Çocukluğun masum dünyası içine büyükler tarafından sokulmuş bir tekerleme olan “Başlayalım mı başlayalım mı, Karagöz’ün evini taşlayalım mı” ifadesinin aslında masum bir şey olmadığını, “meyve veren ağacın taşlanma”sının kader olduğunun beyinlerimize kodlanmasının toplumu ne kadar tahrip ettiğini anlayabildik mi diye sakıncalı (!) sorular kafamda dolaşırken "Süreyya’yı taşlamak” filmi geldi aklıma...

 

Senaristin konuyu ele alış şeklini yanlış bulsam ve tasvip etmesem de, konu alabildiğince önemli ve olabildiğince hayatın içinden.

 

Neden derseniz; konusu İran’da geçen filmde, kocasının daha genç biriyle evlenmek istemesi, bu yüzden de dört çocuğunun anası Süreyya’ya sırf nafaka ödememek için sonu taşlanarak ölüme varan iftirayı atması, nikahından kurtulması için uydurduğu yalana toplumu da alet etmesi anlatılıyordu.

 

Çocuklarının karnını doyurmak için çalışmaktan ve boşanmamakta direnmekten başka suçu olmayan Süreyya recm edilirken, yani taşlanarak öldürülürken kendisini taşlayanlar da O’nun iftiraya uğradığını en az onun kadar biliyorlardı.

 

Ama bu bilgi O’nu taşlamaktan alıkoymamıştı hiçbirini... Din adına yaptıkları bu davranışın dinin ana kaynağı olan Kutsal Kitapta olup olmadığını sorgulamak da hiçbirinin aklına gelmemişti. İlk emri “Oku” olan Kitabı anlamını bilmeden sadece ibadet esnasında ve ölülerin arkasından okumaları öğretildiği için “kazif”, yani namuslu bir kadına iftira atılmasının günahların en büyüğü olduğunu ve lanetlendiklerini de bilmiyorlardı bu yüzden...

 

Oysa inandığını sandıkları dinin ilk inananı bir kadındı, toplumda insan yerine bile konulmayan kadını şahitlik, varislik dahil hayatın her alanına ortak eden bir dindi... Onları diri diri gömülmekten alıp cenneti ayakları altına sermişti... Peygamber hanımı bile olsa kadınların çok kolay iftiraya uğrayabileceğini, dolayısıyla da iftiradan yılandan kaçar gibi kaçması gerektiğini de bilmesi gerekirdi o toplumun... Ama bilmiyorlardı...

 

“Yahu nereden buldun böyle bıçak sırtı bir konuyu?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Üç aylar girdi de ondan demeyi çok isterdim ama değil. Çünkü senaristin konuyu ele alış şekli değil ama konu hayatın çok içinden demiştim ya, son yıllarda yaşadıklarımızla o kadar çok bağdaşan noktası var ki, gelin ters köşeden bir bakalım:

 

Son yıllarda yaşadığımız sorunlar çeşitli şekillerde değişik zaman ve mekanlarda yetkililere çok sayıda kişi, sivil toplum kuruluşu, meslek örgütü tarafından iletildi. Ama neredeyse hemen hemen hiçbir iyileştirme yapılmadığı için iflas edip bunalıma giren, intihar eden, beş parasız kalıp yuvası ocağı dağılan o kadar çok insan oldu ki, her birinin hikayesi kitabından uzun “Yaprak Dökümü” dizisi kadar uzun soluklu olur.

 

İşte bu çerçevede, yapılan 2007 yılındaki görüşmelerin birinde, eczacıların artık kazanmadığı, zarar ettiği kendisine söylenen bir yetkili “eskiden çok kazandınız” diyerek adeta “Bugün kazanmasınız da olur” diyerek koltuğunun altına sıkıştırdığı seccadesiyle cumaya yetişmek için koştururken, Araf suresi 85. ayetinde geçen "...insanların sahip oldukları eşyaları eksiltmeyin, hakkını vermemezlik yapmayın...” emrini düşünüp, “acaba bu ayete muhalefet ediyor muyuz?” diye kendi kendine sormuş mudur?

        

Bereketli, herkesin doyduğu sofralara “Halil İbrahim Sofrası” denilmesine sebep olan İbrahim Peygamberin sofraya misafir olmadan neden oturmadığını, inancı ne olursa olsun, “sen dün yemek yemiştin, kalk git sofradan” deyip demediğini, rızkını elinden alıp almadığını, aç bırakıp bırakmadığını hiç düşünmüş müdür?   

        

Kimsenin niyetini okuma gibi bir kabiliyetimiz ya da bu yönde bir iddiamız olmadığı için evet ya da hayır diye cevaplayamadığımız bu sorulara cevap vermek yerine cevabını bildiğimiz yerden devam edelim.

 

Yetkililerin gözünde 84 Kararnamesine göre fiyatlar fahiş artmıştı ve bu yüzden bu meslektekiler çok fazla para kazanmışlardı, yeni düzenlemelerle o fazlalık geri alınmış oldu... O fiyatlandırma yöntemini kim uygulamaya koymuştu, o fiyatları kim almıştı ya da, 50 TL olan bir şeyin fiyatı 5 TL’ye nasıl düştü, kim aradaki 45 TL ’yi cebe attı, gibi sorular hiç sorulmadı. 50 TL’den 5 TL’ye düşerken oluşan zarar haksız kazanılan para olarak görüldü, nasıl telafi edilir, konu bile edilmedi bu yüzden. Ses çıkaramaz olundu, elinde taşı hazır bekleyen toplumun önüne koskoca bir meslek “Süreyya” olarak konuluverdi .  

 

Hazırlanan sözleşmelere konulan maddeler yüzünden, “Mutluluk” filminde “Ben hiç günah yapmadım” diyen Meryem kadar masum olduğuna değil de, bir suç makinesi olduğuna inandırılan bir mesleğin akıbeti de haliyle ekonomik açıdan adeta recm edilmek oldu.

 

Öyle ki; kimle karşılaşsam, kim bir soru sorsa sonunu “Acaba bana bir ceza gelir mi?” diye tamamlıyor. Yaptığının suç olduğunu, kendinin de suçlu olduğunu daha en başından o kadar içselleştirmiş ki...

 

Kanunen ve bilimsel olarak insan sağlığına zararlı olduğu tescilli, üzerinde sağlığa zararlıdır yazan tütün mamullerini satan bayiler bile tezgah altından, gizli kapaklı satış yapmazken, biz adeta parolayla satış yapacağız:

 

"- Antibiyotikler oldu mu, selelere doldu mu?

- Oldu oldu, gönderdiğim damlalar, burnuna uydu mu?

- Merak etme uydu, Reçetesi gelinde, reçeteyi verdim geline

- Sorarlarsa söylerim, reçete bugün yarın geçecekmiş elime.”

...

 

İronisi bir yana, ekonomik açıdan taşlanmasının yanı sıra itibarı da hedef tahtasına konulduğu içindir ki, kendi cebine girmeyen bir parayı utana sıkıla isterken koskoca bir meslek “taş yok mu taş” diyen kışkırtılmış bir kitle tarafından fiili şiddete maruz kaldı ve kalıyor.

 

“Süreyya” gibi görüldüğümüzü az sayıda da olsa bize hak verenlerin bakışlarında bile görmemizin nedeni de bu bence...

 

Onun için de bu psikolojiden acilen çıkmamız lazım...

 

Memlekette unuttuğu antibiyotiği verdiğimizde,

 

Sistemin ödemediği hormon ilacını sattığımızda,

 

Kaybettiği antihistaminiği karşımızda kaşıntıdan kendini yırtan hastaya verdiğimizde,

 

En azından Meryem kadar net olabilmeliyiz;

 

Biz eczacıyız, ilaç satmak suçumuz değil, görevimizdir.

 

...

 

Saygılarımla...

 

 

s.sofugil@eczacininsesi.com

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat