Sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen İbn-i Haldun “Mukaddime” adlı eserinde “Geçmişin geleceğe benzemesi, suyun suya benzemesi gibidir” der. Geçmişin bilinmesinin tarihi olayların ezberlenmesi, hamasi hikâyelerin öğrenilmesi ile gerçekleşmeyeceğine, yaşananların anlaşılması ile gerçekleşeceğine vurgu yapar.

         Modern ve gelişmiş toplumların hepsinde de toplumsal hafıza o toplumun geleceğini şekillendirdiği için yani; geçmişi anlayıp, hatalardan dersler çıkarıp yaptıkları düzenlemelerle aynı hatalara bir daha düşmemenin tedbirlerini aldıkları için ileri gidebilmişler.

         Bu ilerlemenin onları taklit ederek olabileceğini zanneden doğu toplumları ise şöyle bir geriye dönüp baktığımızda rahatlıkla göreceğimiz üzere genellikle şekil kısmına takılmışlar, asıl olanın şekil değil akıl olduğu gerçeğini bir türlü idrak edememişler.

         Bu yüzden de yaşadıkları sıkıntıların, sorunların sebep değil sonuç olduğunu fark edemediklerinden olsa gerek hep sorunlarla uğraşmayı tercih ede gelmişler, sorunların kaynağını ortadan kaldırmadıkları için de sorunları çözdüm sandıkça yeni bir sorunun içinde; paradoksal bir sarmalın içinde boğulmuşlar.

         Üstelik büyük çoğunluğu ilk emri “oku” olan, yüzlerce emri “aklınızı kullanın” yönünde olan bir dine mensup doğu toplumları, okuyup anlamak ve aklını geliştirip insanlığa yararlı olacak, toplumlarını koruyacak gelişmeler peşinde koşmaktansa, tarihi “Kelle koltukta üç gün savaşan Genç Osman’ın”  hikâyeleriyle öğrendiği için karşı tarafın delikli demiri icat etmesine ancak sitemkârâne bir şekilde “mertlik bozuldu” diye türkü yakabilmişler.

         Masallar, destanlar belki bizi biz yapan öz benliğimizin temellerini atmak için kullanılmak istenmişti ama biz her şeyi abarttığımız gibi bu konuyu da bence öyle abartmışız ki tarihimizde hatırımızda kalan herhangi bir normal zaferimiz yok gibi.

         Her şey olağanüstülüklerle hallolmuş, hiçbir şey için uğraşılmamış, didinilmemiş gibi. Sanki Fatih oyuncak gemileri karadan yürütmüş, kahvede oturan birkaç ağır abi bile bunu akıl edermiş gibi dinledik ya da okuduk tarihimizi.  

         Oysa bizler; “Ali Baba ve Kırk Haramiler”i “Açıl susam açıl”ın ardındaki eşsiz hazineyi hayal edip yırtmak üzere gelecek planlaması yaparak okurken elin “Gâvur(!)”u çocuklarına “Hayvan Çiftliği”ni okuttu.

         İngiliz yazarın Stalin yönetimini hicvetmek amacıyla kaleme aldığı roman masalsı bir dile sahip olsa da çocukları eğlendirecek bir masal değil, politik bir taşlamadır ve aklı kullanmanın önemini küçük büyük herkesin beynine kazır.

         Yazılı olan kuralların değiştirilmemesi, kişiye özel düzenleme yapılmaması gerektiğinin ne kadar önemli olduğunu, seçilenlerin “herkes eşittir ama bazıları daha eşittir” diye oportünistçe bir tavra nasıl çabucak geçebileceklerini, hamasetle bir toplumun nasıl manipüle edilebileceğini, akıllarının günlük sorunlarla nasıl uyuşturulabileceğini gözler önüne serer.

         Niye bu kadar uzun girizgâh yaptım? Bizimle George Orwell’ın ne alakası mı var? Gelin ters köşeden bakalım:

         Katıldığım her toplantıda, her sunumda, yaşadığımız sorunlardan dert yanan her meslektaşımla sohbette yasal kazanımların önemine vurgu yapar ve her defasında da yazılı olmayan hiçbir sözün taahhüdün bizi korumayacağını, uzuuun süreçler sonucu elde edilmiş kazanımların yalnızca söze güvenerek bir imza ile terk edilmesinin telafisi güç zararlara yol açacağına vurgu yaptım ve ısrarla bıkmadan, usanmadan bu görüşümü her fırsatta tekrar etmeye devam ediyorum.

         Hiçbir hukuk sisteminde yazılı olmayan hiçbir güvence sizi korumaz.

         Bu inkâr edilemez bir realitedir.

         Yetkililerin yazılı olmayan; “kapı eşiğinde”, “merdiven başında” ya da “kongre kürsüsü”nde yaptıkları açıklamaların, verdikleri sözlerin hukuki karşılığı koca bir “sıfır”dır.

         Çünkü Devlet yazarak konuşur!

         Diğer taraftan; sosyal medyada en çok konuşulan konulara baktığımda genellikle “Hangi ilaç nasıl ödenir?”, “Verirsem kesintim olur mu?”, “Yeni protokolü ne zaman almamız lazım?” gibi gündelik sorunlarla ilgili başlıklardan başka pek fazla bir başlık göremiyorum.

         Forum sayfaları zaten uzun zaman önce örümcek ağı bağladığı için fikir ya da proje bazlı bir tartışma da yok.

         Varsa yoksa yaşanan günlük sorunlar.

         Sistem gitti mi? Geldi mi?

         Medula’nın spas’ı kaçtı mı, kaçmadı mı?

         ...

         Günlük sorunlar tabi ki önemli; yaşadığımız sorunları küçümsemiyorum ama yaşadığımız sorunlar neden değil bir sonuçtur.

         Neden derseniz;

         Eğer siz firmaların yapması gereken iskonto için “Biz alsak da almasak da bu iskontoyu yansıtırız” diye imza atarsanız, asıl imzası olması gerekenlerin imzası olmadığı için yapılmayan iskontoyu yansıtmak zorunda kalırsınız, taşıma zararı dediğiniz şeyin de kardan zarar olduğunu söylerler, hukuken de hiçbir şey yapamazsınız.

         “Fiyatlandırma sistemi artık değişecek, bundan sonra Euro kuruna göre güncellenecek” şeklindeki yasal düzenlemeye evet dedikten sonra, düşerken günlük güncellenen, yükselmeye başlayınca 7 senedir dondurulan kur için tek kelime etmezseniz, bugün ödemeleriniz niye yetmiyor diye sebep aradığınız Excel’de yaptığınız tabloların karşısında George Orwell’in romanındaki kahramanların şaşkınlığına düşersiniz.

         Görev tanımınızda olmayan muayene ücreti tahsildarlığını ”Hadi bu da bizim size kıyağımız olsun” kabilinden kabul ederseniz, verilmesini umduğunuz kıyağa kıyak yapılmadığı zaman da itirazınızın hukuki bir karşılığı olmaz. Çünkü sizin gönül rızası ile attığınız imzadan başka bir imza bulunmamaktadır bu angaryanın geri alınacağına dair.

         ...

         Yaşadığımız sorunlar sadece bunlar mı?

         Hayır!

         Yapılan yasal düzenleme ile ilaçların bir kısmı takviye edici gıda olarak tanımlandı.

         Eczacılık mevzuatı değişti; imar izni olmayan binada eczane açılamıyor artık. Bir başka deyişle boş bir dükkâna eczane hariç herhangi bir işyeri açılabiliyor. Yeter ki eczane olmasın.

         Üstünde reçeteli satılır yazan ilaçların reçetesiz satışına göz açtırılmayacak artık. Gerçi bu konuda açık bir yasal düzenleme yok ama toplantıya katılım imzası adı altında imzalarımız alındı. Yani imza atarak biz kendimizi yasal yükümlülük altına soktuk.

         İlaçların stabilitesini korumak için eczanelerimizde gece gündüz klima çalıştıracağız yine yasal düzenlemeye göre.

         Bizim yapmamız istenen her şey yasal düzenleme ile ya da bizim özgür ve hür iradelerimizle attığımız imza sonucu yasal ve zorunlu hale gelmiş durumda.

         ...

         Pekiii;

         Bizim Birliğimizin tüm bu yaptırımlar ve yasal düzenlemeler hakkındaki görüşü ne?

         Görüşlerini sıkça açıklıyorlar;

         Kadın cinayetlerine karşıyız;

         Elbette hepimiz karşıyız!

         ...     

         Savaşlar olmasın;

         Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi zorunluluk olmadıkça savaş cinayettir, asla olmasın!

         ...

         Yaşanabilir bir çevre ve dünya istiyoruz;

         Elbette biz de doğal çevre korunsun istiyoruz, çocuklarımıza daha yeşil bir dünya bırakalım.

         ...

         Hepsi tamam da;

         Eczane tabelaları, ısı nem ölçüm cihazı zorunluluğu, imar durumu, ilaç fiyatlandırması, reçeteli ilaçlar konusu, takviye edici gıdalar....

         Bu konulardaki resmi söyleminiz ne?

         ...

         Mesela;

         Eczane tabelalarını bir gecede hep beraber değiştirmemiz için kredi desteği mi vereceksiniz, yoksa ekonomik sıkıntıdaki bir sektör için bu madde kalksın mı diyeceksiniz?

         ...

         İlaç stabilitesi üreticinin sorumluluğundadır, daha stabil ilaçlar üretsinler mi diyeceksiniz, yoksa eczanelere iklimlendirme firması mı önereceksiniz?

         ...

         “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bırakın tapuyu, ilçeler bile hazine arazisi üzerine kurulu, ne imar izni?” mi diyeceksiniz, yoksa evet bu düzenleme dursun mu diyeceksiniz???

         ...

         “Kamu Kurum Iskontosu için imzaladığımız protokole göre eczacıların ilaç alım koşulları değişmeyecekti, eczacılar zarara uğramayacaktı, bu protokol artık hükümsüz, bu konuda yeni yasal düzenleme istiyoruz” dediniz mi ya da diyecek misiniz?

         ...

         İlaç fiyatlarının 7 sene öncesinde dondurulması ülkemizin yerli ilaç hedefine aykırı, güncel olmayan kura itirazınız var mı?

         Ya da budan sonra gelecek zorlamalara olacak mı?

         Mesela; yarın öbür gün “İnternet sitelerine haksızlık oluyor, eczanelerin tabelasında dermokozmetik yazılmayacak” diye bir yazı gelirse buna itiraz edecek, iptali için yasal yollara başvuracak mısınız? Yoksa bizim düzenlememizde de o ifade yok, sökün o yazıları mı diyeceksiniz???

         ...

         Bu soruların yanıtını tüm samimiyetimle ifade ediyorum ki merak ediyorum.

         ...

         “Biz imzalarız siz hukuk devletinde hakkınızı ararsınız, bizi enterese etmez” diyor olabilirsiniz.

         Tamam, ama biz itiraz ettiğimizde de attığımız imzalara bakıp;

         -Yaz kızım, rızası varmış!!!

         Diye hüküm kuruyorlar.

         Haberiniz var mı???

         ...

         Saygılarımla...

          

s.sofugil@eczacininsesi.com   



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat