlardan bir şey almayız” diyor. “Tüm bakkallar mı?” diye soruyorum, “Tabi ki” diyor…

Mesela; “Zam alan tütün ürünlerini eski fiyattan neden satmıyorsun” diyorum, “Kimse satmaz ki” diyor, “Zaten karı düşük bir grup, zam aldığında da para kazanmazsam, ne zaman para kazanacağım ki?” diyor...

“Fiyatı düştüğü zaman farkı ödüyorlar mı?” diyorum, “Hele bir ödemesinler” diyor…

 

Üç mastırlı, çift dal, yan dal, grekoromen lisanslı çoğu CEO’dan daha “see you”!

 

Hesabını kitabını maliyet, masraf ve kar üzerinden yapıyor. Güçlü yönlerini, zayıf yönlerini, fırsatları ve tehditleri basit bir şekilde analiz ediyor ve ona göre davranıyor.

Şimdiii;

Sözleşme konusu tekrar gündemimize gelmişken biz mi sözleşme yapmak zorundayız, yoksa bizimle sözleşme yapmak zorundalar mı ona bakalım.

Biliyorsunuz; üç aylık bir sözleşme imzalandı, ekonomik taleplerimiz kabul edilmedi, eski sözleşme neredeyse hemen hemen aynı şekilde imzalandı. Kanser başta olmak üzere geri ödemelerde alternatif ödeme yöntemlerini hayata geçirme denemeleri öngörüler doğrultusunda beklenen tasarrufu sağlamadığı gibi hasta mağduriyetine neden olmakta. Tıpkı doğrudan ithalatın ekonomik açıdan bir fayda sağlamadığı gibi…

Ama hala; A Grubunu tamamen elimizden almak gibi örtülü bir niyetle mevcut koşulların devamını sağlamayı hedefliyorlar gibi bir durum söz konusu. Yani B’ler bizde, A’lar başka yerlerde olacak…

“Nasılsa koşa koşa imzalarlar” diye düşünüyorlar herhalde!

SözleşMEME gibi bir seçeneği seçebileceğimizi hiç mi hiç ihtimal dâhilinde görmüyorlar.

SözleşMEZsek ne olur???

Bakkal Ali Abi gibi basit bir hesap yapalım:

Diyelim ki ayda 20 bin TL fatura kesiyoruz, kabaca bir hesapla ayda 4 bin TL brüt kar kalıyor. Sözleşmezsek; ayda 20 bin TL’lik ciro yapamayız belki, ciromuz diyelim ki 15 bine düşer ama brüt karımız minimum 6 bin TL olur. Kimse almak zorunda olduğu, vazgeçilemez, ertelenemez bir ürünü almaktan vazgeçmez, geçemez! Dünyada iktisat literatüründe böyle bir şey yok!

Yapacağımız işlemler bir miktar artar belki ama, tek tek fişli olarak gelen evrakın kayıt kabulü, kontrolü, tahakkuku, geri ödemesi… Hiçbir kurum bu iş yükünün altından kalkamaz…

Diğer taraftan muayene ücreti tahsilâtını yapamaz, toplayacak sistem kurulması, kayıp, kaçak ve işletme maliyetleri göze alınabilecek bir konu da değil…

Bunların hepsini eskiden olduğu gibi hastanelerden halka ulaştırırız da diyemezler…

Böyle bir öneriyle ortaya çıkacak bürokratın siyasilerin gözünde ve resmiyette bürokratlığı devam edemez çünkü…

Eee, o zaman kim “Aman sözleşme olsun” diye ısrar etmeli, “Olmazsa perişan oluruz” diye kimin uykuları kaçmalı???

 

Salamon’un Moşe’ye borcu varmış. Ertesi gün de ödemesi gerekiyormuş. Gece yatağa yatmış. Sağa dönmüş, uyuyamıyor, sola dönmüş uyuyamıyor…

Kalkmış Moşe’yi telefonla aramış:

-Moşe! Sana borcum vardı ya…

-Evet Salamon.   

-Hani yarın ödeyecektim.

-Evet Salamon ödeyecektin!

-Ödemeyeceğim, onu söylemek için aradım.

Demiş ve telefonu kapatmış.

Karısı mutlu mesut yatağa uzanan Salamon’a neden böyle yaptığını sorunca da:

-Benim uykum kaçacağına, Moşe’nin uykusu kaçsın istedim! Demiş.

 Normal durumda muayenesiydi, farkıydı, örneklemesiydi, sistemin atta ya gitmesiydi türlü türlü dayak yiyen kimse de gidip koşa koşa DOĞRUDAN sözleşme yapmaz, kimse merak etmesin.

O yüzden de “Sözleşmeli mi? sözleşmemeli mi?” ikileminde kalmaya, strese girmeye gerek yok!

Başkanlar Danışma’da alınan kararın arkasında durulsun yeter!

“Yine aynı şeyleri kabul edelim”, “Aman riske girmeyelim, neme lazım!” diyenlere de kimse kulak asmasın.

Neden derseniz; Einstein “Aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı umanlara” ne demiş ona bir bakın yeter.

Saygılarımla…

 

        

s.sofugil@eczacininsesi.com   

 

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat